SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIM POLİTİKALARI
Hamdi DAĞ, Başkan
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı 1995 Rio de Jenerio’da, daha sonra adı “Dünya Ticaret Örgütü” olarak değişen Gümrük Tarifeleri Ticaret Anlaşmasını (GATT) İmzalamış ve bu anlaşma 1995 yılı Aralık ayında resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Söz konusu anlaşmanın tarım bölümünü okuyan Tarım ve Köyişleri Bakanlığında çalışam bir grup Ziraat Mühendisi, bu anlaşmanın, tarım sektöründe yaratacağı sorunları görmüş ve bu sorunların aşılabilmesi için Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bir dizi uygulama projeleri hazırlayarak sunmuşlardır.
Ancak zamanın üst yöneticileri bu anlaşmayı anlamadıkları için söz konusu projelerinde anlamamış ve kabul etmemişlerdir. Bunun üzerine bu küçük grup “ Sürdürülebilir Tarım Çiftçi Yardımlaşma Derneği” adı altında Bakanlıkta çalışan mühendisler ve Polatlılı birkaç aydın üretici ile Türkiye’de ilk defa sürdürülebilir kavramını kapsayan bir sivil toplum hareketi başlatmıştır.
GATT Anlaşmasının ile Türkiye’de tarım sektörünü mevcut üreticilerle sürdüremeyeceğini ve tarım sektöründe yeni aktörlerin yer alacağı bilindiğinden, Dernek mevcut üreticilerin varlıklarını devam ettirebilmeleri amacına yönelik olarak bu adı almıştır.
Derneğin amaçlar maddelerine bakıldığı zaman sürdürülebilirliğin tanımı ve koşullarının neler olduğu anlaşılmaktadır.
Dernek tüm canlılarda fıtraten var olan neslini devam ettirme iç güdüsünün, sosyal bir boyutu varlığından hareket etmiştir. Doğada var olan ve bildiğimiz tüm canlıların ilk ve temel görevleri kendi nesillerinin devamlılığını sağlamaktır. Darwinin önermeye çalıştığı gibi her canlı, doğada değişime uğrayarak bu günkü formlarını almıştır tezine karşılık, yaratılmış her canlı neslinin devamı için doğadaki ve yaşamdaki değişime uyabilmek, neslini devam ettirebilmek amacı ile sürekli değişim halindedir ve bu değişim devam etmektedir.
O halde sürdürülebilirlik yaşamın devamı ve devamının sağlanması olarak düşünülmelidir. Bu bir canlı olabileceği gibi, bir ülke,bir sosyal kurum, bir sektör ve bir işletme olabilir.
Tarım sektörünün sürdürülebilirliği, bu sektörün kullandığı tüm kaynaların sürdürülebilirliği ve sektör yaşayanlarının ekonomik sürdürülebilirliği ile mümkündür. Tarımın üretim kaynakları tarım toprakları, tarımsal su, güneş enerjisi, gen kaynakları, sermaye ve üreticidir.
Tarım topraklarının sürdürülebilirliği bu toprakların canlılığının, verimliliğinin korunması ve geliştirilmesi anlamını taşımaktadır. Toprağın bi zatihi kendisinin canlı olduğunu 1933 yılında Sovyet Bilim adamları tarafından ispat edilmiştir. Toprak oksijen tüketen bir canlıdır. Bu canlılık sayesindedir ki insan oğlunun işlemediği ve yaşamadığı alanlarda binlerce bitki yaşamakta ve barınmaktadır. Bilim hala toprakta var olan ve toprak alkalileri olarak sınıflandırılan Tantallar grubu elementlerin fonksiyon ve görevlerini çözememiştir.
Ancak 1848 yılında kimyasal gübrelerin tarım topraklarına atılması ile birlikte, tarım topraklarının bu canlılıkları yavaş yavaş yok edilmeye başlamıştır. Canlılar üzerinde en baskın gen tembellik genidir. Toprağa hazır olarak verilen kimyasal maddeler bu toprakta yaşayan canlılarım tembelleşmesine neden olmaktadır. Tembelleşme görev yapmadan uzaklaşmaya ve hazır besin maddelerini tüketmeye yönlendirmekte bunun sonucu olarak , hazır besin maddesi verilmemesi halinde bitkisel üründe verim alınmamasına neden olmaktadır. ABD’ de 125 yıllık çakılı deneme sonuçlarına göre, her 5 yılda bir, topraktan almakta olduğumuz verimi yakalayabilmek için kullanmakta olduğumuz kimyasalları 2 kat artırmak zorundayız. Bu bir taraftan ekonomik olarak üreticiyi zorlarken diğer taraftan da toprakların canlılığı her yıl biraz daha azaltmakta ve sonunda toprak ölmektedir. Bu gün kara alanlarında bu verimsizliğe düşen binlerce dönüm tarım toprağı vardır. Büyük ümitler bağladığımız GAP bölgesi sulama alanlarında da bu ölüm sorunu yaşanmaya başlamıştır. Aral gölü felaketi bunun en canlı misalidir.
Diğer taraftan insan oğlunun ulaşamadığı amazon ormanlarında bitki ve canlı gelişim hızı hala dünyanın en hızlı canlı gelişimidir. Ne su kültürü, ne tam otomatik atmosfer kontrollü seralarda bu bitki gelişimi bu hıza ulaşılabilinmiş değildir.
Bu veriler ışığında tarımsal üretimin ana kaynağı olan tarım topraklarımızın korunması, geliştirilmesi sürdürülebilir tarımın temel görevlerinden biridir.
İkinci temel kaynak sudur. Su tüm canlıların temel maddesi olup, bitkiler için ise ayrıca üretim aracıdır. Dünyamızda hızla tükenen en hayati değer temiz su kaynaklarıdır. Bir su küresi olan dünyamızın temiz su miktarı toplam suyun ancak %11’i dir ve bu kaynak karada yaşayan tüm canlılar tarafından paylaşılmaktadır. Bu paylaşım düşünülerek suyun doğru, yeterli ve zamanında kullanımı sürdürülebilir tarım için vazgeçilmez kurallardan biridir. Bir taraftan tarımda kullanılagelen kimyasalların toprak ve yer altı sularını kirletmesini önlemek, diğer taraftan bitki gelişimi için yeterli ve temiz suyun bitki kök bölgesinde en azından tarla kapasitesinde bulunmasını sağlamak zorunluluktur. Tarımda kullanılan bu suyun tuzluluğu ve asitliği bilinmelidir.
Bitkisel üretim bir taraftan suyu kullanmak zorunda olduğumuz bir sektör, diğer taraftan kirletilmiş suların temizlendiği doğal bir arıtma sistemidir. Bu sistem sanayi ve yanlış tarımsal uygulamalarla kirletilmiş suyun tekrar kullanılabilir suya dönüşümünü sağlamaktadır. Su temizleyen bataklık bitkileri ve bunların içinden insan tüketimine uygun çeltik, şeker kamışı tarlaları ağır metaller nedeni ile kirletilmiş suyun içindeki ağır metalleri tohum kavuzlarında tutup biriktirerek, suyun temizlenmesini sağlamaktadır. Sürdürülebilir tarımda bir taraftan suyu doğru ve rasyonel kullanmak, diğer taraftan, kirletilmiş suların temizlenerek yeniden kullanımını sağlamak gibi bir işlevi vardır.
Güneş enerjisi Dünyamızın tek enerji kaynağıdır. Bütün enerjiler bu kaynaktan türemişlerdir. Bu enerjiyi kullanarak bu enerjiden madde içinde depolanabilir enerjiyi yaratma görevi bitkilerindir. Dünyamızın güneş etrafında 365 günde bir tür atmasının yarattığı mevsimlerin bir benzerini güneş sistemi novanın etrafında 5 milyon yılda bir yapmaktadır. Etkisini bu yıllarda hissettiğimiz global ısınma önümüzdeki yıllarda daha da artacaktır. Çünkü güneş sistemimiz novaya yakınlaşan yörüngededir. BU değişim doğal olarak dünya ikliminin yer değişimine neden olacaktır. Dönenceler kuzey ve güney yarım küreye doğru ilerleyecek ve bu gün kuzey Afrika da var olan hava olayları önce Akdeniz sahillerimize sonrada kuzeye Karadeniz sahillerimize kadar çıkacaktır. Bu iklim değişikliği önce böceklerin sonra hayvanların ve en sonrada bitki örtüsünün değişimine neden olacaktır.Ekvatordan, kuzey ve güney kutbuna kadar tüm iklim koşullarında yaşayabilen tek canlı insan olduğuna göre, diğer bütün canlılar bu değişime göre yeni yaşam alanları için göç edecekler ve dünyanın yaşam alanları değişecektir. Bunu önlemek ve durdurmak mümkün olmadığına göre, sürdürülebilir tarım için değişen iklim koşullarına göre bitki pateni nin değişimine hazırlanmak zorunda olacağız.
Tarım sektörü doğada var olan gen kaynaklarını kullanarak üretim yapmaktadır. Ülkemiz bu gen kaynaklarından en önemlilerinden biridir. Ancak son yıllarda Kuran’da yaratan açıkça “Benim Yarattıklarımın Şeklini değiştirmeyin” diyerek uyarmasına rağmen, genetiği değiştirilmiş tohumların üretimi ve ticareti artmaktadır. Sürdürülebilir tarım var olan gen kaynaklarını korumayı ve geliştirmeyi temel ilke edinmiştir. Mevcut genlerin melezleri ile üretimin artırılması ve/veya dayanıklı türlerin üretilmesi ile bu karıştırılmamalıdır. Melezlik doğa da mevcuttur ve doğanın bir parçasıdır. Ancak gen transferi ve mutasyonlar doğaya aykırıdır.
Her sektörde olduğu gibi tarım sektöründe de sermaye üretimin ayrılmaz bir parçasıdır. Sermayeyi yaratmak, tüketebildiğimizden daha fazlasını üretebilmekle mümkündür. Doğal olanı da budur. Ancak başkaları tarafından yaratılmış değerleri ele geçirerek sermaye büyütmekte mümkündür. Avrupa kıtası köleliğin yasaklandığı 1930 yılına kadar en büyük sermeye birikimini, köle ticareti ve sömürge ülke kaynaklarının sömürülmesi ile elde etmiştir. Biriken bu sermaye bu gün tüm dünya ya empoze edilmeye çalışılan globalizmin, global ekonominin doğuşuna sebep olmuştur. Biriken ve harcama yeri olmayan sermaye yeni üretim kaynakları aramış ve gelişme yolunda olan ülkelerde kullanılamayan (sermaye eksikliklerinden dolayı) kaynaklarını kullanmak için 1995 yılında yapılan DTÖ Anlaşmasının yarattığı hukuk çerçevesinde bu kaynaklara ulaşmıştır.
Sürdürülebilir tarım üreticinin sermaye birikimini sağlayabilecek, maliyetleri minimize eden ve ürünün Pazar değerini artıran teknikler geliştirmektedir. Az toprak işleme, toprağı devirmeden işleme, kimyasallar yerine doğru ve doğal girdiler kullanma, hayvancılık sektörü atıklarının bitkisel üretimde, bitkisel üretim atıklarının hayvansal üretimde kullanılabilirliğini geliştirme. İz elementlerin kullanımlarını artırmakta, doğal mikroorganizmalarla toprak verimliliğini artırmak ve rasyonel ürün münavebesi ile tarımda maliyetleri düşürüp, sermaye birikimini sağlamaya yönelik çalışmalar yapmaktadır.
Bu çalışmalar ile üreticiyi toprağına ve kaynaklarına sahip çıkabilme gücü ve bilgisine ulaştırmaya çalışmaktadır. Aksi takdirde bu kaynaklar yine sermaye gücünün eline geçecek ve üretici bir zamanlar kendine ait bu topraklarda işçi olarak çalışan sıradanlığa düşecektir.
Sürdürülebilir tarımın en çok önem verdiği kaynak bizatihi üreticinin kendisidir. Üretici üretim kaynağı olarak toprağını, bilgi ve tecrübesini ve sermayesini koyarak geçimini sağlamaya çalışan bir müteşebbistir. Öyle bir müteşebbistir ki tüm kaynaklarını üstü açık bir fabrikaya yatırmakta ve tüm yaşamını bu fabrikada üreteceği, miktarı ve fiyatı belli olmayan, pazarı belirsiz üretime bağlamaktadır.
Sürdürülebilir tarım işte bu üreticileri eğitmek, bilgilendirmek, örgütlemek, belirsiz pazarı belirgin hale getirmek ve yatırıma başlamadan bu yatırımın sonunda ne kazanabileceğini bildirmek görevini üstlenmektedir.
Sürdürülebilir tarımın ulaşımı en zor hedefi budur. Bu hedefe ulaşabilmek için üreticilerde davranış değişikliği kazandırılmalıdır. Bu değişiklik bir nesille olmamaktadır. En az üç nesil bu çalışmaların devam ettirilmesi zorunludur.
Sürdürülebilir Tarım derneği kurulduğu ilk yıl “ Türkiye Sürdürülebilir Tarım Sempozyumu” yaptığında yani 1996 yılında 2005 yılında Türk tarımının içine düşeceği durumu, üreticinin çarpacağı kayayı ve Devletin desteklemelerle yapmak zorunda kalacağı düzenlemeleri bildiri ve datashow olarak sunmuştu. Ne yazık ki o gün sunulan bildiri bu gün gerçekleşmiştir. 1996 yılından beri eğitim, bilgi ve destek verdiğimiz üreticilerin çocuklarının bu çabaya devem ettiğini görmekteyiz. Bu sürdürülebilir Tarımın planlandığı gibi geliştiğini ve büyüdüğünü göstermektedir. Sabır ve heyecanla bu çalışmalar devam edecektir. Bir nesil daha bu konularda bilgilenecek ve yetişecektir.
Hamdi DAĞ, Başkan
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı 1995 Rio de Jenerio’da, daha sonra adı “Dünya Ticaret Örgütü” olarak değişen Gümrük Tarifeleri Ticaret Anlaşmasını (GATT) İmzalamış ve bu anlaşma 1995 yılı Aralık ayında resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Söz konusu anlaşmanın tarım bölümünü okuyan Tarım ve Köyişleri Bakanlığında çalışam bir grup Ziraat Mühendisi, bu anlaşmanın, tarım sektöründe yaratacağı sorunları görmüş ve bu sorunların aşılabilmesi için Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bir dizi uygulama projeleri hazırlayarak sunmuşlardır.
Ancak zamanın üst yöneticileri bu anlaşmayı anlamadıkları için söz konusu projelerinde anlamamış ve kabul etmemişlerdir. Bunun üzerine bu küçük grup “ Sürdürülebilir Tarım Çiftçi Yardımlaşma Derneği” adı altında Bakanlıkta çalışan mühendisler ve Polatlılı birkaç aydın üretici ile Türkiye’de ilk defa sürdürülebilir kavramını kapsayan bir sivil toplum hareketi başlatmıştır.
GATT Anlaşmasının ile Türkiye’de tarım sektörünü mevcut üreticilerle sürdüremeyeceğini ve tarım sektöründe yeni aktörlerin yer alacağı bilindiğinden, Dernek mevcut üreticilerin varlıklarını devam ettirebilmeleri amacına yönelik olarak bu adı almıştır.
Derneğin amaçlar maddelerine bakıldığı zaman sürdürülebilirliğin tanımı ve koşullarının neler olduğu anlaşılmaktadır.
Dernek tüm canlılarda fıtraten var olan neslini devam ettirme iç güdüsünün, sosyal bir boyutu varlığından hareket etmiştir. Doğada var olan ve bildiğimiz tüm canlıların ilk ve temel görevleri kendi nesillerinin devamlılığını sağlamaktır. Darwinin önermeye çalıştığı gibi her canlı, doğada değişime uğrayarak bu günkü formlarını almıştır tezine karşılık, yaratılmış her canlı neslinin devamı için doğadaki ve yaşamdaki değişime uyabilmek, neslini devam ettirebilmek amacı ile sürekli değişim halindedir ve bu değişim devam etmektedir.
O halde sürdürülebilirlik yaşamın devamı ve devamının sağlanması olarak düşünülmelidir. Bu bir canlı olabileceği gibi, bir ülke,bir sosyal kurum, bir sektör ve bir işletme olabilir.
Tarım sektörünün sürdürülebilirliği, bu sektörün kullandığı tüm kaynaların sürdürülebilirliği ve sektör yaşayanlarının ekonomik sürdürülebilirliği ile mümkündür. Tarımın üretim kaynakları tarım toprakları, tarımsal su, güneş enerjisi, gen kaynakları, sermaye ve üreticidir.
Tarım topraklarının sürdürülebilirliği bu toprakların canlılığının, verimliliğinin korunması ve geliştirilmesi anlamını taşımaktadır. Toprağın bi zatihi kendisinin canlı olduğunu 1933 yılında Sovyet Bilim adamları tarafından ispat edilmiştir. Toprak oksijen tüketen bir canlıdır. Bu canlılık sayesindedir ki insan oğlunun işlemediği ve yaşamadığı alanlarda binlerce bitki yaşamakta ve barınmaktadır. Bilim hala toprakta var olan ve toprak alkalileri olarak sınıflandırılan Tantallar grubu elementlerin fonksiyon ve görevlerini çözememiştir.
Ancak 1848 yılında kimyasal gübrelerin tarım topraklarına atılması ile birlikte, tarım topraklarının bu canlılıkları yavaş yavaş yok edilmeye başlamıştır. Canlılar üzerinde en baskın gen tembellik genidir. Toprağa hazır olarak verilen kimyasal maddeler bu toprakta yaşayan canlılarım tembelleşmesine neden olmaktadır. Tembelleşme görev yapmadan uzaklaşmaya ve hazır besin maddelerini tüketmeye yönlendirmekte bunun sonucu olarak , hazır besin maddesi verilmemesi halinde bitkisel üründe verim alınmamasına neden olmaktadır. ABD’ de 125 yıllık çakılı deneme sonuçlarına göre, her 5 yılda bir, topraktan almakta olduğumuz verimi yakalayabilmek için kullanmakta olduğumuz kimyasalları 2 kat artırmak zorundayız. Bu bir taraftan ekonomik olarak üreticiyi zorlarken diğer taraftan da toprakların canlılığı her yıl biraz daha azaltmakta ve sonunda toprak ölmektedir. Bu gün kara alanlarında bu verimsizliğe düşen binlerce dönüm tarım toprağı vardır. Büyük ümitler bağladığımız GAP bölgesi sulama alanlarında da bu ölüm sorunu yaşanmaya başlamıştır. Aral gölü felaketi bunun en canlı misalidir.
Diğer taraftan insan oğlunun ulaşamadığı amazon ormanlarında bitki ve canlı gelişim hızı hala dünyanın en hızlı canlı gelişimidir. Ne su kültürü, ne tam otomatik atmosfer kontrollü seralarda bu bitki gelişimi bu hıza ulaşılabilinmiş değildir.
Bu veriler ışığında tarımsal üretimin ana kaynağı olan tarım topraklarımızın korunması, geliştirilmesi sürdürülebilir tarımın temel görevlerinden biridir.
İkinci temel kaynak sudur. Su tüm canlıların temel maddesi olup, bitkiler için ise ayrıca üretim aracıdır. Dünyamızda hızla tükenen en hayati değer temiz su kaynaklarıdır. Bir su küresi olan dünyamızın temiz su miktarı toplam suyun ancak %11’i dir ve bu kaynak karada yaşayan tüm canlılar tarafından paylaşılmaktadır. Bu paylaşım düşünülerek suyun doğru, yeterli ve zamanında kullanımı sürdürülebilir tarım için vazgeçilmez kurallardan biridir. Bir taraftan tarımda kullanılagelen kimyasalların toprak ve yer altı sularını kirletmesini önlemek, diğer taraftan bitki gelişimi için yeterli ve temiz suyun bitki kök bölgesinde en azından tarla kapasitesinde bulunmasını sağlamak zorunluluktur. Tarımda kullanılan bu suyun tuzluluğu ve asitliği bilinmelidir.
Bitkisel üretim bir taraftan suyu kullanmak zorunda olduğumuz bir sektör, diğer taraftan kirletilmiş suların temizlendiği doğal bir arıtma sistemidir. Bu sistem sanayi ve yanlış tarımsal uygulamalarla kirletilmiş suyun tekrar kullanılabilir suya dönüşümünü sağlamaktadır. Su temizleyen bataklık bitkileri ve bunların içinden insan tüketimine uygun çeltik, şeker kamışı tarlaları ağır metaller nedeni ile kirletilmiş suyun içindeki ağır metalleri tohum kavuzlarında tutup biriktirerek, suyun temizlenmesini sağlamaktadır. Sürdürülebilir tarımda bir taraftan suyu doğru ve rasyonel kullanmak, diğer taraftan, kirletilmiş suların temizlenerek yeniden kullanımını sağlamak gibi bir işlevi vardır.
Güneş enerjisi Dünyamızın tek enerji kaynağıdır. Bütün enerjiler bu kaynaktan türemişlerdir. Bu enerjiyi kullanarak bu enerjiden madde içinde depolanabilir enerjiyi yaratma görevi bitkilerindir. Dünyamızın güneş etrafında 365 günde bir tür atmasının yarattığı mevsimlerin bir benzerini güneş sistemi novanın etrafında 5 milyon yılda bir yapmaktadır. Etkisini bu yıllarda hissettiğimiz global ısınma önümüzdeki yıllarda daha da artacaktır. Çünkü güneş sistemimiz novaya yakınlaşan yörüngededir. BU değişim doğal olarak dünya ikliminin yer değişimine neden olacaktır. Dönenceler kuzey ve güney yarım küreye doğru ilerleyecek ve bu gün kuzey Afrika da var olan hava olayları önce Akdeniz sahillerimize sonrada kuzeye Karadeniz sahillerimize kadar çıkacaktır. Bu iklim değişikliği önce böceklerin sonra hayvanların ve en sonrada bitki örtüsünün değişimine neden olacaktır.Ekvatordan, kuzey ve güney kutbuna kadar tüm iklim koşullarında yaşayabilen tek canlı insan olduğuna göre, diğer bütün canlılar bu değişime göre yeni yaşam alanları için göç edecekler ve dünyanın yaşam alanları değişecektir. Bunu önlemek ve durdurmak mümkün olmadığına göre, sürdürülebilir tarım için değişen iklim koşullarına göre bitki pateni nin değişimine hazırlanmak zorunda olacağız.
Tarım sektörü doğada var olan gen kaynaklarını kullanarak üretim yapmaktadır. Ülkemiz bu gen kaynaklarından en önemlilerinden biridir. Ancak son yıllarda Kuran’da yaratan açıkça “Benim Yarattıklarımın Şeklini değiştirmeyin” diyerek uyarmasına rağmen, genetiği değiştirilmiş tohumların üretimi ve ticareti artmaktadır. Sürdürülebilir tarım var olan gen kaynaklarını korumayı ve geliştirmeyi temel ilke edinmiştir. Mevcut genlerin melezleri ile üretimin artırılması ve/veya dayanıklı türlerin üretilmesi ile bu karıştırılmamalıdır. Melezlik doğa da mevcuttur ve doğanın bir parçasıdır. Ancak gen transferi ve mutasyonlar doğaya aykırıdır.
Her sektörde olduğu gibi tarım sektöründe de sermaye üretimin ayrılmaz bir parçasıdır. Sermayeyi yaratmak, tüketebildiğimizden daha fazlasını üretebilmekle mümkündür. Doğal olanı da budur. Ancak başkaları tarafından yaratılmış değerleri ele geçirerek sermaye büyütmekte mümkündür. Avrupa kıtası köleliğin yasaklandığı 1930 yılına kadar en büyük sermeye birikimini, köle ticareti ve sömürge ülke kaynaklarının sömürülmesi ile elde etmiştir. Biriken bu sermaye bu gün tüm dünya ya empoze edilmeye çalışılan globalizmin, global ekonominin doğuşuna sebep olmuştur. Biriken ve harcama yeri olmayan sermaye yeni üretim kaynakları aramış ve gelişme yolunda olan ülkelerde kullanılamayan (sermaye eksikliklerinden dolayı) kaynaklarını kullanmak için 1995 yılında yapılan DTÖ Anlaşmasının yarattığı hukuk çerçevesinde bu kaynaklara ulaşmıştır.
Sürdürülebilir tarım üreticinin sermaye birikimini sağlayabilecek, maliyetleri minimize eden ve ürünün Pazar değerini artıran teknikler geliştirmektedir. Az toprak işleme, toprağı devirmeden işleme, kimyasallar yerine doğru ve doğal girdiler kullanma, hayvancılık sektörü atıklarının bitkisel üretimde, bitkisel üretim atıklarının hayvansal üretimde kullanılabilirliğini geliştirme. İz elementlerin kullanımlarını artırmakta, doğal mikroorganizmalarla toprak verimliliğini artırmak ve rasyonel ürün münavebesi ile tarımda maliyetleri düşürüp, sermaye birikimini sağlamaya yönelik çalışmalar yapmaktadır.
Bu çalışmalar ile üreticiyi toprağına ve kaynaklarına sahip çıkabilme gücü ve bilgisine ulaştırmaya çalışmaktadır. Aksi takdirde bu kaynaklar yine sermaye gücünün eline geçecek ve üretici bir zamanlar kendine ait bu topraklarda işçi olarak çalışan sıradanlığa düşecektir.
Sürdürülebilir tarımın en çok önem verdiği kaynak bizatihi üreticinin kendisidir. Üretici üretim kaynağı olarak toprağını, bilgi ve tecrübesini ve sermayesini koyarak geçimini sağlamaya çalışan bir müteşebbistir. Öyle bir müteşebbistir ki tüm kaynaklarını üstü açık bir fabrikaya yatırmakta ve tüm yaşamını bu fabrikada üreteceği, miktarı ve fiyatı belli olmayan, pazarı belirsiz üretime bağlamaktadır.
Sürdürülebilir tarım işte bu üreticileri eğitmek, bilgilendirmek, örgütlemek, belirsiz pazarı belirgin hale getirmek ve yatırıma başlamadan bu yatırımın sonunda ne kazanabileceğini bildirmek görevini üstlenmektedir.
Sürdürülebilir tarımın ulaşımı en zor hedefi budur. Bu hedefe ulaşabilmek için üreticilerde davranış değişikliği kazandırılmalıdır. Bu değişiklik bir nesille olmamaktadır. En az üç nesil bu çalışmaların devam ettirilmesi zorunludur.
Sürdürülebilir Tarım derneği kurulduğu ilk yıl “ Türkiye Sürdürülebilir Tarım Sempozyumu” yaptığında yani 1996 yılında 2005 yılında Türk tarımının içine düşeceği durumu, üreticinin çarpacağı kayayı ve Devletin desteklemelerle yapmak zorunda kalacağı düzenlemeleri bildiri ve datashow olarak sunmuştu. Ne yazık ki o gün sunulan bildiri bu gün gerçekleşmiştir. 1996 yılından beri eğitim, bilgi ve destek verdiğimiz üreticilerin çocuklarının bu çabaya devem ettiğini görmekteyiz. Bu sürdürülebilir Tarımın planlandığı gibi geliştiğini ve büyüdüğünü göstermektedir. Sabır ve heyecanla bu çalışmalar devam edecektir. Bir nesil daha bu konularda bilgilenecek ve yetişecektir.
(*) Yararlanılan kaynaklar :
1) M. Aşkın SÜRMELİ, Ziraat Yüksek Mühendisi, Bolu SYDD Başkanı
2) Dr. Muzaffer BUMİN, Ziraat Yüksek Mühendisi, STD Başkan Yardımcısı.