29 Eylül 2010 Çarşamba

gerçek canavarlar!.....

Modern Frankeştayn’lar
Gerçek canavarlar, canavarı yaratanlardır. Önce Frankeştayn’ı biraz anımsayalım...
50-80 yaş kuşağındaki gençlerimizin(!) mutlaka hatırladıkları korku filmlerinin unutulmaz bir canavar kahramanı. Kendi adı yok aslında. O’nu yaratan doktorun “Dr. Victor Frankeştayn.” Soyadıyla anılıyor. Doktor, ölümsüzlüğü arayıp bulma yolunda ve yaratan olmak rüyasıyla kendini Tanrı sanan manyak bir bilim adamı. Kitabı 1918 tarihinde yayınlanmış. Şaşırtıcı tarafı ise yazarının Mary Shelley adında bir kadın olması.
Gelelim Modern Fankeştayn’ımıza…
O kadar çoklar ki hangisini yazacağını şaşırıyor insan. Günümüzün belli başlı türleri arasında Politikacı, Asker, Bilim Adamı, Yazar, Edebiyatçı, Sanatçı, Hukukçu, Bürokrat, İş adamı ve çok daha şaşırtıcı olan nice başkaları bulunmakta. Dr. Victor yaşasaydı; kendi canavarı korkunç Frankeştayn’ının günümüzdeki versiyonlarının yanında melek gibi kaldığını görünce kafayı yerdi resmen.
Ben EN TEHLİKELİ olanını yazacağım...
Yani GIDA Frankeştayn’larını. Bunlar orijinal Frankeştayn gibi kendini Tanrıya benzetme hevesinden öte, kendilerini Tanrı sanan mega-süper dünya zararlıları. Bunlar muhtemeldir ki, ellerindeki mevcut toprakları değil ekmeye, tuvaletlerine bile yetmeyen, kökten ırkçı ve radikal faşist mutantlardır. Tanrılarını değiştiremedikleri için, Tanrının ürünleriyle (veya doğal seleksiyonla evrimleşmiş natürel gıdaların) ve onun kodlarıyla uğraşıyorlar. Hatta değiştiriyorlar.
İlk hedefleri olan az alanda çok ürün hedeflerine ulaştılar…
Yetmedi. Görüntüsüne de müdahale ettiler. Yetmedi. Rengine de müdahale ettiler. Yetmedi. Kokusuna da müdahale ettiler. Yetmedi. Tadına da müdahale ettiler. Yetmedi. Vitamin, enzim ve elementlerine de müdahale ettiler. Yetmedi. Türün devamı kodlarını içeren çekirdeğine de müdahale ettiler. Yetmedi. Kendisini, tüketenin DNA’sına kopyalayan trans-genleri ürettiler. O’da yetmedi. Ekildiği toprakları de değiştiren, zehirleyen katkılar koydular. Yine yetmedi.
Şimdi ki gizli hedefleri…
IRKLARA GÖRE ayrı etki ve tesir gösteren Biyolojik Gıda Silahları üretmek. Bir başka değişle; ırka göre hazırlanmış, yani yalnızca O ırkı hasta edecek, kısır bırakacak, hatta imha edecek Gıda Silahları üretmek. Tek kaygıları bu gizli zehirli GDO savaşlarından kendilerinin de etkilenmeleri. Görünen odur ki, keşfettikleri şeytan zehrinin panzehirlerini henüz bulamamışlar. Nasıl mı anladım? Eğer bulunmuş ve denenmiş olsaydı bu panzehir KİTLESEL ÖLÜMLER çoktan başlamış olurdu.
Mevcut duruma bakınca çıldırmamak elde değil…
Halen, Tarım ve Köy işleri Bakanlığımızın 115.000 çalışanı var.. 70 üniversitemiz, 30 ziraat fakültemiz ve 50 tarım araştırma enstitümüz bulunmakta. Ne yapar bumlar? Bulmaca mı çözerler? OK’ mi oynarlar… Veya durumun vahametinin farkında olup susarak bu cinayetlere ortak mı olurlar? Daha da ayıbı ise, içlerinde sayısız idealist gençlerimizin de bulunduğu tam 10 bin işsiz ziraat mühendisimizin göz göre göre harcanmasıdır. Ne aymazlıktır ki, veya nasıl bir işbirlikçi ihanettir ki, Türkiye tohumda tamamen dışa bağımlı hale getirilmiştir. Yoksa tüm bu rezaletler üç beş adet saltmış veya kiralanmış züppe siyasetçinin cebi için mi yaşanmaktadır? Frankeştayn tohumların icadı-mucidi ve doğal patronu şeytanın araştırmacıları, genleriyle oynayarak, gül ile limon kokulu domates yetiştirdiklerini gazetelerin Internet sayfalarında gururla yazıyorlar. Saklamıyorlar artık. Habere göre, istediğiniz şekle sahip domatesleri bile bulabilirsiniz; çekirdeksiz, kalp şeklinde, salatalık şeklinde, dilimli...
Genlerle oynama meselesi yüzde yüz doğrudur…
Bu tohumların bir ekimlik olduğunu bilmeyen yok. Yani bir defa tohum almakla kurtulamıyorsunuz. Bir gram tohumun fiyatı her dönemde bir gram altına denk. Üstelik bu Frankeştayn tohumlarını toprağa bir ektin mi artık isteseniz de yerli tohuma dönemiyorsunuz. Genetik tohum o toprağa da zarar veriyor. Artık hep bu genetik tohumu kullanmak zorundasınız. 50-70 yıl sonra ise toprak kanserojen maddelerle dolduğu için artık tamamen kullanılmaz hale geliyor.
Acı bir örnek…
Türkiye'nin patates deposu olan Niğde ve Nevşehir bölgelerinde yetiştirilen patateslerde kanserojen maddeye rastlandığı için artık patates ekimine izin verilmemesidir. Yani Frankeştaynlar şeytan tohumlarını tek başına satmıyor. Tohum alana hastalığı bedava.... Bu şeytan tohumların içine hastalık yerleştirenler, bu sayede zirai ilaç satımını da garanti altına almış oluyor. Bütün bu acı tabloya rağmen Türkiye'de yabancıların menfaatine çalışan bir patent sistemi işletiliyor. Çok korkunç. Köylü kendi bahçesinde tohum bırakamayacak. Yoksa uluslararası mahkemede yargılanacak! Şu anda dünyada bu şeytan tohumlarını kullanma yasası çıkartan ilk ülke işgal altındaki Irak'tır. İkincisi de biz olacağız.
HENÜZ SONA GELİNMEDİ.
DAHA VAKİT VAR!
Anlayalım, anlatalım, eyleme geçelim. Bildiğimiz kadar ve elimizden geldiğince. Tabii eğer çocuklarımızın da, torunlarımızın da, neslimizin de bu topraklarda yaşamaya devam etmelerini istiyorsak !
Ali Aslan Dumanol
Eğitimci, Düşünür, Yazar
AMAN SÖZÜN AZ OLSUN, AYDIN OLSUN
IŞIK SAÇSIN, BAKAN KÖRE GÖZ OLSUN!
UNITED-TURKS Birleşmiş Türkler

16 Eylül 2010 Perşembe

SÜRDÜRÜLEBİLİR VE EKOLOJİK TARIM DERNEĞİ BAŞKANI HAMDİ DAĞ'IN "GAZETECİLER CEMİYETİNİ" ZİYARETİ
16 Ağustos 2010, 15:38 Yüksel İbicioğlu
SÜRDÜRÜLEBİLİR VE EKOLOJİK TARIM DERNEĞİ BAŞKANI HAMDİ DAĞ OSMANİYE-KADİRLİ GAZETECİLER CEMİYETİ BAŞKANI MUZAFFER YÜKSEL KAYA’YI ZİYARET ETTİ
Merkezi Ankara’da olan Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım Derneği (Sustainable and Ecological Agriculture Association) başkanı Hamdi Dağ , Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Muzaffer Yüksel Kaya’yı Akarca Yaylasında ki evinde ziyaret ederek bilgi alışverişinde bulundu.
Kadirli’de Kamu Yararına dernekler statüsündeki Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım Derneği için temsilcilik açma amacıyla bulunduğunu anlatan Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım Derneği başkanı Hamdi Dağ; son dönemlerde endüstriyel gelişime bağlı olarak hızlı bir nüfus artışıyla karşı karşıya kalındığını bu yüzden de sanayi ve evsel atıkların doğal çevrenin temel unsurları olan toprak su ve havanın kirlenmesine yol açtığını söyledi.
Çevre kirliliğini önlemek aynı zamanda tarım topraklarının verimliliğini korumak için çevre dostu tarım sistemlerine ihtiyaç olduğunu anlatan Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım Derneği başkanı; tarım alanlarında geleceğe dönük olarak yenilenebilir enerji kaynakları ve dönüştürülebilir tarımsal girdi kullanılması gerektiğini belirterek:’’ Bu tür çevre dostu tekniklerle temiz ve sağlıklı tarım ürünleri üretmeliyiz. Bu bizden sonraki neslin geleceği için de çok önemlidir dedi.
Yöre bir tarım coğrafyası olduğu halde çiftçinin hala kendi çabalarıyla ayakta durma mücadelesi verdiğini söyleyen Kadirli Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Muzaffer Yüksel Kaya: ‘’Bölgede tarım hala ilkel usullerde yapılıyor. Üreticilerin kullandıkları tarım girdilerinin geri dönüşümü ile ilgili bilgileri olmadığı gibi bu konuda onları yönlendirecek bir kurum da ortada görünmüyor. Can çekişen tarım sektörü için Sürdürülebilir Ekolojik Tarımı gerçekten önemsiyorum. Bu arada şunu da belirtmeliyim ki tüketiciler ekolojik ve sürdürülebilir organik tarım konusunda daha bilinçli görünüyor, bu da organik tarım için pozitif bir olaydır’’dedi.
Serbest Tarım Danışmanı İsmet Soytorun’un ofisinde faaliyet gösterecek olan Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım Derneği Kadirli Temsilciliğinin yöredeki organik tarıma destek olması bekleniyor.