17 Ekim 2014 Cuma

DÜNYA GIDA GÜNÜ; 2014 Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Eker Açıklaması

DÜNYA GIDA GÜNÜ 2014
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Eker Açıklaması
"Türkiye'nin gıda güvenliği problemi yok, vatandaşımızın tamamını besliyoruz, 35 milyon turisti besliyoruz, tarım ve gıdada 18 milyar dolar da ihracat yapıyoruz" "Tarımsal üretim hasılamızı 23 milyar dolardan 62 milyar dolara kadar çıkardık" "Her yıl israf edilen 1,3 milyar ton gıdanın yarısı bile 900.MİLYON insanın açlığını giderebilir.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Türkiye'nin gıda güvenliği problemi olmadığını belirterek, "Vatandaşımızın tamamını besliyoruz, 35 milyon turisti besliyoruz, tarım ve gıdada 18 milyar dolar da ihracat yapıyoruz" dedi.
Türkiye Gıda İşverenleri Sendikası'nın (TÜGİS) düzenlediği "Dünya Gıda Günü" etkinliğinde konuşan Eker, gıda güvenliği, gıda ve tarım politikalarıyla gıda israfına ilişkin değerlendirmeler yaptı.
Modern insanın tüketimi temel gelişmişlik göstergesi olarak kabul ettiğini, dünyanın israfı ve tahribatı engelleyen yeni bir düşünce sistemine ihtiyaç duyduğunu belirten Eker, eskiden insanların kendileri ve yakınları için üretim yaptıklarını, ihtiyaca dönük üretim modelinde israf da rekabet de gelir artışı da olmadığını anlattı.
Eker, "İnsanlık olarak biz, üretimi artıralım, başka pazarlara da mal satalım dediğimizden bu yana işin içine başka şeyler girmeye başladı. İşin içine maliyet giriyor, regülasyon giriyor, rekabet giriyor, doğal kaynakların tüketilmesi ve tahrip edilmesi giriyor maalesef. İşte bu da dünyadaki yaman çelişkinin bir  boyutu…" dedi.
Artan dünya nüfusu karşısında gıda tüketimindeki adaletsiz makasın kapatılması gerektiğini vurgulayan Eker, israfa karşı bütüncül ve kararlı bir mücadelenin gerekliliğine işaret etti. Obezite ve israfın önüne geçilmesi gerektiğini yineleyen Eker, "2050 yılında ortalama 9 milyar insan olacak dünyada, bunları doyurmamız için üretim ve verimliliğin artırılması lazım, bu doğru ama her yıl israf edilen 1 milyar 300 milyon ton gıdanın yarısı bile bu aç olan 900 bin insanı zaten doyurur" diye konuştu.
Siyasi istikrarı olmayan ülkelerin küresel krizlerde açlık tehdidiyle karşı karşıya kalabildiğini, bu noktada aile çiftçiliğinin bir çeşit sigorta görevi üstlendiğini belirten Bakan Eker, şöyle devam etti:
"Aile çiftçiliği hatırlanması gereken bir konu. Üretim, dağıtım ve fiyatlar modern tekniklerle yapılıyorsa dışarıya, spekülasyona çok açık hale geliyor. Üretim alt yapısı olan aileler kendileri ve yakın çevresi için üretmeye devam etsinler, bizler bu sistemi destekleyelim, besleyelim. Kırsalda yaşayan milyarlarca insanın aile çiftçiliği aslında bir sigortadır. Dünya tarımının sigortası küçük aile işletmeleridir. Biz bu sigortayı yeterince geliştirebilirsek, dünya gıda güvenliğini de güvence altına almış oluruz."
"Avrupa ülkeleri içerisinde tarımsal üretim hasılasında 4. sıradaydık, 1. sıraya çıktık"
Bakanlığın tarımda sulama için çiftçiyi desteklemeyi sürdürdüğünü belirten Eker, şunları kaydetti:
Kırsal kalkınma yatırımlarının desteklenmesi çerçevesinde damla sulama sistemleri için yüzde 50 hibe sağladık. 81 vilayette başlattık bunu. Şu anda ise 4 bin 733 tane projeyi hayata geçirdik. Bunlar küçük ve orta boylu işletmeler. Yani aile çiftçiliğini biz aynı zamanda aile işletmeciliğine çeviriyoruz."
AK Parti hükümetleri idareyi devraldığında Türkiye'nin tarımsal üretim hasılasının  23 milyar dolar olduğunu hatırlatan Eker, "Şimdi tarımsal üretim hasılamızı 23 milyar dolardan 62 milyar dolara kadar çıkardık. O dönemde Avrupa ülkeleri içerisinde tarımsal üretim hasılası bakımından 4. sıradaydık, 1. sıraya çıktık. Fransa'yı, İspanya'yı geride bıraktık. Onlar da hasılalarını 30 milyar dolarlar düzeyinden 40 milyar dolara çıkarabildi. Ama biz daha yüksek bir verimlilik hızıyla daha iyi bir noktaya taşıdık" bilgisini verdi.
Bakan Eker, Türkiye'nin gıda üretimi konusunda dünyaya nazaran çok iyi bir noktada olduğuna dikkati çekerek, şu ifadeleri kullandı:
"Türkiye'nin gıda güvenliği problemi yok, vatandaşımızın tamamını besliyoruz, 35 milyon turisti besliyoruz, tarım ve gıdada 18 milyar dolar da ihracat yapıyoruz. Bizim kendimizle alakalı çok şükür bir sorunumuz yok. Ama bunun teminat altına alınması, küresel gıda problemine daha fazla katkı sağlamak açısından bizim yapacak çok işimiz var. Hem kendi modelimizi yaygınlaştırmak, hem sürdürülebilir bir sistem tesis etmek hem de gerçekte yeni bir tasavvurla modern dünyayı ve modern insanın kaygılarını da içine alacak şekilde, onlara da karşılık gelecek şekilde tasavvurumuzu ortaya koyuyoruz."
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Türkiye Temsilcisi Yuriko Shoji ise açlığa karşı dünya genelinde verilen mücadelenin başarıya ulaşması için siyasi kararlılık gerektiğini söyledi. Tarımda aile çiftçiliğinin FAO tarafından 2014 teması olarak belirlendiğini anlatan Shoji, "Dünya üzerindeki 570 milyon çiftliğin 500 milyonu aileler tarafından işletiliyor. Aile çiftçiliğine verilen destekler, dünyada değişen güvenlik kaygıları ışığında yeniden gözden geçirilmelidir" ifadelerini kullandı.
Ayrıca Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden gelen başarılı 3 kadın çiftçiye de Bakan Eker plaket takdim etti. 
***
Türkiye Gıda İşverenleri Sendikası Başkanı Necdet Buzbaş: “Kooperatifçilik dünyadaki açlığa çare olabilir”
Sayın Bakanım, Sayın Valim,
Sayın Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Türkiye Temsilcisi,
Seçkin Konuklar,
Medyanın Değerli Temsilcileri,
Sevgili Genç Gıdacılar,
Türkiye Gıda Sanayi İşverenleri Sendikası (TÜGİS) tarafından düzenlenen, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Türkiye temsilciliği katkılarıyla gerçekleştirilen toplantıya hoş geldiniz.
Sizleri şahsım ve temsil ettiğim TÜGİS Yönetim Kurulu adına saygı ile selamlıyorum. Ankara’dan teşrifleri nedeniyle; Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Mehmet Mehdi Eker ve Değerli Bürokratlarına, FAO Türkiye Temsilcisi Sayın Mustapha Sinaceur ve ekibine ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.
Dünya Gıda Günü her yıl 16 Ekim tarihinde, eş zamanlı olarak dünyanın belli başlı merkezlerinde düzenleniyor. FAO’nun Roma’daki Merkezi tarafından belirlenen bir tema üzerinde yoğunlaşılarak, dünyadaki açlık ve aç insanlar konusunda farkındalık oluşturulmaya, dünya kamuoyunun dikkati çekmeye çalışılıyor.
Gıda güvenliği, yaygın anlayışla üretimin tüketimi karşılama oranı veya yurt içinde kendine yeterlilik oranı olarak yorumlansa da esasında insanların sağlıklı bir yaşam sürdürmeleri için onların beslenme gereksinimi ve tercihlerine uygun, yeterli, sağlıklı ve besleyici gıdaya her zaman fiziksel, sosyal ve ekonomik olarak ulaşabilme durumudur. Günümüzde gıda güvenliğinin dört boyutu tanımlanmaktadır. Bunlar gıdanın bulunabilirliği, gıdanın erişilebilirliği, gıdanın kalite ve güvenilirliği ve ilk üç boyutun sürdürülebilirliği.
Bugün dünyadaki aç insan sayısı 1 milyar civarındadır. Hatırlanacağı üzere 1996 yılında Roma’da yapılan, Devlet ve Hükümet Bakanlarının katıldığı ilk “Dünya Gıda Zirvesi”nde dünya açlık çeken insan sayısının 2015 yılına kadar yarıya indirilmesi, o zamanki sayıya göre 420 milyona indirilmesi hedef olarak benimsenmişti. Acıdır ki geçen on beş yılda dünyadaki aç insan sayısında 2.5 kat artış olmuştur.
Geçen yıllarda yaşanan kuraklık, gıda krizi olarak adlandırılan tarım ürünü fiyatlarındaki artışlar ve hatta uygulanan biyoyakıt politikaları açlığın artışına neden olarak sıralanabilir. Ancak bunların üzerinde günümüzde yükselen bir faktör daha var ki, yüksek kâr hırsıyla hareket eden spekülatif sıcak para ve tekelci zihniyet. Bundan da zararlı çıkan üreticiler ile dünyanın yoksul ülkeleri.
FAO tarafından bu yıl “Tarımsal Kooperatifler Dünyayı Beslemenin Anahtarıdır” şeklinde bir tema belirlemiştir. Tekelleşen dünya emtia tedarik zincirinin tarımsal kooperatifler marifetiyle kırılabileceği, yerelleşmenin sağlayacağı fayda ile beslenmede anahtar rolü üstlenecebileceği tezi gittikçe önem kazanır ve benimsenir olmuştur.
Dünyada 90’lı yılların başlangıcından itibaren ekonomik, sosyal yaşam ve kamu yönetimi anlayışlarındaki değişimlerin sonucu, devletlerin bu alanlardaki rollerini azaltmaya, idari, politik ve ekonomik yapılarının serbestleştirilmesiyle, planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçmeye yöneldiklerini görüyoruz.
Bu gelişmeler ışığında, kamusal otoritenin boşaltıldığı alanlarda etkin bir rol üstlenecek, toplumun ekonomik ve sosyal gereksinimlerine en iyi biçimde cevap verebilecek oluşumlara olan ihtiyaç sürekli artmıştır. Gelişmiş bir çok ülkede, kendi kendine yeten ve sorumluluk yüklenen ekonomik dayanışma örgütleri örneğin kooperatifler bu boşluğu büyük ölçüde doldurulmuşlardır.
Kooperatif tanımını, ülkemizdeki 1163 sayılı, 24.4.1969 tarihli kooperatifler kanununda 2004 yılında yapılan değişiklik sonrası yer alan şekliyle sizlerle paylaşmak istiyorum;
“Tüzel kişiliğe haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek ve geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara kooperatif denir”.
Son dönemlerde uluslararası kuruluşlar ve bölgesel entegrasyonlar “Devletlerin kooperatiflere olan yaklaşımları”nı tekrar gözden geçirmelerini sağlayacak çalışmaları gündeme getirmiş, yapılan çalışmalara hız ve önem kazandırmışlardır.
Bu konuda Birleşmiş Milletler (BM) dünyadaki 1 milyarı aşkın sayıdaki aç insanın durumuna çare üretmek adına, kooperatiflerin özelikle yoksullukla mücadeledeki ve sürdürülebilir sosyal ve ekonomik kalkınmadaki rollerine dikkat çekmekte ve esas olarak devletlerden kooperatifçilik için elverişli bir ortam ve alt yapı hazırlanmasını talep etmektedir.
Bu kapsamda BM Genel Kurulu’nun 64.dönem çalışmaları çerçevesinde alınan 18 Aralık 2009 tarih ve 64/136 sayılı karar ile 2012 yılı “Uluslararası Kooperatifler Yılı” olarak ilan edilmiştir. 2012 Uluslararası Kooperatifler Yılı sloganı “Kooperatif İşletmeler daha iyi bir dünya kurar” şeklinde belirlenmiştir.
BM’nin 2012 yılını “Uluslararası Kooperatifler Yılı” ilan etmesinin amacı; kooperatifler hakkında farkındalık oluşturmak, kooperatif işletme modelinin ekonomik ve sosyal kalkınmada oynadığı temel rolün tanınması, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanların ekonomik ve sosyal kalkınmalarında kooperatiflere tam katılım sağlamalarının desteklenmesi ve özellikle kooperatiflerin yoksullukla mücadelede aktif rol alması anlamına gelmektedir.
BM’lerin bu genel yaklaşımı, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından özgünleştirilerek Dünya Gıda Günü için ana tema olarak “Tarım Kooperatifleri, Dünyayı Beslemenin Anahtarıdır” şeklinde belirlenmiştir.
Tüm bu gelişmeler, ülkemizi de yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle değişen Türkiye ve Dünya koşulları gözetilerek, ülkemiz kooperatifçiliğinin ideal yönde geliştirilmesi hedefi çerçevesinde, kamunun ve diğer aktörlerin rollerinin iyi bir şekilde tanımlanması ve alınabilecek tedbirlerin tespiti bakımından “Yeni bir planlama sürecine” ihtiyaç duyulmuştur.
Bu kapsamda, kooperatifçilik alanına yönelik; Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Türkiye Milli Kooperatifler Birliği, Türk Kooperatifçilik Kurumu ve Alman Kooperatifleri Konfederasyonu (DGRV) Türkiye Temsilciliği paydaşlığında ilgili kurum ve kuruluşların katkıları da alınarak “Türkiye Kooperatifçilik Strateji Belgesi” hazırlanmıştır.
Halen yürürlükte olan 1982 T.C. Anayasası’nda, kooperatifçiliğin geliştirilmesi en üst düzeyde benimsenmiş, anayasamızın 171.maddesi devlete, milli ekonominin yararlarını dikkate alarak öncelikle üretimin artırılması ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak tedbirleri alma görevini vermiştir.
Anayasanın bu açık hükmüne karşın kooperatifçiliğimiz nerede diye bir soru sorabiliriz;
BM tahminine göre dünya genelinde 750.000’den fazla kooperatif bulunmaktadır. Ülkemizdeki kooperatif sayısı ise 84.000 civarındadır. Bu durum göstermektedir ki, dünyadaki kooperatiflerin % 10’nundan fazlası ülkemizde bulunmaktadır. Fakat ortak sayısı açısından değerlendirme yapıldığında, dünya genelinde 800 milyon kooperatif ortağının % 1’lik kısmı yani 8 milyonu ülkemize aittir.
Dolayısıyla, ülkemiz kooperatifçiliğinin genel karakteristiği, az ortaklı bir kooperatif yapısının hakim olmasıdır. Bu nedenle kooperatifçiliğin esas amacı olan; ölçek ekonomisi, işbirliği ve sinerji etkisi bakımından ülkemiz, az ortaklı kooperatif yapısı ile dünya uygulamalarının oldukça gerisindedir.
Öte yandan ortaya koydukları faaliyet sonuçları bakımından Avrupa’da kooperatiflerin Pazar payları oldukça yüksektir. Örneğin Hollanda’da kooperatiflerin tarım pazarındaki payı % 90, Yeni Zelanda’da süt ve süt ihracat piyasasının % 95’i, et piyasasının % 70’i, tarımsal üretimin % 50’si, gübre piyasasının % 70’i, Norveç’te süt kooperatifleri süt ürünleri üretiminin % 99’nu karşılamaktadır. Türkiye’de bu oran kooperatiflerin uzun süreli geçmişine rağmen, halen % 2’ler düzeyindedir.
Aslında bu sonuç üzücü olmasına rağmen pek de şaşırtıcı değildir. Hazırlanan “Türkiye Kooperatifçilik Strateji Belgesi’nin Çerçevesi (Vizyon, Genel Amaç ve Hedefler) bölümü geçmişte yaşanan bu olumsuzlukları açıkça yansıtıyor ve olumsuzlukların ortadan kaldırılmasına yönelik hedefler vaaz ediyor.
TÜRKİYE KOOPERATİFÇİLİK VİZYONU
“Ortakların ve toplumun gözünde, en güvenilir ve verimli ekonomik girişimciler niteliğini kazanmış bir kooperatifçilik yapılanmasına ulaşmak”.
Yaşanmışlıkları ifade eden dikkat çekici anahtar sözcükler : Güvenilir ve verimli.
GENEL AMAÇ
“Kooperatifçiliğe daha elverişli bir ortam oluşturmak; toplumdaki olumsuz kooperatifçilik imajını değiştirmek ve sektöre güveni artırmak; verimsiz ve etkin olmayan uygulamaları ortadan kaldırmak, sürdürülebilirlik, rekabet edebilirlik ve yenilikçiliği sağlamak; kooperatiflerin ekonomik kalkınmaya ve gelirin daha adil paylaşımına olan katkılarını artırmaktadır”.
Yaşanmışları ifade eden dikkat çekici anahtar sözcükler : Olumsuz imaj ve güven, verimsiz ve etkin olmayan uygulamalar, daha adil paylaşım.
STRATEJİK HEDEFLER
Kamu teşkilatlanması ile kooperatiflere hizmet sunuş biçiminin yenilenmesi,
Eğitim, bilgilendirme ve Ar-Ge faaliyetleri geliştirilmesi,
Kooperatifler arası işbirliği olanaklarının artırılması,
Sermaye yapısı ile kredi ve finansmana erişim imkanlarının güçlendirilmesi,
İç ve dış denetim sistemlerinin değiştirilmesi,
Kurumsal ve profesyonel yönetim kapasitesinin artırılması,
Mevzuat yapısının, uluslararası esaslara ve ihtiyaca göre geliştirilmesi.
Özet olarak; dünyada kooperatifler büyük halk kesimlerine hitap etmekte, ekonomilerde önemli aktörler olarak yer almakta ve istihdama sürekli olarak katkı sağlamaktadır denilebilir.
Ülkemizde ise ekonomik ve sosyal hayata olan katkıları istatistiki verilerin yetersizliği nedeniyle tam bilinmemekle birlikte; Pankobirlik, Marmarabirlik, Trakyabirlik, Karadenizbirlik, Gülbirlik vb. gibi bazı tarımsal kooperatifler dışındaki kooperatiflerin etkinliklerinin oldukça düşük olduğunu söyleyebiliriz.
Ülkemizdeki kooperatiflerin ekonomik ve sosyal fonksiyonlar yönünden katkılarının böylesine düşük düzeyde olması ciddi bir sorun olarak görülmelidir.
BM’lerin 2012 yılına ilişkin hedefleriyle, hazırlanan “Türkiye Kooperatifçilik Strateji Belgesi’nde öngörülen hedeflerin büyük ölçüde örtüşüyor olması, kooperatifçilik konusunda ülkemizde yaşanacak değişimin en önemli güvence kaynağını oluşturacaktır.
Türkiye kooperatifçilikle ilgili yanlış ezberlerini süratle değiştirerek, özellikle tarım sektöründe ve tarımsal sanayide kooperatifçiliği kalkınma hamlesine bir kaldıraç olarak görmeli, kooperatifçiliğin sinerjisinden yararlanmalıdır.
Sözlerimi sonlandırmadan önce bugünkü toplantı akışı içinde yer alan öğleden sonra gerçekleştirilecek panellerimize dikkat çekmek istiyorum.
Birinci panelde, FAO’nun belirlediği tema “Tarımsal Kooperatifler Dünyayı Beslemenin Anahtarıdır” konunun uzmanlarınca her yönüyle tartışılacaktır.
İkinci panel ise, TÜGİS’in üniversite gençliğine verdiği önem ve desteğin bir göstergesi. Beş ayrı üniversitemizin Gıda Mühendisliği Bölümü öğrencileri güncel bir konuyu tartışacaklar, “Gıda ve Yemin Resmi Kontrol Sonuçlarının Şeffaflık kapsamında kamuoyuna duyurulmasının gıda sanayine etkileri”. Ülkemizin ve gıda sanayinin geleceğini emanet edeceğimiz bu gençlere lütfen onları dinleyerek destek verelim.

9 Ağustos 2014 Cumartesi

BİR TARİHÇİ GÖZÜYLE TARIM; Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI

BİR TARİHÇİ GÖZÜYLE TARIM
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Tarihin birçok tanımı yapılabilir. Belki de en işlevsel tanımı, dünü bilerek ve değerlendirerek geleceği planlamada bize yol göstermesidir.
Bu  yorumu yaz sıcağında okumaya çalıştığım Zaman Kaybolmaz “İlber Ortaylı Kitabı”nın tarım konusundaki  tespitlerinden (s.336-337)  yola çıkarak yaptım.
İlber Ortaylı şunları söylüyor:
* Eğer köylülüğün  “teşebbüs kabiliyetini” öldürürsen bir daha dirilmez…. Nitekim Turgut Özal  döneminde, bu eğilimi gördük... Böyle budalaca pazar mekanizmasına  bırakamazsın ziraatı. Çünkü, toprağı ekmek, çok zor bir iştir.
* Toprağın insanları, bir kere başka bir işe bulaşırlarsa, bir daha kolayca dönmezler topraklarına.
* Halbuki toprak, bütün zenginliklerin aslıdır.
*  Bizde mesela şimdi başka bir engel çıktı: “Bırak toprağı, gel şehre efendim, devletin arazisini çal, apartman yap, zengin ol.” Böyle bir hayat nereye götürür?
Ortaylı, tarımın ihmal edildiği ülkelerden biri olan Ukrayna örneğinden yola çıkarak şunları da anlatıyor:
“Hayvancılık deseniz öyle bitirildi. İşte Ukrayna’da bu faciayı gördüm gözlerimle…
Yeryüzünün en zengin köylülüğü  nasıl bu hale gelir? En verimli topraklar üstünde tembel, alkolik, hiçbir şey üretemeyen insanlar… Onun için bana artık kimse böyle tarım üzerinde liberal ve realist arz talepçi  mekanizmalar nutku atmasın. Dinlemem”
Bunlar da, küçük ve orta ölçekli aile çiftçiliğini savunan, şirket tarımcılığın hizmetine girmeyen Bir Tarım Bilimcinin tespitleri.
* Kırsal kesim giderek yoksullaşıyor.
Tarımda arz esnek olmadığı için tarımsal ürün fiyatları enflasyona bağlı olarak artmamış, buna bağlı olarak mazot, gübre, tohumluk ve damızlık ile ilaç fiyatları aksine yükselmiştir. Bunların sonucunda kırsal kesim giderek yoksullaşmıştır.
* Tarımsal üretimde gerilemeler olmuştur.
Hektar başına üretim değeri ve buna bağlı olarak, önemli tarım ürünü gruplarında genel bir düşüş vardır. Endüstri bitkilerinde, tahıl üretiminde, şeker pancarında, sığır ve koyun etinde, önemli azalmalar olmuştur.
* Türkiye’nin gıda egemenliği kalmamıştır.
Tarımsal ürünlerde meydana gelen hayati azalmalar nedeniyle Türkiye, kendi pazarını koruyamaz ve denetleyemez bir duruma düşmüştür ve kimi önemli ürünlerde dışalım ciddi boyutlara gelmiştir. Mısır, buğday ve yağlık tohumlar hatta pamuk dışalımları bunlara örnek olarak verilebilir.
* Kentlerde yoksul semtler oluşmuştur.
Küçük ve orta ölçekli işletme sahiplerinin para kazanamaması ve yoksullaşması, kentlere göçü hızlanmıştır. Ancak, kentlerde bu nüfusu eritecek iş olanağı olmadığı için işsizlik tavan yapmış, yoksul semtler kent nüfusunda başat duruma gelmiştir. Uygulana gelen yeni-liberal politikalarla  bugün Türkiye’de yeterince üretemeyen, ürettiğine  sahip çıkamayan, sömürüye açık, sayıca çokluğuna karşı, siyasette edilgen ve gizli ve açık işsizliğin kaynağı bir kırsal kesim oluşturmuştur. Ancak daha vahimi, gıda güvencesi olamayan ve giderek büyük çoğunluğu az beslenen bu Türkiye görünümü ortaya çıkmıştır.
Konuya tarih açısından bakan bir bilimci ile tarım bilimcisinin tespitleri arasındaki  koşutluğa ne demeli?
Buradan iki  çıkarım yapabiliriz:
* Bilimci, liberal egemenlerin dümen suyuna girmemelidir. Bilimin ışığında büyük çoğunluğun çıkarlarını savunmalıdır.
* Bağımsız bir toplum ve devlet için, tarımın korunması ve geliştirilmesi yurt savunması kadar önemlidir. Bu anlamda Tarım Bağımsızlıktır denebilir.
***
(Prof. Dr. Mustafa Kaymakçımustafa.kaymakci68@gmail.comAnana Fikir Plâtformu)

6 Haziran 2014 Cuma

5 HAZİRAN, DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ KUTLU OLSUN!..

5 HAZİRAN, DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ KUTLU OLSUN!..
"Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır."
Mustafa Kemal ATATÜRK
DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ
Güzel ülkemizde ağaç yerine ucube binalar dikiyoruz.
Değerli arkadaşlar,
Birleşmiş Milletler, 1972 yılında 5 Haziran’ı, “Dünya Çevre Günü” olarak ilan etmiştir. Her yıl çevre sorunlarına dikkat çekmek için bir ana tema belirlenir ve dünyanın dikkatine sunulur.
Bu yıl ki ana tema konusu; Günümüzde dünya medeniyetlerini tehdit eden en büyük çevre sorunlarından biri iklim değişikliği ve denizlerin yükselmesidir. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler 2014’ü ‘Kalkınmakta Olan Küçük Ada Devletleri Yılı’ilan etti. 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde de iklim değişikliğinin küresel etkilerinden deniz seviyesindeki artış sorununu gündeme taşıdı (04.06.2014-Hürriyet).
Korkarım ada ülkeleri ile bizim gibi sahili olana diğer ülkeler de büyük risk altında. Çünkü TEMA’ nın da belirttiği gibi;
·         Atmosferdeki karbondioksit miktarı, insan kaynaklı faaliyetler sebebiyle son 800 bin yıldır gelmediği bir düzeye geldi.
·         Fosil yakıt kullanımı, ormanlar ve tarım arazileri gibi yutak alanların kaybedilmesi, hızla artan karbondioksit miktarı, iklimin insan kaynaklı sebeplerle değişmesine sebep oluyor.
·         Değişen iklimler Dünya’daki tüm ekosistemleri ve medeniyeti etkiliyor. Kuzey Buz Denizi’ndeki buzulların iklim değişikliğine bağlı olarak erimesi ile deniz seviyesi yükseliyor. Gerçekleşen kuraklık, sel, fırtına gibi aşırı hava olayları; Türkiye dahil olmak üzere bir çok ülkeyi ciddi şekilde etkiliyor.
·         2013 Dünya Afet Raporu’na göre, en fazla ölümün siklon, sel ve su baskınlarında yaşandı. Sel ve su baskınlarından dolayı 2 milyon insan mağdur oldu. Türkiye’de de, tüm dünyada olduğu gibi, başta kuraklık ve seller olmak üzere meteorolojik ve hidrolojik afetler oldukça sık meydana geliyor, ciddi can ve mal kayıplarına yol açıyor.
·         2012’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan çalışmaya göre, Türkiye’de insan kaynaklı iklim değişikliğine bağlı olarak sadece büyük şehirlerde meydana gelen sel hasarlarının neden olduğu maddi kayıplar, depremlerin neden olduğu maddi kayıplara yaklaşmış durumda. Sadece yıldırımların yol açtığı can kaybı sayısı ise son iki yılda yüzlerce kişiye ulaştı.
Değerli arkadaşlar,
Son uyarı da Güzel İstanbul’umuza Pazartesi günü geldi. Akşam saatlerinde etkili olana gök gürültülü sağanak yağış birçok yerde sellere neden oldu. Üsküdara da yağan şiddetli yağmur yüzünden sahil kısmında sel suları duvarların boyunu aştı. Aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi üstten bakıldığında, sanki sahil denizle sıfırlanmış gibi görünüyordu. Yani deniz tüm karayı kapsamış gibiydi.
Üsküdar kıyısında vapur ile minibüs - 02.06.2014
Umarım doğanın bu önemli uyarılarını tüm yerel ve genel yöneticilerimiz ile danışmanları iyi algılar ve gereken önlemleri en kısa sürede alırlar. Kazanan güzel ülkemiz ve saygıdeğer halkımız olacaktır.
Sevgi ve saygılarımla (05.06.2013)
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

3 Haziran 2014 Salı

DÜNYA’DA VE TÜRKİYE' DE SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIM POLİTİKALARI; Hamdi DAĞ - STD (Sürdürülebilir, Ekolojik Tarım ve Çevre Derneği) Genel Başkanı

DÜNYA’DA VE TÜRKİYE' DE SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIM POLİTİKALARI
Hamdi DAĞ
STD (Sürdürülebilir, Ekolojik Tarım ve Çevre Derneği) Genel Başkanı
Dünyada 1960’lı yıllara kadar çevre koruyucu, çevre iyileştirici bir alan olarak tanımlanan tarım sektörünün bu özelliği; 1970’li yıllardan itibaren sorgulanmaya, tartışılmaya başlanmış ve tarım sektörünün toprak işleme tekniklerinden başlayarak, sektörde kullanılan girdiler, bu girdilerin üretim ve kullanım süreçleri, kullanıldığı ürünler üzerindeki etkileri ile tarımsal ürünleri tüketenlerin üzerinde ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri sorgulanmaya başlanmıştır.. Araştırmaların yönünün kirlenme, çevre kirliliği, kalıcılık konularına çevrilmesi ile ortaya çıkan sonuçlar; tarım sektörünün çevre kirliliği üzerindeki etkisinin sanıldığından daha fazla olduğunu ortaya koymuştur.
Gelişmiş ülkeler sürdürülebilir tarım konusu ile 1900’lü yılların başında ilgilenmeye başlamış, gelişmekte olan Uluslar arası Sürdürülebilir Tarım Birliği ve Uluslararası Organik Ürün Hareketleri Organizasyonu hareketleri Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının araya girmesi üzerine sekteye uğramıştır. İkinci Dünya Savaşının sona ermesiyle hareket tekrar başlamıştır.
Günümüzde merkezi ABD’ de olan’’Sürdürülebilir Tarım Birliği (SAA)’’ ve Merkezi Almanya’da olan “Uluslararası Organik Ürün Hareketleri İzleme Organizasyonu (IFOAM)’’ tarımsal üretimde sürdürülebilir tarım, temiz üretim ve temiz ürün çalışmalarını sivil toplum örgütleri olarak yapmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti 1995 yılında Rio de Janerio’da yapılan GATT toplantılarına Cumhurbaşkanı düzeyinde katılmıştır. Daha sonra adı “Dünya Ticaret Örgütü” olarak değişen Gümrük Tarifeleri Ticaret Anlaşmasını (GATT) imzalamış ve bu anlaşma 1995 yılı Aralık ayında resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu anlaşmanın tarım bölümünü okuyan Tarım ve Köy İşleri Bakanlığında çalışan bir grup Ziraat Mühendisi, bu anlaşmanın, tarım sektöründe yaratacağı sorunları görmüş ve bu sorunların aşılabilmesi için Tarım ve Köy İşleri Bakanlığına bir dizi uygulama projeleri hazırlayarak sunmuşlar ve uyarmışlardır.
Dönemin üst yöneticileri GATT anlaşmalarının tarım sektöründe getireceği değişiklikleri anlamadıklarıiçin söz konusu projelerinde anlamamış ve kabul etmemişlerdir. Bunun üzerine bu küçük grup “ Sürdürülebilir Tarım Çiftçi Yardımlaşma Derneği” adı altında Bakanlıkta çalışan mühendisler ve Polatlılı birkaç aydın üretici ile Türkiye’de ilk defa sürdürülebilir kavramını kapsayan bir sivil toplum hareketi başlatmıştır.
Türkiye’de 1996 yılında bu konuda çalışmak üzere uluslararası statüde kurulan STD ‘’Sürdürülebilir Tarım Çiftçi Yardımlaşma Derneği’’ bu günkü adı “STD-Sürdürülebilir Ekolojik Tarım ve Çevre Derneği”olarak yoluna devam etmektedir. Kurulduğu 1996 yılından bu güne dek üyelerine, ülkemiz çiftçilerine, üreticilerine, tüketicilerine gelişen teknikleri, bilgileri ve disiplinleri projeler, eğitim, tanıtım ve yayım çalışmaları ile gönüllü olarak sunmaktadır.
GATT ANLAŞMASI VE TÜRKİYE:
GATT Anlaşmasıile Türkiye’de tarım sektörünün mevcut üreticilerle sürdürülemeyeceği ve tarım sektöründe yeni aktörlerin yer alacağı öngörüldüğü için, dernek mevcut üreticilerin varlıklarını devam ettirebilmeleri amacına yönelik olarak bu adı almıştır.
Dernek tüm canlılarda fıtraten var olan neslini devam ettirme içgüdüsünün, sosyal boyutundan hareket etmiştir. Doğada var olan bildiğimiz tüm canlıların ilk ve temel görevleri kendi nesillerinin devamlılığını sağlamaktır. Darwin’in önermeye çalıştığı gibi her canlı, doğada değişime uğrayarak bu günkü formlarını almıştır tezine karşılık, yaratılmış her canlı neslinin devamı için doğadaki ve yaşamdaki değişime uyabilmek, neslini devam ettirebilmek amacı ile sürekli değişim halindedir ve bu değişim devam etmektedir.
O halde sürdürülebilirlik yaşamın devamı ve devamının sağlanması olarak düşünülmelidir. Bu bir canlı olabileceği gibi, bir ülke, bir sosyal kurum, bir sektör ve bir işletme olabilir.
Tarım sektörünün sürdürülebilirliği, bu sektörün kullandığı tüm kaynakların sürdürülebilirliği ve sektör yaşayanlarının ekonomik sürdürülebilirliği ile mümkündür. Tarımın üretim kaynakları tarım toprakları, tarımsal su, güneş enerjisi, gen kaynakları,sermaye ve üreticidir.
Tarım topraklarının sürdürülebilirliği bu toprakların canlılığının, verimliliğinin korunması ve geliştirilmesi anlamını taşımaktadır. Toprağın bizatihi kendisinin canlı olduğunu 1933 yılında Sovyet Bilim adamları tarafından ispat edilmiştir. Toprak oksijen tüketen bir canlıdır. Bu canlılık sayesindedir ki insanoğlunun işlemediği ve yaşamadığı alanlarda binlerce bitki yaşamakta ve barınmaktadır. Bilim hala toprakta var olan ve toprak alkalileri olarak sınıflandırılan Tantallar grubu elementlerin fonksiyon ve görevlerini çözememiştir.
Ancak 1848 yılında kimyasal gübrelerin tarım topraklarına atılması ile birlikte, tarım topraklarının bu canlılıkları yavaş yavaş yok edilmeye başlamıştır. Canlılar üzerinde en baskın gen tembellik genidir. Toprağa hazır olarak verilen kimyasal maddeler bu toprakta yaşayan canlılarım tembelleşmesine neden olmaktadır. Tembelleşme görev yapmadan uzaklaşmaya ve hazır besin maddelerini tüketmeye yönlendirmekte bunun sonucu olarak, hazır besin maddesi verilmemesi halinde bitkisel üründe verim alınmamasına neden olmaktadır.
ABD’ de 125 yıllık çakılı deneme sonuçlarına göre, her 5 yılda bir, topraktan almakta olduğumuz verimi koruyabilmek için kullanmakta olduğumuz kimyasalları 2 kat artırmak zorundayız. Bu bir taraftan ekonomik olarak üreticiyi zorlamakta, diğer taraftan da toprakların canlılığı her yıl biraz daha azaltmakta ve sonunda toprak ölmektedir. Bu gün kara alanlarında bu verimsizliğe düşen on binlerce hektar tarım toprağı bulunmaktadır. Büyük ümitler bağladığımız GAP bölgesi sulama alanlarında da bu ölüm sorunu yaşanmaya başlamıştır.Nevşehir-Niğde bölgesinde 30-40 yıldan beri büyük ölçekte patates tarımnda aşırı kimyasal gübreler kullanılarak yapıldığından 2000 yılından itibaren toprakta çoraklaşma ve bozulmalar had safhaya ulaştığından ürünlerde hastalık ve verimsizlik başlamıştır.Neticede o tarihten bu güne kadar karantina uygulanmaktadır.
Aral gölü felaketi bunun en canlı misalidir. Diğer taraftan insanoğlunun ulaşamadığı Amazon ormanlarında bitki ve canlı gelişim hızı hala dünyanın en hızlı canlı gelişimidir. Bu bitki gelişim hızına seralardaki su kültürü ve tam otomatik atmosfer kontrolüyle bile ulaşılamamıştır.
Bu verilerışığında tarımsal üretimin ana kaynağı olan tarım topraklarımızın korunması,geliştirilmesi sürdürülebilir tarımın temel görevlerinden biridir. İkinci temel kaynak sudur. Su tüm canlıların temel maddesi olup, bitkiler için ise ayrıca üretim aracıdır. Dünyamızda hızla tükenen en hayati değer temiz su kaynaklarıdır. Bir su küresi olan dünyamızın temiz su miktarı toplam suyun ancak %11’idir ve bu kaynak karada yaşayan tüm canlılar tarafından paylaşılmaktadır.
Bu paylaşım düşünülerek suyun doğru, yeterli ve zamanında kullanımı sürdürülebilir tarım için vazgeçilmez kurallardan biridir. Bir taraftan tarımda kullanılagelen kimyasalların toprak ve yeraltı sularını kirletmesini önlemek, diğer taraftan bitki gelişimi için yeterli ve temiz suyun bitki kök bölgesinde (en azından tarla kapasitesinde) bulunmasını sağlamak zorunluluktur. Tarımda kullanılan bu suyun tuzluluğu ve asitliği bilinmelidir. Bitkisel üretim suyu kullanmak zorunda olduğumuz bir sektör olmakla birlikte, kirletilmiş suların temizlendiği doğal bir arıtma sistemidir.
Bu sistem yanlışsanayi ve tarımsal uygulamalar sonucunda kirletilmiş suyun tekrar kullanılabilir suya dönüşümünü sağlamaktadır. Su temizleyen bataklık bitkileri ve bunların içinden insan tüketimine uygun çeltik, şeker kamışı tarlaları ağır metaller nedeni ile kirletilmiş suyun içindeki ağır metalleri tohum kavuzlarında tutup biriktirerek, suyun temizlenmesini sağlamaktadır. Sürdürülebilir tarımda bir taraftan suyu doğru ve rasyonel kullanmak, diğer taraftan, kirletilmiş suların temizlenerek yeniden kullanımını sağlamak gibi bir işlevi vardır.
Güneş enerjisi Dünyamızın tek enerji kaynağıdır. Bütün enerjiler bu kaynaktan türemişlerdir. Bu enerjiyi kullanarak bu enerjiden madde içinde depolanabilir enerjiyi yaratma görevi bitkilerindir. Dünyamızın güneş etrafında 365 günde bir tür atmasının yarattığı mevsimlerin bir benzerini güneş sistemi novanın etrafında 5 milyon yılda bir yapmaktadır. Etkisini bu yıllarda hissettiğimiz global ısınma önümüzdeki yıllarda daha da artacaktır.
Çünkü güneş sistemimiz novaya yakınlaşan yörüngededir. Bu değişim doğal olarak dünya ikliminin değişimine neden olacaktır. Dönenceler kuzey ve güney yarım küreye doğru ilerleyecek ve bu gün kuzey Afrika da var olan hava olayları önce Akdeniz sahillerimize sonrada kuzeye Karadeniz sahillerimize kadar çıkacaktır.
Bu iklim değişikliği önce böceklerin sonra hayvanların ve en sonrada bitki örtüsünün değişimine neden olacaktır. Ekvatordan, kuzey ve güney kutbuna kadar tüm iklim koşullarında yaşayabilen tek canlı insan olduğuna göre, diğer bütün canlılar bu değişime göre yeni yaşam alanları için göç edecekler ve dünyanın yaşam alanlarıdeğişecektir. Bunu önlemek ve durdurmak mümkün olmadığına göre, sürdürülebilir tarım için değişen iklim koşullarına göre bitki pateni nin değişimine hazırlanmak zorunda olacağız.
Tarım sektörü doğada var olan gen kaynaklarını kullanarak üretim yapmaktadır. Ülkemiz bu gen kaynaklarının en önemli yerlerinden biridir. Ancak son yıllarda genetiği değiştirilmiş tohumların üretimi ve ticareti hızla artmaktadır. Sürdürülebilir tarım var olan gen kaynaklarını korumayı ve geliştirmeyi temel ilke edinmiştir. Mevcut genlerin melezleri ile üretimin artırılması ve/veya dayanıklı türlerin üretilmesi ile bu karıştırılmamalıdır. Melezlik doğa da mevcuttur ve doğanın bir parçasıdır. Ancak gen transferi ve mutasyonlar doğaya aykırıdır.
Her sektörde olduğu gibi tarım sektöründe de sermaye üretimin ayrılmaz bir parçasıdır. Sermayeyi yaratmak, tüketebildiğimizden daha fazlasını üretebilmekle mümkündür. Doğal olanı da budur. Ancak başkaları tarafından yaratılmış değerleri ele geçirerek sermaye büyütmekte mümkündür.
Avrupa kıtasıköleliğin yasaklandığı 1930 yılına kadar en büyük sermeye birikimini, köle ticareti ve sömürge ülke kaynaklarının sömürülmesi ile elde etmiştir. Biriken bu sermaye bu gün tüm dünya ya empoze edilmeye çalışılan globalizmin, global ekonominin doğuşuna sebep olmuştur. Biriken ve harcama yeri olmayan uluslar arası sermaye yeni üretim kaynakları aramış, 1995 yılında yapılan DTÖ Anlaşmasının yarattığı hukuk çerçevesinde de gelişme yolunda olan ülkelerin sermaye yetersizliklerinden dolayı kullanılamayan kaynaklarına ulaşmıştır.
Sürdürülebilir tarım üreticinin sermaye birikimini sağlayabilecek, maliyetleri minimize eden ve ürünün pazar değerini artıran teknikler geliştirmektedir. Az toprak işleme, toprağı devirmeden işleme, kimyasallar yerine doğru ve doğal girdiler kullanma, hayvancılık sektörü atıklarının bitkisel üretimde, bitkisel üretim atıklarının hayvansal üretimde kullanılabilirliğini geliştirmektedir.
İz elementlerin kullanımlarını artırmakta, doğal mikroorganizmalarla toprak verimliliğini artırmak ve rasyonel ürün münavebesi ile tarımda maliyetleri düşürüp, sermaye birikimini sağlamaya yönelik çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar ile üreticiyi toprağına ve kaynaklarına sahip çıkabilme gücü ve bilgisine ulaştırmaya çalışmaktadır. Aksi takdirde bu kaynaklar yine sermaye gücünün eline geçecek ve üretici bir zamanlar kendine ait bu topraklarda işçi olarak çalışan sıradanlığa düşecektir.
Sürdürülebilir tarımın en çok önem verdiği kaynak bizatihi üreticinin kendisidir. Üretici üretim kaynağı olarak toprağını, bilgi ve tecrübesini ve sermayesini koyarak geçimini sağlamaya çalışan bir müteşebbistir. Öyle bir müteşebbistir ki tüm kaynaklarınıüstü açık bir fabrikaya yatırmakta ve tüm yaşamını bu fabrikada üreteceği, miktarı ve fiyatı belli olmayan, pazarı belirsiz üretime bağlamaktadır.
Sürdürülebilir tarım işte bu üreticileri eğitmek, bilgilendirmek, örgütlemek, belirsiz pazarıbelirgin hale getirmek ve yatırıma başlamadan bu yatırımın sonunda ne kazanabileceğini bildirmek görevini üstlenmektedir.
Sürdürülebilir tarımın ulaşımı en zor hedefi budur. Bu hedefe ulaşabilmek için üreticilerde davranış değişikliği kazandırılmalıdır. Bu değişiklik bir nesille olmamaktadır. En az üç nesil bu çalışmaların devam ettirilmesi zorunludur.
Sürdürülebilir tarım prensipleri;
Doğal kaynaklar korunacak ve geliştirilecek,
Kullanılan girdiler doğaya ve tüketiciye zarar vermeyecek, yenilenebilir kaynaklar kullanılacak,
Sürdürülebilir tarım işletmesi, kendi girdilerini kendi işletmesi içinde, münavebeye uygun olarak üretecek,
Hayvancılık ve bitkisel üretim birbirlerine girdi temin edebilecek dengede olacak, hayvancılık atıkları, bitkisel üretimde girdi, bitkisel üretim atıkları hayvancılığın girdisi olacak,
İşletme dışa bağımlı olmadan ve doğal kaynaklarını azaltmadan üretimini, ekonomik boyutta sürdürebilecek,
Gerektiğinde işletme, kontrollü olarak kimyasal girdi kullanabilecektir.
Bu prensiplerin temeli tarımsal üretimin; doğal kaynakları olan Toprak, Su ve Bio çeşitliliğin korunarak, işletmenin ekonomik olarak sürdürülebilirliğinin sağlanmasıdır.
Sürdürülebilir Tarım Derneği kurulduğu 1996 yılında “Türkiye Sürdürülebilir Tarım Sempozyumu” yaptığında, 2005 yılında Türk tarımının içine düşeceği durumu, üreticinin çarpacağı kayayı ve Devletin desteklemelerle yapmak zorunda kalacağı düzenlemeleri bildiri ve data show olarak sunmuştu.
Ne yazık ki o gün sunulan bildiri bu gün gerçekleşmiştir. 1996 yılından beri eğitim, bilgi ve destek verdiğimiz üreticilerin çocuklarının bu çabaya devem ettiğini görmekteyiz. Bu sürdürülebilir Tarımın planlandığı gibi geliştiğini ve büyüdüğünü göstermektedir. Sabır ve heyecanla bu çalışmalar devam edecektir. Bir nesil daha bu konularda bilgilenecek ve yetişecektir.
ORGANİK TARIM’IN TARİHÇESİ,
GELİŞİMİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIM
Dünyada Organik Tarım Hareketinin Başlaması, Doğuşu ve Gelişmesi
Dünyada tarımın çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin ilk kez belirlenmesinin tarihi Orta Çağ’a kadar gitmektedir. İngiliz tarımcı Henleyli Walter 13. yüzyılda çift sürmede at kullanımının giderek yaygınlaşmasının orman alanlarının azalmasısonucunu yarattığını belirterek, tarımda işgücü olarak at kullanımına karşıçıkmıştır. Dönemin diğer bir tarımcısı Robert Grossetes’in yazdığı kitaplarda ve yazarı belli olmayan Husbandry adlı kitapta tarım topraklarının nadasa bırakılması, organik gübre ile gübrelenmesi ve tohumluğun mutlaka her yıl değiştirilmesi ile münavebenin tarımsal verim düşüklüğünün önleyebildiği betimlenirken uygun olmayan tarımın toprakları verimsizleştirdiği belirtilmiştir.
Dünyadaİzlenen Politikalar
Gelişmişülkeler sürdürülebilir tarım konusu ile 1900’lü yılların başında ilgilenmeye başlamış, gelişmekte olan Uluslararası Sürdürülebilir Tarım Birliği ve UluslararasıOrganik Ürün Hareketleri Organizasyonu hareketleri Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının araya girmesi üzerine sekteye uğramıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle hareket tekrar başlamıştır.
Günümüzde merkezi ABD’de olan’’Sürdürülebilir Tarım Birliği (SAA)’’ ve merkezi Almanya’da olan ‘’Uluslararası Organik Ürün Hareketleri İzleme Organizasyonu (IFOAM)’’tarımsal üretimde sürdürülebilir tarım, temiz üretim ve temiz ürün çalışmalarını sivil toplum örgütleri olarak yapmaktadır.
Türkiye’de 1996 yılında bu konuda çalışmak üzere uluslararası statüde kurulan STD‘’Sürdürülebilir Tarım Çiftçi Yardımlaşma Derneğimizin’’ bugünkü adı STD Sürdürülebilir Ekolojik Tarım ve Çevre Derneği olarak yoluna devam etmektedir. Kurulduğu 1996 yılından bugüne dek üyelerine, ülkemiz çiftçilerine, üreticilerine, tüketicilerine gelişen teknikleri, bilgileri ve disiplinleri projeler, eğitim, tanıtım ve yayım çalışmaları ile gönüllü olarak sunmaktadır.
Türkiye’deİzlenen Politikalar
Türkiye, özellikle 1960’tan itibaren hızla gelişmekte, sanayileşmekte ve kentleşmektedir. Bu süreç önümüzdeki dönemlerde de hızlanarak devam edecektir. 1992 yılı Haziran ayında Brezilya’nın Rio de Jeneiro kentinde B.M. (BirleşmişMilletler) Çevre ve Gelişme Konferansı yapılmıştır. Konferans sonunda bir eylem planı (Gündem 21) deklare edilmiştir.
Devlet Planlama Müsteşarlığı Gündem 21’in getirdiği yükümlülüklerden biri olan "Türkiye Gündem 21 Ulusal Çevre Eylem Planı’’ çalışmalarına başlamış ve 1996 yılında çalışma tamamlanarak yayınlanmıştır. Bu çalışmanın akabinde Çevre Bakanlığı’nca ‘’Türkiye Ulusal Gündem 21 Hazırlanması ve Uygulanması Projesi’’hazırlanmıştır.
Bütün bu çalışmalara paralel olarak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Türkiye’de üretilen ve A.B. ülkelerine pazarlanması planlanan tarım ürünlerinin sertifikalandırılması için ‘’Organik Yöntemle Üretilmiş Ürün Yönetmeliği”ni Aralık 1994’te Resmi Gazete’de yayınlamış ve İzmir’de ‘’Ekolojik Tarım Organizasyonu (ETO)’’ kurularak Organik Ürün Sertifikalama hizmetleri Türk ve yabancı ülke firmalarınca verilmeye başlanmıştır.
Türk Standartlar Enstitüsü 19981999 yılı iş programına "Ekolojik Yöntemlerle Üretilmiş Tarım Ürünleri Standardı Hazırlanması’’ faaliyetini koymuş ve bunun için Ekolojik Tarım Ürünleri Hazırlık Standartları Daimi Komitesi’ni kurmuştur. TSE "Ekolojik Yöntemle Üretilmiş Bitkisel Ürünler Standardı”nıyayınlamıştır.
Organik Tarım Organizasyonları, Prensipleri ve Çalışmaları
Başlangıçta tarım topraklarının korunması için başlatılan organik yetiştiricilik, sonradan tüketicilerin sağlıklı beslenmelerine ve devamında da organik ürün yetiştiricilerinin hak ve menfaatlerinin korunmasına yönelmiştir. Bu nedenle kapsam genişletilmiş ve her yıl ilave edilen yeni kurallarla karmaşık ve içinden çıkılmaz hale gelmiştir. Bu konudaki en büyük otorite olan IFOAM her yıl yeni ilavelerle yönetmeliğini zenginleştirmektedir.
Ancak bütün bu karmaşanın içinde temel olarak belirlenen kurallar şunlardır;
Toprakİşleme ve Bitki Besleme
Toprak canlılarının hayatiyeti devam ettirilecek (toprak işleme).; Bitkinin topraktan aldığı maddeler dengeli olarak toprağa verilecek (bitki besleme).; Bitki besleme amacıyla toprağa verilen maddelerin, üretim ve tüketim süreçlerinde bitki, hayvan ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etkisi olmayacak, Kullanılma mecburiyeti olan tarımsal savaş preparatları doğal preparatlar olacak ve kullanıldığı zararlı dışındaki canlılar üzerinde zararlı olmayacak, Organik tarım işletmesinin sahibi ve çalışanlarının hakları ve kazançları, asgari düzeyde insan hakları ve yaşam standardından aşağı düzeyde olmayacak, Organik olarak üretilen ürünlerin, sertifika ve etiketi olacak.
Bu koşulların en dikkat çekeni "e” maddesidir. Organik işletme çalışanı temel hak ve özgürlüklerden yararlanma konusunda koruma altına alınmaktadır.
Dünyada Sürdürülebilir Tarım Hareketinin Başlaması,
Doğuşu ve Gelişmesi
Sürdürülebilir Tarım kavramı, Organik Tarım kavramından yaklaşık 60 yıl sonra ortaya çıkmıştır. Çıkış nedeni; organik tarımın katı kurallarından biraz kaçınmak ve üreticilerin bazı kimyasalları kullanmalarına olanak vermek üzere, tarımsal üretimi toprağın verimliliğini artırarak devam ettirebilmektir.
Toplam Kalite Kontrol Standardı
Bu amaçla merkezi Amerika Birleşik Devletlerinde bulunan Dünya Sürdürülebilir Tarım Birliği, toprak işlemeden başlayarak, doğal toprak ıslah maddeleri, kültürel bitkilerinin birlikte ekimi, münavebe, doğal maddelerle bitki besleme ve doğal preparatlarla tarımsal savaşım mecbur kaldıkça da kontrollü kimyasal maddelerle besleme ve savaşım tekniklerini geliştirmişlerdir. Sadece nihai tüketim ürünü için değil, üretimin her aşamasında kalite ve kontrol sistemi ile sanayi üretimindeki ‘’Toplam Kalite Kontrol Standardı’’nın uygulamasına çalışılmaktadır.
Başlangıcı1950 yılı olan sürdürülebilir tarım hareketi, özellikle Amerika kıtası ve okyanus ülkelerinde yaygınlaşmış ve gelişmiştir. Bugün 100’den fazla ülkede birliğe bağlı araştırma enstitüleri ve üye üreticiler, sürdürülebilir tarım teknikleri, birbirleri ile uyumlu bitki yetiştiriciliği, toprak işleme teknikleri ve doğal ilaçlar konusunda bilgilerini, açılmış olan bir internet sayfasında, paylaşmaktadırlar.
Her sene değişik ülkelerde toplanan sürdürülebilir tarım uzman ve yetiştiricileri bu toplantılarda teknik ve ilaç bilgilerini paylaşarak yeni uygulama tekniklerini geliştirmektedir. Aylık ve yıllık olarak çıkardıkları bültenlerle de bu bilgilerin yayımını yapmaktadırlar.
Sürdürülebilir Tarım Organizasyonları, Prensipleri ve Çalışmaları:
Dünyada sürdürülebilir tarım hareketi, tıpkı organik tarım hareketinde olduğu gibi sivil toplum kuruluşları tarafından teknikler bu örgütlerce belirlenmekte ve üye sivil toplum kuruluşlarına bildirilmektedir. Bu kurallar organik tarım ku­rallarında olduğu gibi katı ve zorunlu değildir. Seçim ta­mamen üreticinin tercihine bırakılmaktadır. Bunun sonucu olarak sürdürülebilir ve iyi tarım teknikleri ile yetiştirilmiş gıdalarda herhangi bir sertifikasyon veya etiketleme mec­buriyeti getirilmiştir. Bu tür bir etiketlenmenin mecburi ol­ması nedeniyle de, sertifikasyon ve denetim firmaları oluş­turulmuştur.
Sürdürülebilir tarım prensiplerine baktığımızda da bunun sebebini açıkça görmekteyiz. Sürdürülebilir tarımın bütün dünyada kabul görmüş usul, ilke ve prensip­leri;
a. Doğal kaynaklar orijinal biçimi ile korunacak ve olabildiğince geliştirilecek,
b. Kullanılan girdiler doğaya, çevreye, tarım alanlarına ve tüketiciye zarar vermeye­cek, mutlaka ve mümkün olduğu kadar yenilenebilir kaynaklar kullanılacak,
c. Sürdürülebilir tarım işletmesi, kendi girdilerini kendi iş­letmesi içinde, münavebeye uygun olarak; En uygun, ekonomik ve asgari maliyetle “ucuz” üretecek,
d. Hayvancılık ve bitkisel üretim birbirlerine girdi temin edebilecek dengede olacak, hayvancılık atıkları, bitkisel üretimde girdi, bitkisel üretim atıklarıhayvancılığın girdi­si olacak ve bu şekilde “sürdürülebilir” dönüşüm sağlanacak.
e.İşletme dışa bağımlı olmadan ve doğal kaynaklarını azaltmadan, bilâkis, doğal imkân ve kaynaklarını arttırıp geliştirerek üretimini, ekonomik boyutta sürdürebilecek,
f. Ancak, gerektiğinde ve sadece zorunlu hallerde işletme, kontrollü olarak kimyasal girdi kul­lanabilecek; Fakat bu kullanımın nihai kullanıcı (tüketici) üzerinde olumsuz etki, genetik bozukluk ve muhtelif hastalıklara neden olmamasına dikkat edilecek.
Bu prensiplerin temeli tarımsal üretimin; doğal kaynakla­rı olan Toprak, Su ve Bio çeşitliliğin korunarak, işletmenin ekonomik olarak sürdürülebilirliğinin sağlanmasıdır.
***
(*) Yararlanılan kaynaklar :
1) M. Aşkın SÜRMELİ, Ziraat Yüksek Mühendisi, Bolu SYDD Başkanı
2) Dr. Muzaffer BUMİN, Ziraat Yüksek Mühendisi, STD Başkan Yardımcısı.

15 Mayıs 2014 Perşembe

Aşık Veysel'in gönül gözüyle ifade ettiği gibi insanoğlu olarak bizim sadık yarimiz kara topraktır.

DÜNYA ÇİFTÇİLER GÜNÜ; TÜRK TARIM'I VE BÜTÜN ÇİFTÇİLERİMİZE "HAYIRLI, VERİMLİ, BEREKETLİ, SÜRDÜRÜLEBİLİR VE KUTLU OLSUN" 'STD YÖNETİM'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dünya Çiftçiler Gününde Konuştu:

-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dünya Çiftçiler Gününde Konuştu: 
-''Toprağa her bakımdan hak ettiği değeri vermek zorundayız. Toprağı 
berekete dönüştüren çiftçiye bütün imkanlarını kullanarak sahip çıktık”
Ankara - 14.05.2012 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Toprağa her bakımdan hak ettiği değeri vermek zorundayız. Toprağı berekete dönüştüren çiftçiye bütün imkanlarını kullanarak sahip çıktık” dedi.
Erdoğan, hedeflerinin Türkiye'de açık kanalet sisteminden kapalı sisteme geçmek olduğunu belirterek, ''Açık kanalet sisteminde nereden bakarsanız bakın yüzde 60-65 buharlaşmayla suyu kaybediyoruz. Bunu kaybetmememiz lazım. Çünkü biz su zengini bir ülke değiliz'' dedi. 
Başbakan Erdoğan, Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) tarafından JW Marriot Otel'de 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü dolayısıyla düzenlenen törendeki konuşmasına, annelerin Anneler Günü'nü kutlayarak ve hayatlarını kaybeden eski Trabzon milletvekili Mustafa Cumur ile eski Bakan Eyyüp Cenap Gülpınar için rahmet dileyerek başladı. 
''Aşık Veysel'in gönül gözüyle ifade ettiği gibi insanoğlu olarak bizim sadık yarimiz kara topraktır. Dost dost diye nicesine sarıldık/Benim sadık yarim kara topraktır/Beyhude dolandım boşa yoruldum/Benim sadık yarim kara topraktır/Havaya bakarsam hava alırım/Toprağa bakarsam dua alırım/Topraktan ayrılırsam nerede kalırım/Benim sadık yarim kara topraktır'' diyen Erdoğan, Allah'ın insanları topraktan yarattığını, insanların hayatını toprağın üzerinde ve ondan elde ettiği nimetlerle sürdürdüğünü vurguladı.
Erdoğan, ''Öldüğümüzde de toprağa geri dönüyoruz. Toprak olmazsa bu dünyada kalacak yer bulamadığımız gibi, öteki aleme göçtüğümüzde de yatacak yerimiz olmayacak. Bunun için toprağa her bakımdan hak ettiği değeri vermek zorundayız'' diye konuştu.
-''Tarım ürünleri ihracatımız 2011 yılında 15,3 milyar dolara yükseldi''-
Toprağı berekete dönüştüren çiftçiye bütün imkanlarını kullanarak sahip çıktıklarını belirten Erdoğan, kendi kendine yetecek bir tarımsal üretim potansiyeline sahip olmasının Türkiye'nin en büyük gücü olduğunun altını çizdi. 
Hükümetleri döneminde Türkiye'yi her alanda güçlendirirken tarımın en başta gelen alanlar arasında yer aldığını söyleyen Erdoğan, ''Tarımı stratejik bir alan olarak gördük ve bütün adımlarımızı ona göre attık. Böylece tarımsal gayrisafi yurtiçi hasılamızı 2002 yılındaki 23,7 milyar dolar üzerinden 2011 yılında yüzde 165'lik artışla 62,7 milyar dolara ulaştırdık'' dedi.
Erdoğan, şöyle devam etti:
''Tarım sektöründeki kişi başına geliri 2000 yılındaki 1000 dolar seviyesinden 2011'de 3 bin 653 dolara yükselttik. Genel ihracatımızla tarım ürünleri ihracatımızı da oldukça yüksek alanlara çıkardık. 2002 yılında 3 milyar dolar olan tarım ürünleri ihracatımız, 2011 yılında yüzde 282'lik bir artışla 15,3 milyar dolara ulaştı. Bütün bu gelişmeler sonunda Türkiye tarımsal ekonomik büyüklük bakımından dünyada 11'inci, Avrupa'da 4'üncü sıradayken, dünyada 7'inciliğe, Avrupa'da 1'inciliğe yükseldi. 
Elbette bu sonuçlar kendi kendine ortaya çıkmadı. Geçtiğimiz 9,5 yıl boyunca tarımda yapısal bir dönüşüm gerçekleştirdik. Bu dönüşümün yasal altyapısını kurmak için 13 kanun çıkardık. Kaliteyi, sağlığı, verimliliği ve kırsal kalkınmayı esas alan 52 yeni destek uygulamasını hayata geçirdik. 
Üreticilerimize 2003-2012 döneminde toplamda 46 milyar 400 milyon lira nakit tarımsal destek ödemesi yaptık. 2002 yılında çiftçilerimize 1 milyar 868 milyon lira tarımsal destek ödemesi yapılmışken, 2011 yılında biz bu rakamı yüzde 274'lük bir artışla 7 milyar 100 milyon liraya ulaştırdık. Destek ödemelerini yılın ilk yarısında yaparak çiftçimizin mağduriyetine meydan vermedik. Tarımsal girdilerin en önemli destekleri bizim dönemimizde verilmeye başlandı. 
Örneğin mazot desteğini 2003 yılında, kimyevi gübre desteğini doğrudan çiftçiye ödemeyi 2005 yılında, sertifikalı tohum ve fide kullanma desteğini 2005 yılında, sulamaya faizsiz hibe ve kredi desteğini 2006 yılında, makine ekipmanı yüzde 50 hibe desteğini 2007 yılında ilk defa biz başlattık. 
Tarımsal kredilerin 2002 yılında yıllık yüzde 59 olan faiz oranlarını 2011 yılında sulama ve hayvancılıkta sıfıra, diğer alanlarda yüzde 5'e düşürdük. Yüzde 59 faiz nerede, yüzde sıfır faiz nerede? Burada enteresan bir şey daha söyleyeceğim. 2002'de Ziraat Bankası'nın tarımsal kredi kullanımı 227 milyon lira, 2011'de 19 milyar lira. Tarım kredi kooperatiflerinin kredi kullanımı 2002'de 302 milyon, 2011'de 3,9 milyar lira. Toplamda 23 milyar lira. Yani eski rakamla 23 katrilyon lira. Bunu kullanan çiftçi sayısı 521 bin 790 kişi. Tabii burada bir güzellik daha var, 2002'de geri dönüş yüzde 38 idi. 2011'de bu, yüzde 99'a geldi. Bundan dolayı çiftçi kardeşlerimizi kutluyorum. Tarım kredi kooperatiflerinde de yüzde 71 idi geri dönüş, fakat o da yüzde 98'e yükseldi. Yani benim çiftçi kardeşim borcuna sadık. Gidip ödemesini de yapıyor.'' 
-''Sulama yatırımlarına özel önem veriyoruz''-
Sulama yatırımlarına da özel bir önem vererek 718 milyar lira faizsiz kredi kullandırıldığını, böylece 73 bin çiftçinin 2 milyon 700 bin dekar alanı basınçlı sulama sistemiyle sulanmasını sağladıklarını dile getiren Erdoğan, hedeflerinin Türkiye'de açık kanalet sisteminden kapalı sisteme geçmek olduğunu anlattı. 
Böylelikle suda israfı, suyun buharlaşmasını önleyecek sistemi getireceklerini kaydeden Erdoğan, ''Açık kanalet sisteminde nereden bakarsanız bakın yüzde 60-65 buharlaşmayla suyu kaybediyoruz. Bunu kaybetmememiz lazım. Çünkü biz su zengini bir ülke değiliz. Bunun da adımlarını atmış oluyoruz'' dedi. 
AK Parti hükümetleri döneminde Devlet Su İşleri (DSİ) aracılığıyla büyük bölümü sulama amaçlı bin 128 tesisi tamamlayarak hizmete sunduklarını dile getiren Erdoğan, 11 milyon dekar alanı sulamaya açarak sulanan arazi miktarını 55 milyon dekara ulaştırdıklarını, 2 milyon hektara yakın alanı ağaçlandırarak toprağın zarar görmesini engellediklerini ifade etti.
-“Bütün çocuklarımıza, bütün velilerimize sesleniyor ve okullarda dağıtılan sütleri gönül rahatlığıyla içmelerini istiyorum''-
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Bütün çocuklarımıza, bütün velilerimize sesleniyor ve okullarda dağıtılan sütleri gönül rahatlığıyla içmelerini istiyorum'' dedi.
Erdoğan, Türkiye hayvancılık alanında Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatifleri aracılığıyla 2010 yılı Ağustos ayından 2011 sonuna kadar 6 milyar 322 milyon lira faizsiz kredi kullandırdıklarını söyledi.
Çiftçinin krediyi geri ödeyebilmesini sağlamanın, kredi kullandırmaktan daha önemli olduğunu vurgulayan Erdoğan, ''2002 yılında Ziraat Bankası kredileri geri dönüş oranı neydi ama şimdi ne?'' diyerek, bunun çok güzel bir gelişme olduğunu kaydetti.
Başbakan Erdoğan, 2011 yılında bu gelişmeler yaşanırken, gerek süt gerek et-besi hayvancılığında da çok ciddi gelişmeler olduğunu dile getirerek, şöyle konuştu:
''2002 yılında hayvancılığa verilen destek 83 milyon lira iken bu rakamı 2012 yılında 2 milyar 100 milyon lira düzeyine çıkarıyoruz. Hayvancılık desteklerinin toplam destekler içindeki payını da 2002 yılındaki yüzde 4'ten seviyesinden 2012 yılında yüzde 28'e yükseltiyoruz. 2003 yılından bu yılın Mart ayı başına kadar hayvancılığa verdiğimiz nakit destek tutarı 7 milyar 900 milyon lirayı buldu. Büyükbaş ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği yapanlara 2010 yılından itibaren sıfır faizli 7 yıl vadeli yatırım ve işletme kredisi vermeye başladık. Bugüne kadar 111 bin kişiye 5 milyar 900 milyon lira bu kapsamda kredi kullandırdık.''
-''Toplulaştırmaya hız verdik''-
İşletmelerin küçük ve parçalı araziler şeklinde olmasının, ülkedeki tarım sektörünün en önemli yapısal sıkıntılarından birisi olduğunu dile getiren Erdoğan, bunun için arazi toplulaştırma çalışmalarına sürat verdiklerini belirtti.
Erdoğan, 1961 yılından 2002 yılana kadar geçen 41 yıllık dönemde toplam 450 bin hektar alanda toplulaştırma yapılabildiğine işaret ederek, kendilerinin 2003-2011 arasında 1 milyon 291 bin hektar alanda toplulaştırma gerçekleştirdiklerini, hedeflerinin 2023 yılına kadar ülkede toplulaştırma yapma miktarını 14 milyon hektarın tamamında yapıp bitirmek olduğunu söyledi.
2006 yılında başlattıkları kırsal kalkınma hamlesiyle bugüne kadar 4 bin 76 tarıma dayalı sanayi tesisi yapılmasını sağladıklarını ifade eden Erdoğan, 42 bin yeni istihdam oluşturan bu tesisler için 600 milyon lira hibe desteği verdiklerini belirtti.
Erdoğan, yine bu kapsamda 625 milyon lira hibe ile 160 binin üzerinde makine ekipman desteği sağladıklarına dikkati çekerek, böylece tarımda teknoloji kullanımını artırırken, makine imalat sektörünü de canlı tuttuklarını anlattı.
Başbakan Erdoğan, 2015 yılına kadar 30 bin yeni istihdam oluşturan 3 bin yeni tarımsal tesise daha destek vereceklerini vurgulayarak, ihtiyaç doğrultusunda makine ekipman desteğini de devam ettireceklerini dile getirdi.
-İlk kez faizsiz kredi imkanı-
Tarımsal kalkınma kooperatiflerine ilk kez faizsiz kredi imkanını da kendilerinin getirdiğini ifade eden Erdoğan, bugüne kadar 1838 kooperatif projesine 1 milyar 800 milyon lira kredi tahsis ettiklerini, bu projelerle 178 bin çiftçi ailesini destekleyerek, iş sahibi olmalarını temin ettiklerini söyledi.
Erdoğan, çiftçilerin eğitiminin önem verdikleri bir başka alan olduğunu belirterek, sadece son 3 yılda çiftçilere sponsor desteğiyle 1 milyon 100 bin ücretsiz kitap dağıttıklarını kaydetti.
Dünyada kendi alanında bir ilk olan, internet üzerinden ulaşılan web-tarım televizyonunu kurduklarını anlatan Erdoğan, çiftçilerin günün 24 saati faydalanabildikleri bu internet sitesinde 300 eğitim filmi bulunduğunu bildirdi.
Tarımsal danışmanlık hizmeti satın alan çiftçilere ve işletmelere 600 liralık bir destek sağladıklarını dile getiren Erdoğan, ''Köye ve köylüye hizmet mahalinde olmalıdır'' anlayışından hareketle 2007 yılından bugüne kadar bu amaca dönük olarak görev yapan 7 bin 500 personel istihdam ettiklerini belirtti.
Erdoğan, bütün bunları yeterli görmedikleri için 2023 yılı için çok daha büyük hedefler belirlediklerini ifade ederek, amaçlarının 23,7 milyar dolardan 62 milyar dolara çıkardıkları tarımsal milli geliri 2023 yılında 150 milyar dolara ulaştırmak olduğunu söyledi.
Tarım ürünleri ihracatını 3 milyar dolardan 15,3 milyar dolara getirdiklerini, bunu da 2023 yılında 40 milyar dolara çıkarmayı hedeflediklerini ifade eden Erdoğan, ''Fakat başkan 50 milyar dolar müjdesini verdi. O bizi de aştı. Temennim o ki 50 milyar doları da yakalarız, 50 milyar doların da inşallah üzerine çıkarız. Gökten ne yağar ki yer kabul etmez. Tarımsal ekonomik büyüklük açısından da zaten Avrupa'da birinciliğe yükseldik. 2023 yılında dünyanın ilk 5 ülkesi arasına girmeyi planlıyoruz'' diye konuştu.
-''Sütleri gönül rahatlığıyla içmelerini istiyorum''-
Erdoğan, ülkenin imkanlarını, değerlerini ve üretimini daima kendi insanının hizmetine vermenin, kendi insanı için kullanmanın gayreti içinde olduklarını ifade ederek, bu doğrultuda çok önemli bir çalışmayı 2 Mayıs tarihi itibarıyla başlattıklarını kaydetti.
Türkiye'nin ilçe, belde ve köyleriyle 81 vilayetinde 32 bin 600 okulda her gün 7 milyon 200 bin adet süt dağıttıklarına işaret eden Erdoğan, şöyle devam etti:
''Sütün çocuklarımızın gelişimindeki önemi hepimizin malumu. Biz imkanı olan olmayan ayrımı yapmadan sadece aileleri tarafından sağlık açısından süt içmesinde sakıncası olduğu bildirilenler hariç bütün çocuklarımızı bu uygulamaya dahil ettik. Böyle kapsamlı ve büyük bir projeyi organizasyonda ciddi hiçbir aksaklık yaşanmadan başarıyla gerçekleştirdik. Projenin ilk günlerinde toplam 7 milyon 200 bin çocuğumuzdan küçük bir bölümünde süte karşı hassasiyetten kaynaklanan rahatsızlıklar ortaya çıktı. Bunlara da derhal sağlık kuruluşlarımızda gerekli müdahaleler yapıldı ve tedavileri gerçekleştirildi. 
Bunun üzerine sağlık Bakanlığımız, Milli Eğitim Bakanlığımız, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımız gerekli çalışmaları gerçekleştirdi, tetkikler yapıldı. Sonuçta yaşanan sıkıntıların gıda zehirlenmesinden kaynaklanmadığı yani sütlerle ilgili herhangi bir sorun bulunmadığı ortaya çıktı. Buradan bir kez bütün çocuklarımıza, bütün velilerimize sesleniyor ve okullarda dağıtılan sütleri gönül rahatlığıyla içmelerini istiyorum. Böylesine kapsamlı bir projede ortaya çıkan ve toplam içinde çok az sayıda olan öğrencilerimizin rahatsızlanması konusunu bir istismar vesilesi yapmak isteyenleri özellikle dikkate almamalarını rica ediyorum. Olayın önünü arkasını anlama zahmetine girmeden, araştırıp sormadan, doktorların değerlendirmelerini, tahlilleri, raporları görmeden ön yargıyla söylenen sözler kimseyi tereddüte sürüklemesin. Çünkü bu çocuklarımızın gelişimini ilgilendiren, sağlıklı, güçlü nesiller yetişmesine katkı sağlayacak bir projedir.''
-''Öz evlatlarımız olarak görüyoruz''-
Başbakan Erdoğan, okullarda süt verdikleri her bir çocuğu kendi öz evlatları olarak gördüklerini her aşamada bu hassasiyetle hareket ettiklerini vurgulayarak, ''Nitekim ilk günlerde yaşanan bu sorunlar, süte hassasiyeti olan çocuklarımız durumları ortaya çıktığı için daha sonraki günlerde ortadan kalkmıştır. Bir şikayet gelmedi. Meselenin gıda zehirlenmesinden kaynaklanmadığı anlaşılırken, bu olay üzerinden sergilenen fırsatçılıkta bütün milletimiz tarafından gayet açık şekilde görülmüş oldu'' dedi.
Sütün bol ve az olduğu mevsimlerin olduğunu belirten Erdoğan, şunları kaydetti:
''Sütün az olduğu mevsimde bu işin ticaretini yapanların bunu istismar ettiğini görüyoruz. Buradan çok büyük rantlar elde etmekte olduklarını görüyoruz. Bol olduğundan da benim süt üreticisi kardeşimin mağduriyetini görüyoruz. Onun da elinde bu defa süt kalıyor. Öyle mi? Ve elinde kaldığı için de ne oluyor? Hem istediği gibi sütünü satamıyor, satamadığı gibi bazıları da sütünü kullanamıyor. Bunları yaşadık. Bu problemi de biz bunu sübvanse etmek suretiyle böylece sütü yıl boyu ne yaptık sübvanse etmenin yanında bir de avanse ettik. Fiyatları böyle bir aynı noktaya taşımış olduk. Böylece üretici tüketici arasında sütün sanayisini yapanlar da artık bu işin istismarını yapamıyor. Bir kez daha ifade ediyorum. Süt meselesi istismar edilmeyecek, siyaset malzemesi olarak kullanılmayacak kadar önemli bir konudur. Çocuklarımız söz konusu olduğunda, onların sağlığı geleceği söz konusu olduğunda diğer her şey bizim için ikinci plandadır. Bunun aksini düşünebilen, aksini iddia edebilen bir anlayış hiç kusura bakmayın bizim tasvip edebileceğimiz bir anlayış değildir. 
Bizim bu projeyle asıl amacımız çocuklarımızın sağlıklı beslenmeleri, sütün faydalarından azami derecede istifade edebilmeleridir. Bununla birlikte elbette bu proje de özellikle hayvancılık sektöründe, yem sektöründe, tarımda da önemli bir canlanmaya yol açıyor. Okullarda süt dağıtımını aynı zamanda tarım ve hayvancılık sektörü için dolaylı bir destek projesi olarak da ifade edebiliriz. Böylesine çok yönlü faydaları olan bu projeyi inşallah planladığımız şekilde sürdüreceğiz ve sonucu da ulaştıracağız.''
Başbakan Erdoğan, geçmişe devletler ve milletler için ikamesi en zor olan hususun yiyecek temini olduğunu ifade ederek, bu konuda geçmişteki sıkıntıların yaşanmaması için gerekli tedbirleri aldıklarını söyledi.
Sulanabilir araziler, arazi toplulaştırması, makine-ekipman gibi tarımsal üretim için hayati derecede önemli konularda 9,5 yıl öncesine göre Türkiye'nin son derece ileri noktalara geldiğine işaret eden Erdoğan, şöyle dedi:
''İnşallah 2023 yılı hedeflerimizi hayata geçirdiğimizde, Türkiye Cumhuriyeti'mizin kuruluşundan ancak 100 yıl sonra, en az yarım asır önce ulaşmamız gereken noktaya gelebilmiş olacağız. Türkiye, çok uzun bir dönem sadece elindeki muazzam insan gücünü değil, tarım potansiyelini ne yapacağını bilemez halde, öylece kalakaldı, izledi. Hep sanayileşme konusundaki geri kalmışlıktan yakınıyoruz, oysa asıl geri kalmışlığı tarımda yaşadık. Geçmişte sık sık ifade edilen, 'kendi kendini besleyen ülke' sözünün aslında bir afrodizmadan ibaret olduğunu, sadece bir potansiyeli anlattığını bugün artık anlamış olduk. 
Toprak emek vermeden, alın teri dökmeden, gerekli altyapıyı hazırlamadan sizi doyurmaz, ondan beklediğinizi vermez. Biz tarım sektörüne, çiftçilerimize sağladığımız destekle, toprağa hak ettiği değeri veriyoruz, toprak da bereketini, ürününü, bolluğunu ülkemizden esirgemiyor, ziyadesiyle karşılığını veriyor.''
Başbakan Erdoğan, çiftçilere emekleri, alın terleri ve Türkiye'ye kazandırdıkları için teşekkür ederek, konuşmasını bitirdi.
Başbakan Erdoğan, konuşmasının ardından, Bakanlar Kurulu toplantısına katılmak üzere, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve diğer protokol üyeleriyle tokalaşarak, salondan ayrıldı. 
Erdoğan, törenin düzenlendiği salondan çıkarken, bazı çiftçiler ile kısa süreli görüşerek, fotoğraf çektirdi.
14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü
Dünya Çiftçiler Günü, merkezi Paris’te bulunan 61 ülkeden 90’ın üstünde çiftçi örgütünü temsil eden IFAP (Uluslararası Tarım Üreticileri Federasyonu) tarafından, 14 Mayıs 1984 tarihinde Hindistan’da yapılan Genel Kurul Toplantısı’nda ilan edildi. Söz konusu toplantıda, çiftçilik mesleğine ve sorunlarına tüm dünyada farkındalığı artırmak amacıyla 14 Mayıs’ın Dünya Çiftçiler Günü olarak kutlanmasına karar verildi. IFAP’ın faaliyetlerinin 2010 yılında son bulmasına rağmen, geleneksel olarak bu günün tüm dünyada kutlanmasına devam ediliyor. Her 14 Mayıs’ta, çiftçi örgütlerince ülke genelinde toplantı, gösteri ve yarışma gibi çeşitli etkinlikler düzenleniyor.