25 Mayıs 2012 Cuma

AÇIKLAMA: AB Programları "Hibe Destekleri"

AÇIK HİBE PROGRAMLARI
IPARD AB Kırsal Kalkınma Hibe Destekleri 6 Etap Çağrısı Yayınlandı
Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK) tarafından yürütülmekte olan IPARD Hibe Programı kapsamında 20 ilde tarımsal işletmelere 1.000.000 Euro'ya kadar hibe desteği verilecek. Hibe Programı kapsamında et ve süt sektöründeki üreticiler, et ve süt işleme ve pazarlama faaliyeti gerçekleştiren işletmeler, meyve-sebze işleme, su ürünleri, kıyı balıkçılığı ve kırsal turizm alanında faaliyet gösteren/gösterecek üretici, işletme, kooperatif ve üretici gruplarına hibe desteği verilecektir. Projeler için son başvuru tarihi 9 Temmuz 2012'dir. 
**
İzmir Kalkınma Ajansı tarafından İzmir'de kar amacı gütmeyen kuruluşlara yönelik 2012 Doğrudan Faaliyet Desteği başlamıştır. Program kapsamında İzmir'de önceliklere uygun projelere 85.000 TL'ye kadar destek sağlanacaktır. Projeler için son başvuru tarihi 9 Kasım 2012'dir. 
**
Kredi Garanti Fonu tarafından AYF ile işbirliğinde KOBİ'leri geliştirmek, yeni yatırımları desteklemek, kırsal kesimdeki girişimciliği artırmak, kırsal kesimdeki nüfusu yerinde tutmak ve istihdamı artırmak amacıyla 112.5 Milyon Euro'luk bir kaynak tahsis edilmiştir. 

EĞİTİM VE SEMİNERLER
Hayvancılık Hibe, Kredi ve Teşvikleri Seminerleri (8 Haziran 2012 Cuma, İzmir) (9 Haziran 2012 Cumartesi, İstanbul)
Kipu Kurumsal Kaynak Geliştirme Merkezi tarafından 8 Haziran 2012'de İzmir'de ve 9 Haziran 2012'de İstanbul'da Hayvancılık Hibe, Kredi ve Teşvikleri Semineri düzenlenecektir. Hayvancılık sektöründe faaliyet gösteriyorsanız ya da göstermek istiyorsanız, gerçekleştireceğiniz yatırımınızda hibe ve kredi imkanlarından faydalanmak istiyorsanız, ancak mevcut destekler, hibe ve kredi olanaklarıyla ilgili doğru bilgiye sahip olmadığınızı düşünüyorsanız seminerlerimizi kaçırmayınız.

İNSAN KAYNAKLARI
Kipu Kurumsal Kaynak Geliştirme Merkezi'nin İzmir merkez ofisinde istihdam edilmek üzere Yönetici Asistanı aranmaktadır.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

ÇEVRE FELAKETİ YAŞIYORUZ
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
“Ne kadar zengin ve gelişmiş olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında, uşak olmak katından yüksek bir işleme uygun sayılamaz.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
*** 
Değerli arkadaşlar,
Güzel ülkemizde ve dünyamızda; küresel sermaye ve AB-D emperyalizminin ekonomik çıkarı yüzünden sağlıklı ve mutlu yaşamımız giderek tehlikeye düşmektedir. Bizden sonraki nesillere de daha riskli ve kirli bir dünya bırakacağız.
Pek çok gelişmiş ülkede, yaşanan çevre felaketlerine karşı hem siyasal hem de sivil toplumsal örgütleri ile gereken tepkilerini çok güzel ortaya koymaktadır. Ne yazık ki güzel ülkemizde siyasi yaşam kısırlaştı ve sadece dinsel siyasete veya etnik kimliğe dayalı hale geldi. Çağdaş demokrasilerde olduğu gibi ülkemizde yaşanan çevre kirliliğine karşı duyarlı bir siyaset ve siyasi güç söz konusu değil.
Hemen hemen her yıl tekrarlanan ve yıllardır devam eden çevre sorunlarımızı dile getirmemiz ve hep birlikte çözümler aramamız gerekir. Yani giderek elden çıkan çevremize ve doğal kaynaklarımıza sahip çıkmalıyız. Örneğin;
Bir doğal gaz deposu bile yapılamadı (09.02.2012-Cumhuriyet). Türkiye elektrik ihtiyacının %45 ini karşıladığı doğalgazı depolamak için bir türlü önlem almadı. Sadece Silivri’de TPAO’nun işlettiği şebekeye günlük 17 milyon m3 gaz basabilen depo tesisi var. Yıllık tüketim 49 milyar ve en az 6-8 milyar m3depolamamız gerekiyor. BOTAŞ’ın Tuz gölündeki depolama alanları ise bir türlü bitmedi. Bu depolar yapılsa, doğal gaz için her yıl İran ve Rusya’dan almadığımız halde ödemek zorunda kaldığımız yaklaşık 1,2 milyar $’lık boşuna ödeme de yapılmayacak.
Siyanürü atan, Üsküdarı geçmiş (03.03.2012-Cumhuriyet). İzmir, Kozak yaylası ve Bergama-Ovacıkta işletilen Altın madenlerindeki havuzların genişletilmesini içeren ÇED raporunun iptali için 3 yıl önce açılan davaya ancak bilirkişi ataması yapıldı. Ancak havuzlar bu süreçte görevini yapmış, doğayı kirletmiş ve işlevlerini 6 ay önce bitirmişler. Yani iş bittikten sonra keşfe gidilmiş!!!
Felaketi fırsata çevirdiler (03.03.2012-Cumhuriyet). Bir deprem bölgesi olan Kütahya’da, Eti Gümüş A.Ş.’nin siyanür barajı çöken gümüş madeninde, üretim kapasitesi artarken yeni siyanür barajları oluşturulmaya çalışılıyor. Sızan Arsenik yüzünden maden yakınındaki Dulkadiroğlu köyünde nerdeyse kimse kalmadı.
Narenciyenin de genine göz diktiler (02.03.2012-Cumhuriyet). 2000 dekarlık birinci sınıf tarım arazisine yerleşke yapılacak. Adana-Çukurova Üniversitesi yerleşkesindeki narenciye gen bahçesinin de bulunduğu 2000 dekarlık alanın Yeni Kurulan Üniversiteye verilmesi söz konusu. Aynı zamanda Adana kentinin akciğeri konumunda olan alan, Akdeniz kırmızı toprağına ve özel bir ekosisteme sahip.
Ölüm Santralı (31.02.2012-Milliyet). Muğla–Yatağan termik santrali yüzünden, 2 yılda 35 kişinin akciğer kanserinden öldüğü ve 60 kişinin da tedavi altında olduğunu Muğla il sağlık müdürlüğü tarafından yapılan araştırma ortaya koydu.Sinop’un, Gerze ilçesi Yaykıl köyünde de ithal kömüre dayalı bir başka termik santral inşa edilecekmiş.
Arıların 4 de biri kayıp (23.02.2012-Milliyet). Tüm dünyayı endişelendiren arı kayıplarıyla ilgili uluslararası araştırmaya göre 2011 de Türkiye’de ortalama arı kaybı %25 oldu. Bu kayıpların nedenleri arasında arı kolonilerini etkileyen nosema cerenae, İsrail akut paraliz virüsü gibi patojenlerin ve pestisitlerin hoyratça kullanımı ve kötü beslenme bulunmakta.
Yönetmelik bekliyor, atıklar zehir saçıyor (28.04.2012-Cumhuriyet). Türkiye’de zehirli kurşun ve fosforla üretilen 40 milyona yakın tüplü TV ve monitör(CRT) bulunmasına karşın, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının elektronik eşya atıklarıyla ilgili yönetmeliği 2 yıldır taslak halinde bekliyor.
Çernobilin sabıkalısı Akkuyuda (27.04.2012-Cumhuriyet). Çernobil nükleer santralı patlama faciasının 26. Yıldönümünde Ankara’da Greenpeace üyelerince yapılan eylemde, Çernobil santralını yapan Rosatom şirketinin, Akkuyuda yapılacak nükleer santralı da kurmaya kalkışması protesto edildi.
2B için ortak feryat (29.04.2012-Cumhuriyet). 18 Nisanda geçen yasa ile 2B arazileri satışa çıktı. 410 bin hektarlık Orman alanları ile birlikte tarım alanlarımızın da satılması kaygısını taşıyoruz. Keşke elden çıkan Orman alanlarımızın satılması yerine yeniden ağaçlandırılması yapılsaydı. Yabancılara mülk satışlarında mütekabiliyet (karşılıklılık) koşulunun kaldırılmasını da kabul edemiyorum.
Bir HES cehennemi yaratılıyor (02.05.2012-Cumhuriyet). Ordu-Çambaşa yaylası 1991 yılında turizm merkezi ilan edilmişti. Şimdi ise Orduda 80 e ulaşan HES inşaatları yüzünden yüzlerce ağaç kesildi ve yeşil örtü tamamen yok edildi. Neredeyse tüm derelerin 49 yıllığına özel sektöre kiralandığı belirtiliyor.
Balık soykırımı yaşanıyor (01.05.2012-Cumhuriyet). TURMEPA genel başkanı Sn. Rahmi Koç, Marmarada 42 yıl önce 127 tür vardı, şimdi ise 4-6 tür kaldığını belirterek, Karadeniz’de ise 52 türün de 26’ya düştüğünü açıkladı.
Değerli arkadaşlar,
Umarım, yukarıda sıralamaya çalıştığım çevre felaketlerine karşı sizlerin, STK’ların, tüm yöneticilerimizin ve danışmanlarının dikkatini çekebilirim, gereken önlemleri de zamanında ve hep birlikte alırız.
Özellikle çevre kirliliği için alınması gereken önlemler ne kadar gecikirse, olası çözümlerinde o kadar zorlaştığı sonucunu, bilgilerinize sunmak isterim. Aksi halde dünyamızı ve onun en güzel ülkesinin doğal yaşam olanaklarını göz göre göre kaybedeceğiz.
Sevgi ve saygılarımla (09.05.2012)
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
NOT:
1- Maden Tetkik Arama (MTA) Genel Müdürlüğü tarafından yapılan arama sonuçlarından sonra, 25 Jeotermal alan ihaleye açıldı (28.02.2012-Cumhuriyet).Umarım güzel ülkemizin öz ve temiz enerji kaynaklarından sayılan bu alanlardan en kısa sürede ve en iyi şekilde, ulusal çıkarlarımız doğrultusunda yararlanırız.
2- Yöneticilerimizin Çin seferinden sonra Ağaoğlu grubu ve Lide Enerji, Sinovel Grubu ile 600 + 600 MW kapasiteli rüzgar santralleri, Akfel grubu da China Sun Energy ile de 350 Milyon $’lık Güneş Paneli üretimi anlaşmaları yapmışlar. Bu anlaşmalarla temiz enerji üretimlerinin en kısa zamanda gerçekleşmesini dilerim.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Türk Bahçesi ve Çevre Bilinci.,,

TARİHSEL SÜREÇTE "TÜRK BAHÇESİ" ÇEVRE BİLİNCİ ve KÜLTÜREL ETKİLEŞİM
Tarihsel süreç içinde tüm güzel sanatlar ve mimari eserlerin oluşumunu etkileyen kültür, Türk bahçe sanatının da önemli bir belirleyicisi olmuştur. Toplumsal olaylardan felsefi ve dini yaklaşımlara kadar çeşitli akımlardan etkilenen bahçe olgusu ve bitki kullanımı, somut bir kültürel bileşendir. Türk bahçesi, binlerce yıl içinde çeşitli kültürlerin ve coğrafyanın etkilemesi sonucu oluşmuş bir yapıdır. “Gezginliğinin sonucu olarak, Türklerin doğa kavramı bahçe sınırları içinde kalmamış; ovalar, ırmaklar ve dağlar ölçeğinde düşünülmüştür. Göçebe gelenekleri olan ve geçimini kurak yerlerden sağlamış bir milletin toprağı hem sürekli, hem de salt zevk için düzenleme kavramını ancak devletin yerleştiğine ve koruyucu kudretine mutlak inancının yer edişinden sonra benimsemiş olması çok doğaldır. Orta Asya’daki Türk kültürünün önemli izlerinden biri olarak, Semerkand’ı saran park ve bahçelerin varlığı bilinmektedir. Genellikle Orta Asya’nın ortak bir bahçecilik kavramı geliştirdiği düşünülürse; en eski Türk bahçelerinin özelliklerini İran, Çin ve Hint bahçelerinde aramak olasıdır. Ayrıca Hindistan’da Türk İmparatorlarınca yaptırılmış ve hala genel özelliklerini kaybetmemiş bahçeler vardır” (Aslanoğlu Evyapan 1972: 9-11).
Eski Türk inancına göre; gök, dağ, taş ve ağaç yaratanın tecellisidir ve dolayısıyla kutsaldır. Bu inanış, kültürel devamlılığın bir sonucu olarak Türk bahçe sanatına her dönemde yansımış ve bahçenin biçimlenmesinde önemli bir faktör olmuştur.
Türklerin göçebelik döneminde doğa ile olan ilişkileri, yaylaklar ve kışlaklar arasındaki gidiş gelişler ile kurulmuş ve Türklerin bağı-bahçesi yaylaklar olmuştur. Anadolu’ya yerleşerek sürekli devletler kurduklarında göçebelik kavramından giderek uzaklaşan Türklerin yayla serüveni, kültürel bir birikimin devamı olarak günümüzde de sürmektedir. Onuncu yüzyılda Türklerin bir kolunun İslam dinini kabul etmesiyle doğa ve bahçe anlayışı yeni bir boyut kazanmıştır. Örneğin; doğu felsefesinde yer alan ve daha sonra dinsel inanç düzeyine yükselen “Cennet Bahçesi” düşüncesi bu ilişkiler içinde belki de en anlamlı ve somut olanıdır. Nitekim İslam dini Kur’an’da “Cennet Bahçeleri”ni tanımlamakta ve bu konuda özendirici uyarılarda bulunmaktadır. Kuşkusuz bu mesajların dünyada cenneti andıran bahçeler oluşturulmasına katkısı büyüktür.
Türkler İslamiyet’in kabulünden sonraki dönemlerde de eski inançlarını ve bu inançlara bağlı olarak gelişen uygulamalarını silip atmamışlar, bu inanç ve pratiklerin bir kısmını kabul ettikleri yeni dinin içinde devam ettirmişlerdir.
Orta Asya’daki eski Türk topluluklarının inanç sistemlerini oluşturan “Tabiat Kültü” ve “Gök Tanrı Kültü” etkisini günümüze kadar sürdüren inanç ve pratikler arasında sayılabilir (Ergun 2004: 10-16). Tabiat Kültü, doğada görülen her şeye; ağaç, ırmak, dağ tepe gibi ruh ve canlılık atfedilmesi inancıdır.
Gök Tanrı Kültü ise; çok tanrılı doğacılıktan zamanla tektanrıcılığa yönelmeyi belirtmektedir. Dolayısıyla Türk inancının belirgin karakteri, kendine özgü bir tür doğacılıktır (Kabaoğlu 2008: 1). Bu inanç ve pratikler, Türk bahçelerinin ve bahçede kullanılan elemanların biçimlenmesinde de rol oynamıştır.
Batı kültürünün etkisinden önce Türk bahçesi, düzenin yalınlığı, yaşam mekânı olması ve işlevselliği ile tanımlanır. Bu dönemde, yapı ile bahçe arasında simetriyi yaratan belirgin bir aks yoktur. Bahçede; dış mekânda oturma ve yemek yeme alanları ana yapılar ile bütünlüğü sağlar, eğimli alanlarda arazi formu ile bahçe arasındaki ilişki teras bahçeleri ile yaratılır ve terasların her biri farklı işlevlerde değerlendirilirdi. Bu nedenle; Türk bahçesinin en önemli karakteristiklerinden biri, bahçede yer alan plan elemanlarının simetriye dayalı tasarımı ortaya koymasıdır. Doğaya olan saygı, doğal form ve düzenden hoşlanma duygusunu bahçe tasarımında izlemek mümkündür (Öztürk 2008: 1).
Öte yandan; Anadolu’nun kendine özgü iklimi, coğrafi özellikleri, toprak verimliliği ve farklı birçok bitkinin yetişmesine olanak tanıması Türk bahçesi karakteristiğinin oluşumuna önemli katkılar sağlamıştır (Kuş Şahin vd. 2009: 172).
İslam dininin Orta Asya’da yayılışından hemen sonra büyük düşünür ve Türk bilgini Ahmet Yesevi’nin Türkistan’daki ocağında yetişenlerin ve onların yetiştirdiği erenlerin, temeli hoşgörüye dayalı felsefi yayılışları, Anadolu kültürü ile buluşmuş ve günümüze kadar örnekleri ulaşan mimari ve dış mekân kültür örneklerini ortaya çıkarmıştır. Bu kültürün en önemli örneklerinden biri de Hacı Bektaşi Veli Külliyesi ve bahçesidir. Sadelik, formal yapı, dörtlü sistem, bitki ve hayvan figürleri, geometrik formların ve kesişmelerinin ortaya çıkardığı süsleme ve bezeme ögeleri ile külliye, o dönemin dini yapı bahçesinin özgün bir örneğidir.
Başta İtalya olmak üzere çoğu Avrupa ülkesinde görülen Rönesans bahçelerinin kökeni ise sanıldığı gibi klasik Yunan ve Roma değil, İspanya ve Asya’nın İslam bahçeleridir. Kültürlerarası etkileşimin ve kültürel birikimin sonucu olan Rönesans bahçeleri; orta çağdan gelişmiş, ortaçağ ise, bizzat doğu ve özellikle Türk- İslam bahçesi örneklerinden ilham almıştır. Avluları, su çanakları, havuzları, fıskiyeleri, tüm mimari elemanları, bezeme unsurları, bitkileri ve formal tasarımı ile tanınan tarihi Rönesans bahçelerinin bu özellikleri Orta Asya’da doğmuş ve İslamiyet’in etkisiyle yeşermiş olan Türk bahçe sanatının uzantılarıdır.
Selçuklu ve Osmanlı döneminde Türk bahçesinin ana nitelikleri en yalınından en varlıklısına kadar her bahçede görülmüştür. Selçukluların Anadolu’da bir güç olmasından sonra ise Selçuklu sultanları geniş bahçe ve avlulara sahip saraylar yaptırmışlardır (Erdoğan 1997: 26). Bu bahçe ve avlular; suyu bol bir yerde kurulmuş, meyve ağaçlarının ve çiçeklerin yoğun olduğu, çeşmelerin bulunduğu cennete benzetilerek tasarlanmışlardır. 14.yy sonunda Anadolu’da bir imparatorluk haline gelen Osmanlılar, büyük ölçekli bahçeler, mesire yerleri, çayır alanları, halka açık doğal parklar ve daha içe dönük konak ve konut bahçeleri oluşturmuşlardır (Erdoğan 1997: 27). Osmanlı İmparatorluğu’nda özellikle Kanuni Sultan Süleyman dönemi bahçe ve çiçek kültürü açısından çok parlak bir dönem olmuştur. Bu kültür, Avrupa’yı da etkisi altına almış ve Türklerin bahçeye ve çiçeğe çok değer verdiği, ayrıca Türkler arasında bir çiçek dilinin bulunduğunu ve her çiçeğin bir anlam ifade ettiği birçok Avrupalı gözlemci ve sanatçı tarafından sıklıkla dile getirilmiştir (Atasoy 2003: 63-65). Bu bahçeler tarihsel, dönemsel ve kültürel birikimin bir sonucu olarak benzerlik ve ortak özellikler göstermektedirler.
Cumhuriyet Türkiyesi’nde ise; yapılan tüm köklü reformlara paralel olarak kentlerin imarına önem verilmiş ve kentlerde yeni sosyal yapı çerçevesinde parklar, bahçeler ve kent meydanları gibi mekânlar oluşturulmuştur. Ancak; Cumhuriyetin ilk yıllarında kültürel mirasın korunmasına, sürekliliğine ve bunun yansıması olan mekânsal kullanımlara gösterilen özen zamanla yerini kültür erozyonuna bırakmış ve kentlerin yaşadığı hızlı sosyolojik değişimler, kültürel birikimleri hiçe sayan kimliksiz mekânların ve bahçelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Türk Bahçelerinin Genel Özellikleri
Türk bahçeleri; Türk kültürünün binlerce yıllık birikimi, kültürel, coğrafi, felsefi, dini etkileşimlerin ve inançların bir ürünüdür.
Türk bahçe sanatında genel bir değerlendirme ile işlevsel ve mimari bakımdan birbirlerinden tamamen farklı iki bahçe tipinden söz etmek mümkündür.
Birinci tip; dış bahçe ve doğa ile bütünleşen büyük ölçekli bahçeler, mesire yerleri ve benzeri alanlar, ikinci tip ise; iç bahçe ve mimari ile bütünleşen içe dönük ev, konak ve saray bahçeleridir.
Bu kapsamda Türk bahçelerinin genel özellikleri aşağıdaki gibi özetlenebilir:
• Doğa ile uyumlu bahçeler, doğaya saygı ve en az müdahale bahçeyi biçimlendiren temel anlayıştır. Tasarımda sadelik ön plandadır.
• Türk kültüründe maneviyat ve ögeye anlam yükleme, Türk bahçesinin ayırıcı bir özelliğidir.
• Göçebe yaşantısının bir kalıntısı olarak dış mekânda yaşamaya büyük önem verilmiştir. Bu nedenle en küçük konuttan saraylara kadar yapılan yer seçiminde öncelikle arazinin genel konumuna, eğimine ve manzarasına dikkat edilmiştir (Aslanoğlu Evyapan 1972: 9-11).
• Aksa dayalı planlara genellikle iç bahçelerde rastlanır. Diğer bahçelerde kesin bir aks yoktur ve doğaya yakın düzenleme esastır.
• Var olan akslar çok sayıda ve yumuşatılmıştır (Aslanoğlu Evyapan 1974: 44-47).
• Setler ve sofalar arazi düzenleme zorunluluğundan doğmuş biçimlerdir. Bu zorunluluğun olmadığı alanlarda arazi doğal biçimi ile korunmuştur.
• İç bahçelerin ev ile yakınlıkları en fazla dikkat çeken özelliklerindendir. Bu özellik ev ile bahçenin bir bütün olarak kabul edildiği ve bahçenin sanki açık havada zaman geçirmeye ayrılmış bir ev bölümü sayıldığını göstermektedir.
• Türk bahçelerinde yer alan ve taşlık diye adlandırılan yarı açık mekân ile bahçe ve bina arasındaki ideal bağlantının sağlanması amaçlanmıştır
(Eldem 1976: 291).
• Türk bahçelerinde bahçe zemini ya doğal kaplamasıyla ya da toprak olarak bırakılmıştır. Konuta yakın bölüm ile havuz, çeşme başı gibi belirgin alanlar taş, mozaik ve benzeri malzeme ile kaplanmıştır (Aslanoğlu Evyapan 1972: 44-47).
• Bitkilere müdahale edilmemiş ve doğal formları korunmuştur. Budama sanatı ancak 18. yy sonlarına doğru ve yalnız şimşir ve mazı gibi bitkilerde uygulanmıştır.
• Türk kültüründe ağaç, tek başına bile kutsallık ve kişilik sahibidir. Türklerde ağacın kutsal ve doğanın simgesi olduğu inancı ile ağaç, bahçenin önemli bir unsuru olmuştur.
• Türk bahçelerinde işlevsellik önemlidir. Bahçede kullanılan ağaçlar; gölge, koku, renk özelliklerine göre seçilmiş, bahçe sınırında daha yoğun ağaç kullanılırken, iç kesimlerde gölge ve görsel amaçlı bitki kullanımına özen gösterilmiştir (Erdoğan 2009: 823-835). Çınar, dişbudak, ıhlamur, karaağaç, çitlembik, meşe, defne, erguvan ve ahlat en fazla kullanılan ağaç türleridir. Diğer ağaç türlerinin yanı sıra bahçelerde meyve ağaçlarına, üzüm bağları ve sebze bahçelerine de yer verilmiştir (Erdoğan 1997: 97).
• Türk bahçe düzenlemesinde çiçekler özel bir yere sahiptir. Kokulu ve göze hoş görünen çiçeklerde renk ve tür karmaşıklığı görülmez (Aslanoğlu Evyapan 1972: 44-47).
• Su, bahçenin hiçbir zaman eksik olmayan bir elemanıdır. Deniz, dere, havuz ve hatta en basit şekli ile çeşme olarak su, bahçe içinde mutlaka yer almıştır. Akar ya da hareketli su durgun suya tercih edilmiştir.
Yukarıda özetle ve genel hatlarıyla verilmeye çalışılan Türk bahçesinin genel karakteristiğinin, farklı kültürel etkileşimlerin bir sentezi olduğu ve ayrıca, yapıldığı dönemin ayırıcı kültürel özelliklerini de yansıttığı göz ardı edilmemelidir.
(…)
İlkden Tazebay-Nevin Akpınar
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü /ANKARA
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü /ANKARA
Sayın Tazebay ve sayın Akpınar’a ait bu çalışmanın tamamını okuyabilmek için (pdf): 396.pdf

4 Mayıs 2012 Cuma

"SÜT FURYASI"

Hangi süt patronu çiğ süt fiyat istikrarını küçük işlerden görüyor?

Hangi Süt Patronu Çiğ Süt Fiyat İstikrarını Küçük İşlerden Görüyor?
Çapar KANAT
Sütaş Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Muharrem Yılmaz 25 Nisan 2012 tarihli Hürriyet Gazetesinde Vahap Munyar’ın okul sütü projesi ile ilgili ‘’ Bu uygulama süt fiyatlarının dengelenmesine de katkıda bulunacak değil mi  ? sorusuna
-  ‘’Ben okul sütü projesine bu açıdan bakmıyorum. Hükümet süt (çiğ)fiyatlarını dengelemek için süt tozu desteğini benimsedi.Süt fiyatları çok düştüğü anda destek devreye giriyor. Süt tozu üretimi gündeme geliyor. Hem süt tozu ithalatı da önlenmiş oluyor.’’
-  ‘’Yine de tüketimi artırıcı rolü, sektörün önünü açacak değil mi? ‘’
-  Öyle ama ben okul sütü uygulamasının ‘’ fiyat istikrarı ‘’ gibi küçük işlerle karıştırılmaması gerektiğine inanıyorum. Okul sütünün en büyük rolü, tüketim alışkanlığı yaratması olacak. Bu alışkanlık ileri yaşlarda da süt tüketimini beraberinde getirecek.
Sayın Vahap Munyar’ın,küçülen hayvancılığımıza karşın  büyüyen Endüstriyel Süt Sektörünün  önde gelen firmalarından Sütaş’ın patronu ile söyleşisinde çiğ süt fiyatlarında ‘’fiyat istikrarını ‘’ ‘’ küçük işler olarak görmesini yadırgamıyoruz. Çünkü ‘’kasap et derdinde koyun ise can derdinde’’ Çiğ sütü üreten bizlerin canı çiğ sütfiyatlarında ve fiyat istikrarında!
Sütaş Yönetim Kurulu Başkanı ve patronu sayın Muharrem Yılmaz’ın ‘’ küçükişler ‘’ olarak gördüğü husus bu ülkede sayısı 800 bin aileyi bulan çiğ sütüreticilerinin geçimidir, yaşam kaygılarıdır, ülkede hayvancılık sektörünün dinamosu sayılan çiğ süt üretiminin sürdürülebilirliğidir.
Sayın Muharrem Yılmaz’ın gördüğü küçük işler;  ‘’ çiğ sütte fiyat istikrarı ‘’ nı bozmaktan dolayı endüstriyel süt sektörünün birçok mensuplarının çiğ süt satın alışlarında rekabet kanunlarına aykırı işlemlerden dolayı yargılanıp hafif paracezası aldıklarını rekabet kurumunun kararlarında okuduklarında büyük mü, küçük mü işler olduğuna karar verebilirler.
Çiğ sütte fiyatistikrarsızlığı ‘’ küçük işler ‘’dir ve serbest piyasanın değil tamamen endüstriyel süt sektörünün kontrolü altındadır ve ucuz hammadde eldeedilebilmesinin yegane unsurudur.
Çiğ Sütte fiyatistikrarsızlığı ‘’küçük işler’’dir, çiğ sütü 60-80 kuruştan satın alıp kutulayınca  fahiş bir rakam olan 2,5 TL ‘yasatmakta büyük kazanç sağlar.
Çiğ Sütte fiyatistikrarsızlığı ‘’küçük işler’’dir, 2008 yılında 1 milyon süt ineğini kasaba gönderir
Çiğ Sütte fiyatistikrarsızlığı ‘’küçük işler’’dir, 2009 yılında süt tozu parasal teşvikli politikalarını başlatır
Çiğ Sütte fiyatistikrarsızlığı ‘’küçük işler’’dir, üç yılda 90 milyon TL Süt tozu teşvikine para ödenir
Çiğ Sütte fiyatistikrarsızlığı ‘’küçük işler’’dir, uht süte 2012 yılı için 90 milyon okul sütü projesine para ayırtır
Çiğ Sütte fiyatistikrarsızlığı ‘’küçük işler’’dir, çiğ süt litre başına, hayvan başına, yem bitkileride kar başına 2008 yılından beri 5 milyar kaynak harcanır.
Çiğ Sütte fiyatistikrarsızlığı ‘’küçük işler’’dir, sıfır faizli hayvancılık yatırımlarına sübvansiyonlarda 5-7 yıl için 2 milyar TL ödenecektir..
Çiğ Sütte fiya tistikrarsızlığı ‘’küçük işler’’dir, ülkede canlı hayvan varlığını düşürdü  ve bunun sonucunda canlı, kasaplık, besilik,damızlık canlı hayvan ithalatını başlattı
Çiğ Sütte fiyatistikrarsızlığı ‘’küçük işler’’dir, et, canlı hayvan ithalatında 2,5 milyar cari açık yarattı.
Çiğ Sütte fiyatistikrarsızlığı ‘’küçük işler’’dir, çiğ süt ve damızlık hayvan üretimini imkansız kılar
Çiğ Sütte fiyatistikrarsızlığı ‘’küçük işler’’dir yerli damızlık hayvan ve çiğ süt üretimibiter ise endüstriyel süt sektörümüz için AB’nin ithal, ucuz,  kabul edilebilir değerlerde melaminli de olsa süt tozu ile pekala kutu süt, yoğurt ayranı  yurt içi fabrikalarda yapılıp üstelik üstüne süt tozundan yapılmıştır yazıları etikete konulmadan satılabilir.
Tüyü bitmemiş çocukların,karındaki ceninlerin, kadınlarımızın, kızlarımızın gelecek nesillerin hakkı olan bu kamu kaynakları Sayın Muharrem Yılmaz’ın gördüğü ‘’ küçük işler ‘’ için harcanmaktadır.Üstelik harcanan bu kaynaklar ne hayvancılık sektörünü ne de çocuklarımızı büyütmektedir, ancak ve ancak ölçülebilir şekilde endüstriyel süt sektörünü büyütmektedir..
Sayın Muharrem Yılmaz için tüketimin artması önemlidir. Teorik olarak tüketim artınca üretenin de kazancı artacaktır. Bu doğru teori içerisinde çiğ sütü üretenler değil  sadece endüstriyel sektör kazanç sağlamaktadır.Bu teorinin çarpık olması  çiğ süt fiyat istikrarsızlığında ve çiğ sütün kazançsız seviyelerde tutulmasındadır.
Çiğ Sütte fiyat istikrarıönemsiz ve küçük işler değil mi? Devlet, öyle ise ‘’Et Ve Süt Kurulu ‘’ kanun tasarısını boşuna hazırlıyor! Devlet böylesine küçük işler ile uğraşmamalı!!!
Çiğ Süt Fiyatlarını kazançsız seviyelerde tutan kim? Serbest Piyasa diyenlere güler geçerim.
Ülke topraklarında çiğ süt  üretiminin, hayvan varlığının azalması gıdagüvenliğine en büyük tehdittir. Ama endüstriyel süt sektörünün ücretli gıda güvenliği danışmanları bu tehdidi tüketicilere maalesef göstermiyor..
Tüyü bitmemiş yetimlerin,gelecek nesillerin hakkı olan üç yıldır yükseltilerek harcanan bu  kamu kaynakları Sayın Muharrem Yılmaz’ıngördüğü ‘’ küçük işler ‘’ için harcanmaktadır.
Çiğ Süt üreticilerinin,damızlık üretenlerin kazançlarındaki fiyat istikrarı ‘’küçük işler ‘’ öyle mi?
Tüketimin artması büyükişler, çiğ süt fiyatlarında istikrar ise ‘’ küçük işler ‘’ öylemi ?
Sayın Muharrem Yılmaz’ın küçük işler olarak gördüğü çiğ sütte fiyat istikrarsızlığı endüstriyel süt sektörünü büyüttükçe büyütüyor, büyüttükçe devleştiriyor, devleştikçedevletleştiriyor.
Önümüzdeki günlerde meclise sunulacak olan ‘’Et ve Süt Kurulu ‘’ kanun tasarısı; çiğ süt üreticilerine,hayvancılık sektörüne, et ve süt tüketicilerine mi yoksa devletleşen endüstriyel süt sektörüne mi hizmet edecek şekilde kanunlaşacak, göreceğiz?
Her sabah bir bardak süt içiniz. 
URL: http://www.ciftlikdergisi.com.tr/?p=27677