4 Ekim 2010 Pazartesi

Geç gelen itiraf (*)
Mudurnu Tavukçuluk’un eski yöneticilerinden Uğur Türesin’in yaptığı açıklamalar çok konuşulacak gibi. Bolu’nun önemli ekonomik faaliyetlerinden biri olan tavukçulukla ilgili ilginç değerlendirmelerde bulunan Türesin, geçmiş yıllara ve bugüne dair çok önemli değerlendirmelerde ve itiraflarda bulundu. “Değerli hemşeriler, emekli bir tavukçu olarak görüşümü arz ediyorum. Sen de tavukçu idin sen yapmadın mı diyecekler, kıskanıyor diyecekler. Olsun. Dayanamıyorum. Ne derlerse desinler, söz konusu vatansa gerisi teferruat” diyerek bir açıklama yapan Mudurnu Tavukçuluk’un eski yöneticilerinden Uğur Türesin, geçmiş yıllara dair oldukça ilginç itiraflarda bulundu.
“Hatalıydık”
Uğur Türesin; “Bundan 10 yıl önce, tavukçuluk bu kadar yoğun değildi. O günün şartlarında şirket sürekli yatırım yaptığından, parasızlıktan, kendi arazilerimize tarım alanlarında, bizler de yapılaşma yaptık. İtiraf ediyorum, hatalıydık. O günlerde bu kadar çevre bilinci oluşmamıştı. Dostlar Avrupa’da; yer altı suları kirleniyor, koku, böcek vs oluşuyor, hayvan ve insan sağlığını etkileyecek, insanlığı o bölgede ekonomik yönden bitecek diye artık kümes yapılmıyor. Hayvan hakları dernekleri de, tavuklar sıkışık ve zulüm içinde yetişiyor, diye tepki gösteriyorlar” diyerek bugünkü sistemin artık yanlış yönlerinin görüldüğünü ve yavaş yavaş terk edilmeye başlandığını, anlattı. Konuşmasında muhtemel salgın hastalıklara karşı tedbir alınması gerektiğini söyleyen Uğur Türesin: “Mudurnu ilçe sınırları ve 10 km çevresi, yoğun tavuk yetiştiriciliğinden kaynaklı her an çıkacak bir hastalıkla karşı karşıya. Basından da izliyoruz” dedi. “Allah korusun böyle bir şey olursa 50 yıl bu kötü imajı silemeyiz. Bölgeyi karantinaya alırlar. Mevcut tavuk fabrika tesisleri çalışmaz, üretim yapamaz. O zaman işsizlik yeniden patlar. Turist de gelmez ilçemize” diye konuştu.
“Tehlike kapıda”
Açıklamasına, bugün yapılan ve yapılması gündemde olan faaliyetlerle ilgili devam eden Türesin; şöyle devam etti: “Şu an zaman zaman ters esen rüzgârda yol boyunca tavuk pisliği kokuları hissediliyor. Bu sebeple kimse Nallıhan-Bolu Karayolu üzerinden Mudurnu’ya giriş yapmaz. Yeni yapılacak tesisler otomatiktir. 400 binlik tavuk sürüsüne göz kontrolü ile 4 kişi bakmakta, istihdama faydası yoktur. Mudurnu’da üretilen her şey lekelenecek. Tehlike kapıda. Dağ köylerimizde ucuz araziler çok ve işletmeler için mikro klimatize doğal koruma durumundalar. Nallıhan yolu Yüzüncüyıl Köyü, Dedeler, At Yaylası, Uğurlualan yol boyu müsaittir. Tabi ki köylerimizin en az 500 metre dışına yeni kümesler kurulmalı. Bu durum entegre işletmelerimiz için de risklidir”
“Tyson tavukçuluk bile iflas etti”
“Üretim çoğaldıkça kontrolden çıkıyor. Büyüklüğe gelmez.” diyen Türesin, piyasaya dair endişelerini Amerika’dan bir örnekle gösterdi: “Amerika’da, günde bir buçuk milyon tavuk kesen, eski başkan Bill Clinton’un sponsoru, Tyson tavukçuluk bile iflas etti. Sektör kontrollü büyümelidir. Nefisler insanları ne hale getiriyor. Örnek bizleriz, bu işler cesarete bakmaz, daha fazla üretim istihdam diye maliyet düşüreceğiz derken, bankacılık sektörünün o yılki zayıflığının acısını hepimiz çektik, yaşadık. O yıllarda biz Avrupa’yı takip ettik. Hastalık tehlikesini, bugünleri gördük. 10 yıl önce kapasitemizin % 10’nunu organik köy, yayla tavuğuna çevirdik” Türesin konuşmasında, köylerde kümeslerin boş ve alt yapılarının hazır olduğunu söylerken tavukçuluk sektöründe faaliyette bulunacak sanayiciler için de tavsiyelerde bulundu: “Sanayici, tavukçularımızı da, çiftçilerimizi de koruyacak, daha fazla kazandırırken insan sağlığı ve çevremizi koruyacak, köy yaşamının devamını sağlayacak, doğal, organik, ekolojik üretimde bulunmalı. Pazar hazır. Yurt dışında üretimler daha sağlıklı ve lezzetli olduğundan, organik üretimde %35-%40 ulaşıldı. Bizim farkına varıp bu günleri görerek Türkiye’de ilk yaptığımız Yayla Köy tavuğudur. Çare, çözüm budur. Yetkili belediyemize ileri gelenlerimize kamuya, makamlarımıza duyurulur” Türesin, tavukçuluk sektörünün bir an önce gözden geçirilmesi gerektiğine de dikkat çekti.
(*) Bu itiraf, 04.10.2010 tarihinde"BOLU EKSPRES" Gazetesinde yayınlanmıştır.
Hamdi Dağ, Başkan

29 Eylül 2010 Çarşamba

gerçek canavarlar!.....

Modern Frankeştayn’lar
Gerçek canavarlar, canavarı yaratanlardır. Önce Frankeştayn’ı biraz anımsayalım...
50-80 yaş kuşağındaki gençlerimizin(!) mutlaka hatırladıkları korku filmlerinin unutulmaz bir canavar kahramanı. Kendi adı yok aslında. O’nu yaratan doktorun “Dr. Victor Frankeştayn.” Soyadıyla anılıyor. Doktor, ölümsüzlüğü arayıp bulma yolunda ve yaratan olmak rüyasıyla kendini Tanrı sanan manyak bir bilim adamı. Kitabı 1918 tarihinde yayınlanmış. Şaşırtıcı tarafı ise yazarının Mary Shelley adında bir kadın olması.
Gelelim Modern Fankeştayn’ımıza…
O kadar çoklar ki hangisini yazacağını şaşırıyor insan. Günümüzün belli başlı türleri arasında Politikacı, Asker, Bilim Adamı, Yazar, Edebiyatçı, Sanatçı, Hukukçu, Bürokrat, İş adamı ve çok daha şaşırtıcı olan nice başkaları bulunmakta. Dr. Victor yaşasaydı; kendi canavarı korkunç Frankeştayn’ının günümüzdeki versiyonlarının yanında melek gibi kaldığını görünce kafayı yerdi resmen.
Ben EN TEHLİKELİ olanını yazacağım...
Yani GIDA Frankeştayn’larını. Bunlar orijinal Frankeştayn gibi kendini Tanrıya benzetme hevesinden öte, kendilerini Tanrı sanan mega-süper dünya zararlıları. Bunlar muhtemeldir ki, ellerindeki mevcut toprakları değil ekmeye, tuvaletlerine bile yetmeyen, kökten ırkçı ve radikal faşist mutantlardır. Tanrılarını değiştiremedikleri için, Tanrının ürünleriyle (veya doğal seleksiyonla evrimleşmiş natürel gıdaların) ve onun kodlarıyla uğraşıyorlar. Hatta değiştiriyorlar.
İlk hedefleri olan az alanda çok ürün hedeflerine ulaştılar…
Yetmedi. Görüntüsüne de müdahale ettiler. Yetmedi. Rengine de müdahale ettiler. Yetmedi. Kokusuna da müdahale ettiler. Yetmedi. Tadına da müdahale ettiler. Yetmedi. Vitamin, enzim ve elementlerine de müdahale ettiler. Yetmedi. Türün devamı kodlarını içeren çekirdeğine de müdahale ettiler. Yetmedi. Kendisini, tüketenin DNA’sına kopyalayan trans-genleri ürettiler. O’da yetmedi. Ekildiği toprakları de değiştiren, zehirleyen katkılar koydular. Yine yetmedi.
Şimdi ki gizli hedefleri…
IRKLARA GÖRE ayrı etki ve tesir gösteren Biyolojik Gıda Silahları üretmek. Bir başka değişle; ırka göre hazırlanmış, yani yalnızca O ırkı hasta edecek, kısır bırakacak, hatta imha edecek Gıda Silahları üretmek. Tek kaygıları bu gizli zehirli GDO savaşlarından kendilerinin de etkilenmeleri. Görünen odur ki, keşfettikleri şeytan zehrinin panzehirlerini henüz bulamamışlar. Nasıl mı anladım? Eğer bulunmuş ve denenmiş olsaydı bu panzehir KİTLESEL ÖLÜMLER çoktan başlamış olurdu.
Mevcut duruma bakınca çıldırmamak elde değil…
Halen, Tarım ve Köy işleri Bakanlığımızın 115.000 çalışanı var.. 70 üniversitemiz, 30 ziraat fakültemiz ve 50 tarım araştırma enstitümüz bulunmakta. Ne yapar bumlar? Bulmaca mı çözerler? OK’ mi oynarlar… Veya durumun vahametinin farkında olup susarak bu cinayetlere ortak mı olurlar? Daha da ayıbı ise, içlerinde sayısız idealist gençlerimizin de bulunduğu tam 10 bin işsiz ziraat mühendisimizin göz göre göre harcanmasıdır. Ne aymazlıktır ki, veya nasıl bir işbirlikçi ihanettir ki, Türkiye tohumda tamamen dışa bağımlı hale getirilmiştir. Yoksa tüm bu rezaletler üç beş adet saltmış veya kiralanmış züppe siyasetçinin cebi için mi yaşanmaktadır? Frankeştayn tohumların icadı-mucidi ve doğal patronu şeytanın araştırmacıları, genleriyle oynayarak, gül ile limon kokulu domates yetiştirdiklerini gazetelerin Internet sayfalarında gururla yazıyorlar. Saklamıyorlar artık. Habere göre, istediğiniz şekle sahip domatesleri bile bulabilirsiniz; çekirdeksiz, kalp şeklinde, salatalık şeklinde, dilimli...
Genlerle oynama meselesi yüzde yüz doğrudur…
Bu tohumların bir ekimlik olduğunu bilmeyen yok. Yani bir defa tohum almakla kurtulamıyorsunuz. Bir gram tohumun fiyatı her dönemde bir gram altına denk. Üstelik bu Frankeştayn tohumlarını toprağa bir ektin mi artık isteseniz de yerli tohuma dönemiyorsunuz. Genetik tohum o toprağa da zarar veriyor. Artık hep bu genetik tohumu kullanmak zorundasınız. 50-70 yıl sonra ise toprak kanserojen maddelerle dolduğu için artık tamamen kullanılmaz hale geliyor.
Acı bir örnek…
Türkiye'nin patates deposu olan Niğde ve Nevşehir bölgelerinde yetiştirilen patateslerde kanserojen maddeye rastlandığı için artık patates ekimine izin verilmemesidir. Yani Frankeştaynlar şeytan tohumlarını tek başına satmıyor. Tohum alana hastalığı bedava.... Bu şeytan tohumların içine hastalık yerleştirenler, bu sayede zirai ilaç satımını da garanti altına almış oluyor. Bütün bu acı tabloya rağmen Türkiye'de yabancıların menfaatine çalışan bir patent sistemi işletiliyor. Çok korkunç. Köylü kendi bahçesinde tohum bırakamayacak. Yoksa uluslararası mahkemede yargılanacak! Şu anda dünyada bu şeytan tohumlarını kullanma yasası çıkartan ilk ülke işgal altındaki Irak'tır. İkincisi de biz olacağız.
HENÜZ SONA GELİNMEDİ.
DAHA VAKİT VAR!
Anlayalım, anlatalım, eyleme geçelim. Bildiğimiz kadar ve elimizden geldiğince. Tabii eğer çocuklarımızın da, torunlarımızın da, neslimizin de bu topraklarda yaşamaya devam etmelerini istiyorsak !
Ali Aslan Dumanol
Eğitimci, Düşünür, Yazar
AMAN SÖZÜN AZ OLSUN, AYDIN OLSUN
IŞIK SAÇSIN, BAKAN KÖRE GÖZ OLSUN!
UNITED-TURKS Birleşmiş Türkler

16 Eylül 2010 Perşembe

SÜRDÜRÜLEBİLİR VE EKOLOJİK TARIM DERNEĞİ BAŞKANI HAMDİ DAĞ'IN "GAZETECİLER CEMİYETİNİ" ZİYARETİ
16 Ağustos 2010, 15:38 Yüksel İbicioğlu
SÜRDÜRÜLEBİLİR VE EKOLOJİK TARIM DERNEĞİ BAŞKANI HAMDİ DAĞ OSMANİYE-KADİRLİ GAZETECİLER CEMİYETİ BAŞKANI MUZAFFER YÜKSEL KAYA’YI ZİYARET ETTİ
Merkezi Ankara’da olan Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım Derneği (Sustainable and Ecological Agriculture Association) başkanı Hamdi Dağ , Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Muzaffer Yüksel Kaya’yı Akarca Yaylasında ki evinde ziyaret ederek bilgi alışverişinde bulundu.
Kadirli’de Kamu Yararına dernekler statüsündeki Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım Derneği için temsilcilik açma amacıyla bulunduğunu anlatan Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım Derneği başkanı Hamdi Dağ; son dönemlerde endüstriyel gelişime bağlı olarak hızlı bir nüfus artışıyla karşı karşıya kalındığını bu yüzden de sanayi ve evsel atıkların doğal çevrenin temel unsurları olan toprak su ve havanın kirlenmesine yol açtığını söyledi.
Çevre kirliliğini önlemek aynı zamanda tarım topraklarının verimliliğini korumak için çevre dostu tarım sistemlerine ihtiyaç olduğunu anlatan Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım Derneği başkanı; tarım alanlarında geleceğe dönük olarak yenilenebilir enerji kaynakları ve dönüştürülebilir tarımsal girdi kullanılması gerektiğini belirterek:’’ Bu tür çevre dostu tekniklerle temiz ve sağlıklı tarım ürünleri üretmeliyiz. Bu bizden sonraki neslin geleceği için de çok önemlidir dedi.
Yöre bir tarım coğrafyası olduğu halde çiftçinin hala kendi çabalarıyla ayakta durma mücadelesi verdiğini söyleyen Kadirli Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Muzaffer Yüksel Kaya: ‘’Bölgede tarım hala ilkel usullerde yapılıyor. Üreticilerin kullandıkları tarım girdilerinin geri dönüşümü ile ilgili bilgileri olmadığı gibi bu konuda onları yönlendirecek bir kurum da ortada görünmüyor. Can çekişen tarım sektörü için Sürdürülebilir Ekolojik Tarımı gerçekten önemsiyorum. Bu arada şunu da belirtmeliyim ki tüketiciler ekolojik ve sürdürülebilir organik tarım konusunda daha bilinçli görünüyor, bu da organik tarım için pozitif bir olaydır’’dedi.
Serbest Tarım Danışmanı İsmet Soytorun’un ofisinde faaliyet gösterecek olan Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım Derneği Kadirli Temsilciliğinin yöredeki organik tarıma destek olması bekleniyor.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

TÜSİAD’ın tarım ve gıda raporu
İstanbul - Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) tarafından hazırlanan Tarım ve Gıda: Gelişmeler, Politikalar ve Öneriler raporunda, yükselen ve istikrarsız seyreden tarım fiyatlarının 2016’ya kadar bir miktar düşüş gösterse de eski düzeyi
İstanbul- Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği(TÜSİAD) tarafından hazırlanan Tarım ve Gıda: Gelişmeler, Politikalar ve Öneriler raporunda, yükselen ve istikrarsız seyreden tarım fiyatlarının 2016’ya kadar bir miktar düşüş gösterse de eski düzeyinden yüksekte seyredeceği anlaşıldığı bildirildi.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Erol Çakmak ve Prof. Dr. Halis Akder ile Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Haluk Levent ve İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Filiz Karaosmanoğlu tarafından hazırlanan rapor, Türkiye’de ve dünyada tarım ve gıda fiyatlarındaki artışın nedenlerini ve son gelişmelerle birlikte bu alanda uygulanabilecek politikaları konu alıyor.
Türkiye’de Tarım ve Gıda: Gelişmeler, Politikalar, Öneriler raporunda yer alan bulgulara göre, Türkiye’de tarımsal üretimde gözlemlenen düşük büyüme hızı yıllardır aşılamıyor.
1968-2006 arasındaki yıllık ortalama tarımsal üretim artışı yüzde 1,3 olurken, değişik hükümetlerin, çeşitli programların, farklı desteklerin, projelerin, iyi niyetli reformların, değişik söylemlerin sonucu değiştirmediği, tarımsal üretimdeki düşük verimlilik ve etkinliğin hiç bir dönemde aşılamadığının altı çizildi.
Tarımsal üretimin hava koşullarına bağımlılığının değil azalmak, iklim değişikliği ile daha da arttığına dikkat çekilen raporda, tarımsal yapıda da arzulanan dönüşümün gerçekleşmediği kaydedildi.
Tarımın dünyada da sorunlu bir sektör olduğunu, birbirine zarar vermemek için ülkelerin uyguladıkları tarım desteklerinin uluslararası kurallara bağlandığı anlatılan raporda, şunlar kaydedildi:
"Yeni politika arayışları fiyatlar düşerken de vardı, şimdi fiyatlar artarken de devam etmektedir. Fiyatlarda gözlemlenen yükselme daha çok talep kaynaklıdır. Çin ve Hindistan’da artan gelirle tarım ürünlerine olan talep de artmaktadır. Diğer yandan gıda ve yem olarak kullanılan tahıl ve yağlı tohumlar şimdi biyoyakıt üretimi için de talep edilmektedir. Arz tarafında kalıcı etki, artan petrol fiyatlarından kaynaklanmaktadır. Üstüne olumsuz iklim koşularının istikrarsız arz etkisi eklenmiştir. İstikrarsızlığın, spekülatif beklentilerle arttığı son pirinç örneğinde de görülmüştür. Aslında bunların hiçbiri olmasaydı da, Dünya Ticaret Örgütü’nün destekleme reformu sonuçlandıkça fiyatlarda yükselme olması beklenmekteydi. Bütün bunların sonucunda yükselen ve istikrarsız seyreden tarım fiyatlarının 2016’ya kadar bir miktar düşüş gösterse de eski düzeyinden yüksekte seyredeceği anlaşılmaktadır." DGD Başarılı bir adımdır
Raporda, Türkiye’nin 2001 krizinden sonra uygulamaya koyduğu Tarım Reformu Uygulama Projesinin (TRUP) neredeyse sonuçları değerlendirilmeden sonlanmak üzere olduğu belirtilirken, yeni arayışların en doğru başlangıcının reform deneyiminin değerlendirmesi üzerinden olması, aksaklıkların, yanlışların, eksikliklerin giderilmesinin dile getirilmesi gerektiğinin altı çizildi.
TÜSİAD raporunda, "Sil baştan anlayışla, sanki hiç uygulanmamış, hiç deneyim elde edilmemiş gibi yepyeni arayışları, sanki hiç uygulanmamış, hiç deneyim elde edilmemiş gibi yepyeni arayışlara girmek çok pahalı mal olabilir ve yeni hayal kırıklıkları ile sonuçlanabilir" denildi.
Raporda, bir çok kuruluş tarafından benimsenmeyen doğrudan gelir desteğinin (DGD), içinde bulunulan yüksek fiyat ortamında da en uygun destek aracı olarak görüldüğü ifade edilirken, fiyatların bu kadar yükseldiği bir ortamda, fiyatların daha da yukarı tırmanmasına yol açacak bir desteğin sakıncalı olacağının açık olduğunun altı çizildi.
TÜSİAD raporunda, "Kaldı ki, DGD, bazıları tarafından iddia edildiğinin aksine, Türkiye’ye uygulaması AB’ye, daha doğrusu üye olan son 12 ülke için örnek olmuştur. Başka deyişle DGD, tarımın Ortak Tarım Politikasına uyumu açısından atılmış başarılı bir adımdır. Vazgeçilmesi, AB’ye uyum açısından da açıklanması oldukça güç, çelişkili bir tercih olacaktır. Bu aşamada DGD’nin şimdiye kadar olduğu gibi en genel biçimiyle uygulanma zorunluluğu olmadığı da hatırlatılabilir. DGD, hedeflenmiş sorunların üzerine gitmek üzere farklılaştırılarak da kullanılabilir" ifadelerine şer verildi.
Kaynak : Anadolu Ajansı Kaynak:HaberX

4 Haziran 2010 Cuma

dünya ÇEVRE GÜNÜ özel

Date: Thu, 3 Jun 2010 23 : 51 : 24 +0300 Subject:
Tohumdaaaann nerelere!....
From: cesuryorum@gmail.com Forwarded message ---
From: Prof. Dr.
MUAZZEZ ILMIYE ÇIĞ
Kimden: Sükrü Server Aya
Rezilliğin boyutunu; duymayan, bilmeyen kalmasın!..
Tarım ve köy işleri Bakanlığı'nda
115 bin kişi çalışıyor.
70 tane üniversitemiz,
30 tane ziraat fakültemiz,
50 tane tarım araştırma enstitümüz,
10 bin işsiz ziraat mühendisimiz var.
Buna rağmen Türkiyetohumda tamamen dışa bağımlı. Tek kelimeyle tohumun patronu ise İsrail.
İsrailli araştırmacıların, genleriyle oynayarak, gül ile limon kokulu domates yetiştirdiğini Şalom Gazetesi'nin internet sayfasından biraz araştırıp okuyabilirsiniz. İstediğiniz şekle sahip domatesleri bile bulabilirsiniz; çekirdeksiz, kalp şeklinde, salatalık şeklinde, dilimli...
Yani genlerle oynama meselesi yüzde yüz doğru.
Gelelim başka doğrulara.
Bu tohumların bir ekimlik olduğunu bilmeyen yok.
Yani İsrail'den bir defa tohum almakla kurtulamıyorsunuz.
Bir gram tohumun fiyatı her dönemde bir gram altına denk oldu.
Üstelik İsrail tohumunu toprağa bir ektin mi artık isteseniz de yerli tohuma dönemiyorsunuz.
Genetik tohum o toprağ a da zarar veriyor. Artık hep bu genetik tohumu kullanmak zorundasınız. 50-70 yıl sonra ise toprak kanserojen maddelerle dolduğu için artık tamamen kullanılmaz hale geliyor.
Buna en güzel örnek
Türkiye'nin patates deposu olan Niğde ve Nevşehir bölgelerinde yetiştirilen patateslerde kanserojen maddeye rastlandığı için artık patates ekimine izinverilmemesidir.
Yani İsrail tohumu tek başına satmıyor. Tohum alana hastalığı bedava....

Tohumların içine hastalık yerleştiren İsrail bu sayede zirai ilaç satımınıda garanti altına almış oluyor.
Bütün bu acı tabloya rağmen Türkiye'de yabancıların menfaatine çalışan bir patent sistemi işletiliyor.
Ne korkunç.
Köylü kendi bahçesinde tohum bırakamayacak.
Yoksa uluslararası mahkemede yargılanacak!
Şu anda dünyada İsrail tohumu kullanma yasası çıkartan ilk ülke işgal altındaki Irak'tır.
İkincisi de biz olacağız.
EY VATANDAŞ AKLINI BAŞINA DEVŞİR !!!
SOR SORUŞTUR, BOŞ DURMA...
Bu yazıyı okudunsa ister paylaş ister paylaşma umrumda değil ama bilip de susmak ortak olmaktır bunu bari hatırla...
Güliz ÇELİK
Veteriner Hekim
Pendik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü Müdürlü'ğü
Farmakoloji Bölümü 34890 Pendik/İSTANBUL

1 Nisan 2010 Perşembe

Kompost Hazırlanışı ve Yararları
Biyokimyasal olarak ayrışabilir çok çeşitli organik maddelerin Organizmalar tarafından edilerek, uygulandığı topraklarda yararlı organizmaların çoğalması ve fonksiyonlarını sürdürmesi, toprak yapısında iyileşme, toprağın mineral besin maddesi içeriğine katkı, toprağın havalanması ve nem tutma kapasitesinde artış, ve toprağa uygulanan olmuş Ürünlere verilen isim olan kompost madenleştirmek stabilize Mikro ve Makro besin elementlerinden bitkinin daha iyi ve daha uzun sürelerde faydalanması gibi birçok yarar sağlamaktadır.

Kompostlaştırma uygulaması başlığı altında, çöp içerisindeki organik maddeler gözle görülmeyen mikroorganizmalar tarafından oksijen yardımı ile Biyokimyasal yollarla ayrıştırılmaktadır. Yetiştirdiğimiz Bitkiler için yapay Gübreler kullanmak yerine, basit yöntemlerle kendi bahçenizde Kompost Gübreler hazırlamak mümkündür. Bitkilerimizin sağlığı için çok yararlı olan bu işlemi gerçekleştirmek için ihtiyacınız olan malzemelerin çoğu genellikle evimizde daha önceden bulundurduğumuz şeyler olması, Kompost hazırlanmasını daha da kolay bir hale getiriyor.
Kompost hazırlamak için kullanılan malzemeler genel olarak iki sınıfa ayrılırlar. Azot içeriği fazla olan "yeşil malzemeler" arasında kesilmiş taze çim, taze sebze ve meyve kabukları ve artıkları, mutfak atiklari, yapraklar, ve taze çiftlik gübresi gelmektedir. Bunlara ek olarak "kahverengi malzemeler" karbon saglayan kuru maddelerden oluşur. Dal parçaları, ağaç kabukları, Talaş ve testere tozu, kuru yapraklar, gazete kağıdı ve saman gibi maddeler bu sınıfa aittirler. Bunların dışında kalan, et ve süt ürünleri, hayvan dışkısı, yağ ve yağlı yiyecek atiklari, Tıbbi Atıklar, hastalık içeren zararlı bitki atiklari, ve üzerinde tohum olan yabancı otlar komposta kesinlikle konulmaması gereken malzemeler arasında yer alır.
Peki Kompost nasıl yapılır? Kompostu oluşturmak için öncelikle bahçemizde bu iş için küçük bir alan ayırmamız gerekli. Belirlediğimiz alanda açacağımız tabanı toprak olan çukurun içerisine kat kat şeklinde konacak malzemelerin seçimine önem göstermeliyiz. Başarılı bir kompostun sırrı Karbon / azot oranın dengelemekten geçer. Yukarda bahsettiğimiz Yeşiller ve kahverengiler gruplarına ait malzemelerin karışımına ek olarak rutubet, hava, ve hacmin bir araya gelmesi ile Oluşan kompost, daha az gübre kullanımına ve yumuşak ve su tutan Gevşek bünyeli bir toprak elde etmemize yardımcı olur. Normalde Çevreyi kirletecek olan atıklarımızı Kompost yaparak değerlendirerek Doğayı ve Çevreyi yaşadığımız bunlardan korumuş oluruz.
Kompost hazırlanışında önemli olan çürümenin hızlı bir şekilde gerçekleşmesi için, kullanılan malzemenin boyutlarının küçük olması gerekmektedir. Kompostun oluşumunda gerekli olan nemi sağlamak için fıskiyeli hortum veya süzgeçli kova yardımı ile ıslanma gerçekleştirilebilir. Kompostlaşma havalı ortamda gerçekleştiği için hazırladığımız yığını ara sıra havalandırmak çürümeyi hızlandırır. Komposta ne kadar çok değişik kaynaktan malzeme girerse Ürüne katkının fazlalaştığını ve besin içeriğinın arttığını aklımızda bulundurarak, elimizdeki son ürünün yetiştiricilik hedefimize uygun olmasına dikkat etmeliyiz.
Ülkemizde Bahçe her türlü ekilebilir alanın yaygın olması nedeniyle kompost hazırlanması ve hem kolay, hem çevreye yararlı, hem de atıklarımızı iyi şekilde değerlendirdiğinden ve toprağın verimiliğini arttırdığından dolayı hesaplı bir işlemdir. Üzerinde hazırlandığı zeminin kolay havalanmasını ve Zor işlenen toprakların kolay işlenmesini saglayan bu uygulama, besin maddelerinin bitkilerce daha iyi kullanılmasını sağlamakla kalmayıp, toprağın su tutma kabiliyetini de artırarak kurak mevsimlerde tuzlanmayı önler. Bahsettiğmiz Tüm bu nedenlerden dolayı Doğaya dost ve verim arttırıcı olan kompostun, birçok gelişme ortamına alternatif ya da destek olabileceği kanıtlanmış ve özellikle kendi kendine yeterli verimliliği sağlayamayan Bahçelerde faydalı olduğu görülmüştür.
Peki ne bekliyorsunuz?
Cise Ünlüer
(01 Nisan 2010)
ciseunluer@hotmail.com /http://ciseunluer.blogspot.com
(iktibas: Hamdi DAĞ)