10 Aralık 2015 Perşembe

'Türkiye’nin iklim değişikliğine uyum çalışmaları yetersiz'

İŞTE BİZİM GERÇEĞİMİZ: 'Türkiye’nin iklim değişikliğine uyum çalışmaları yetersiz'...
Ekonomi Gazetecileri Derneği’nin Küresel Isınma Kurultayı Sonuç Bildirgesi yayımlandı. Bildirgede Türkiye’de iklim değişikliğine uyum konusundaki çalışmaların azlığına işaret ediliyor.
Sürdürülebilir bir dünya:
Didem Eryar ÜNLÜ (27.10.2015)
Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) tarafından bu yıl 7’ncisi düzenlenen Küresel Isınma Kurultayı, Şekerbank sponsorluğunda, TÜRSAB, TAV ve CocaCola İçecek’in destekleriyle gerçekleştirildi. Üç ayrı oturumda gerçekleştirilen Kurultay’da medya, iş dünyası ve üniversitelerden 17 panelist iklim değişikliğini masaya yatırdı. Kurultayda yapılan tartışmalar ve iklim değişikliğiyle ilgili 2014 ve 2015 yıllarında meydana gelen gelişmeler dikkate alınılarak, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi ve EGD Küresel Isınma Kurultayı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay tarafından bir sonuç bildirgesi hazırlandı. Sonuç bildirgesi şöyle: 
► 2015 yılı yaz aylarındaki sıcaklıklar rekor seviyelere ulaştı. Sıcak hava dalgaları nedeniyle Hindistan’da 2 bin 500, Pakistan’da bin 400, Fransa’da da 700 kişi hayatını kaybetti. 
►  Dünya Meteoroloji Örgütü'nün yayınladığı bir rapora göre, 1970-2012 yılları arasında 8 bin 835 afette, 2 milyona yakın insan hayatını kaybetti. Hidrometeorolojik afetlerden etkilenen insanların sayısının ise yüz milyonları bulduğu tahmin ediliyor. Son yıllarda özellikle sel, taşkın, fırtına, dolu, kuraklık gibi hidrometeorolojik afetlerde artış yaşandı. 
► Uluslararası Afet Veri Bankası kayıtlarına göre Türkiye’de 1900-2015 yılları arasında sel ve taşkınlarda bin 399 kişi hayatı kaybederken, 1,8 milyon insan da bu durumdan olumsuz etkilendi. Bu sellerin ülke ekonomisine neden olduğu zarar ise 2,2 milyar dolara ulaştı. 
► Bildirgeye göre, Türkiye’deki sıcaklıkların, gelecek 25 yıl içinde 3 dereceye, yüzyıl sonunda ise 6 dereceye kadar artabileceği, yağışların ise yüzde 50 oranında azalabileceği tahmin ediliyor. Ayrıca, özellikle Doğu Karadeniz ile Antalya ve Muğla’nın kıyılarında şiddetli sağanakların da artabileceği öngörülüyor. 
► Öngörülen bu iklim değişikliklerine bağlı olarak Türkiye’de kuraklığın yanı sıra, su kaynakları ile tarımsal ve hayvansal üretimde azalmanın meydana gelebileceğine işaret ediliyor. 
► Sel ve taşkınlarda, iklim göçlerinde ve sıcak hava dalgalarında artış yaşanması, yaz ve kış turizm bölgelerinin değişmesi gibi durumlar da Türkiye’yi bekleyen olumsuzluklar arasında gösteriliyor. Bunlar doğrultusunda bildirgede, Türkiye’nin iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkeler arasında olduğu belirtiliyor. 
Emisyon sıralamasında üst sıralara çıkma durumu söz konusu 
► Bildirgede, Türkiye’de iklim değişikliğine uyum konusundaki çalışmaların azlığına işaret ediliyor. Bu kapsamda yapılabilecek çalışmalara ilişkin örnekler ise şöyle: “Kuraklığa karşı su kaynaklarını verimli kullanmak, su hasadı yapmak, az su tüketen sulama sistemlerini yaygınlaştırmak, tarımda kuraklığa dayanıklı türler kullanmak ya da kuraklığa dayanıklı genotipler geliştirmek, turizm tesisi izinlerinde bina yalıtımına önem vermek, art arda yaşanabilecek kurak dönemler için birkaç yıllık tahıl stoku yapmak.” 
►Sonuç bildirgesinde, aralık ayında Fransa'nın başkenti Paris'te düzenlenecek “COP 21- İklim Değişikliği Tarafl ar Konferansı” na değinildi. Türkiye'nin 30 Eylül 2015'te konferansa ilişkin sunduğu emisyon azaltım katkı planına göre, 2030 yılı için emisyon azaltım çalışması yapılmadığı takdirde Türkiye’de emisyonlar 1.175 milyar tona çıkacak. Ancak alınacak önlemlerle bu değerin yüzde 21 azaltarak 929 milyon tona düşürülebileceği de belirtildi. Bu veri, günümüzde 460 milyon ton olan sera gazı salımlarının 2030 yılında iki katına çıkacağı anlamına geliyor. 
► Bununla birlikte aralarında ABD ve Çin’in de olduğu birçok ülke, 2005 yılını temel alarak emisyonlarını 2025 ya da 2030 yıllarında değişik oranlarda azaltmayı taahhüt etti. Türkiye, sera gazı salımları açısından 2012 yılı itibarıyla 18. sırada yer alıyor. Ancak 2030 yılında 8. sıraya kadar yükselmesi söz konusu.

7 Kasım 2015 Cumartesi

TARIMDA MALİYET HESAPLAMA YÖNTEMLERİ

ABD, AB VE TÜRKİYE’DE TARIMDA MALİYET HESAPLAMA YÖNTEMLERİ
Deniz DÖNMEZ & Eda  AYGÖREN
TEPGE
1. Giriş
Genel tanımı ile maliyet, elde edilen ürünün, meydana gelmesi ve pazarlanabilmesi için kullanılan ara mallar ve unsurlar için yapılan harcamalar toplamının parasal ifadesidir.
Ekonomik faaliyette bulunmakta olan herhangi bir işletmenin amacı gerçekleştirdiği bu faaliyetten en fazla karı elde etmektir (1). İşletmeler bunu yapabilmek için elde ettikleri ürünün maliyetini çıkartarak, bu faaliyet sonucu elde ettikleri fayda ve gelirleri tespit ederler.
Türkiye’de ise tarımsal faaliyette bulunan işletmelerin büyük bir çoğunluğu yaptıkları faaliyetin herhangi bir muhasebe kaydını tutmamaktadır. Bu nedenle işletmelerin ne kadar gelir elde ettiklerinin tespiti ve bunun sonucunda da üretim faaliyetinin planlanması oldukça güç olmaktadır. Ayrıca tarımsal üretimde karşılaşılan mevcut sorunların çözümü ve verimliliği artırmaya yönelik önlemlerin sağlıklı bir şekilde alınabilmesi için; tarım işletmelerinin mevcut yapılarının bilinmesi, üretim sürecindeki tüm ayrıntıların ortaya konulmuş olması ve kaynakların ne ölçüde etkin kullanıldığının belirlenmesi gereklidir (2).
Üretim maliyetleri ve gelir araştırmaları işletmelerin ekonomik etkinliklerinin değerlendirilmesinin yanı sıra, işletme muhasebesi, üretici refahı analizleri, tarımsal gelir hesapları, bölgesel, ulusal ve uluslararası rekabet gücü analizleri, ekonomik rant hesaplamaları, tarım politikası aracı veya analizleri (fiyat destekleme (girdi-çıktı), gelir desteği, tarımsal kredi, üretim planlaması, tarımsal projeksiyonlar vb.) gibi çok farklı amaçlarla da kullanılabilir (3).
Türkiye'de tarım ürünlerinin maliyetlerinin hesaplanmasında değişik kişi ve kurumlarca farklı yollar izlenmektedir. Uygulanan yöntemler genellikle birbirine benzer görünse de, küçük de olsa aradaki farklılıklar maliyetler üzerinde önemli değişikliklere yol açmaktadır. Örneğin yapılan masrafın değerinin tespiti için sorulan soru tekniği, kullanılan faiz oranlarının farklılıklar arz etmesi, yapılan masrafların değerinin saptanması, (sabit) masrafların üretim faaliyetlerine dağıtılması gibi konularda önemli yaklaşım farklılıklarının olduğu dikkat çekmektedir (3).
Tarım ürünlerinin maliyet hesapları;
Maliyetin hangi amaçla hesaplandığına, yani müdahale fiyatı ya da destekleme fiyatının belirlenmesi, yapılan iş ve iş gücü miktarının tespiti ya da toplam üretim maliyetinin bulunması,
Ürün çeşidine, cinsine,
Ürün yetiştirilirken kullanılan tarım tekniğine,
Kullanılan maliyet hesaplama yöntemine,
Hesaplamayı yapan kişi veya kurumların amaçlarına,
Maliyet hesaplaması anket yoluyla yapılıyorsa anketörün bilgi ve becerisine bağlı olarak değişmektedir.
2. Materyal ve Yöntem
Dünyada ve ülkemizde işletmeye ya da ürüne ait bilgilere daha çok anket yöntemiyle ulaşılmaya çalışılmaktadır. Maliyetlerde hangi amaçla bu bilgilerin toplandığına, anket yöntemi ile yapılıyor ise anketin yöntemine, anketörün bilgi ve becerisine bağlı olarak farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Maliyetlerin tespitinde dünyada ne kadar da benzer yöntemler kullanılsa da bu tarz farklılar maliyetler üzerinde önemli değişikliklere yol açmaktadır.
Ülkemizde çoğu tarımsal ürünün, dünya ortalamalarından daha düşük verim ve daha yüksek maliyetlere sahip olduğu bilinmektedir. Bu durum üreticilerin yurtiçi ve yurtdışı pazarlarda rekabet olanaklarını sınırlamaktadır.
Bu çalışmada karşılaştırması yapılan ABD ve AB ülkelerinde, işletmeler maliyetlerini çıkarmakta ve bu sonuçlara dayanarak kendi üretim maliyetlerini düşürmekte, her yıl biraz daha teknolojiye yatırım yaparak verimliliklerini arttırmaktadırlar.
3. Avrupa Birliğinde Tarım İşletmelerinde Tarımsal Maliyet Hesaplama Metodolojisi
Bugün AB'ne üye tüm ülkeler kendi tarımsal yapılarına uygun veri sistemlerine sahip olmakla birlikte, topluluğun ortak tarım politikasının yönlendirilmesi ve üye ülkelerin işletmelerinin karşılaştırılması için aynı baza sahip verilerin oluşturulması gereği ortaya çıkmıştır. Bu amaçla uygulanmaya başlayan Tarımsal Muhasebe Veri Ağı ilk kez 1965 tarihinde gündeme gelmiştir (4).
FADN (Tarımsal Muhasebe Veri Ağı)’ın kaynağını, topluluktaki belli bir büyüklüğü aşan ve örneklemeye göre seçilmiş işletmelerden toplanan mikro ekonomik veriler oluşturmaktadır. Seçilen örnek işletmelere ait veriler muhasebe kayıtlarından alınmakta ve verilerin toplanmasında gönüllülük esasına göre çalışılmaktadır. FADN sistemi içinde tarım işletmelerinin sınıflandırılması ise, işletme tiplerine ve ekonomik büyüklüğe göre yapılmaktadır (4).
AB’de kurulan FADN sistemi ile AB kapsamındaki tarımsal işletmelerin gelirleri ve performansları ile ilgili muhasebe verilerinin toplanması hedeflenmektedir. FADN kapsamında elde edilen veriler mikro düzeyde ve rastgele olarak seçilen tarımsal işletmelerden elde edilmektedir. Bu kapsama alınan işletmeler ticari nitelikteki tarımsal işletmelerdir ve sahip olması gerekli minimum ekonomik büyüklüğe göre belirlenmiştir. Rastgele seçilen örnek işletmeler coğrafi bölgelerine, işletme büyüklüğüne ve tiplerine göre tabakalandırılmıştır. Bu sistemde, ülkelerde faaliyet gösteren muhasebe ofislerinin oluşturduğu bir ağ vardır ve muhasebe ofislerinin faaliyet sınırları ülkeden ülkeye değişebilmektedir. Bazı ülkelerde mevcut ticari muhasebe ofisleri vergilendirme ve destek amaçlı faaliyet gösterirken, bazı ülkelerde veriler araştırma enstitüleri, üniversiteler ve tarımsal ticari birlikler gibi kurumlar tarafından yalnızca FADN için elde edilmektedir. Elde edilen bu veriler muhasebe ofislerine ve ulusal irtibat bürolarına iletilmekte, irtibat büroları bu verileri, doğruluğunun denetlenmesi ve çeşitli testlere tabi tutulması amacıyla komisyona iletmekte ve veri tabanında muhafaza etmektedir. FADN sistemine dahil olan tarımsal işletmelerde gönüllülük esas alınmakta ve elde edilen veriler hiçbir şekilde paylaşılmamakta ve vergilendirme amaçlı kullanılamamakta, gizli tutulmaktadır. İşletmelerden bireysel olarak elde edilen veriler açıklanmaz, ancak toplu olarak sonuçlar ilan edilebilmektedir. FADN verileri elde edilirken bu muhasebe kayıtları dışında anketler, faturalar gibi çeşitli kaynaklardan yararlanılmaktadır (5).
FADN sisteminde özet olarak; işletme ile ilgili genel bilgiler, işletme faaliyetinin türü, işgücü, canlı hayvan sayısı ve değeri, canlı hayvan alım ve satımı, maliyetler, binalar, arsalar, makineler ve işletme sermayesi, borçlar, katma değer vergisi, yardımlar ve sübvansiyonlar, üretim (bitkisel ve hayvansal üretim, canlı hayvanlar hariç), kotalar, bitkisel ürünler ve hayvanlar için yapılan doğrudan ödemelere ilişkin veriler toplanmaktadır (5).
4. Amerika Birleşik Devletleri Tarım İşletmelerinde Tarımsal Maliyet Hesaplama Metodolojisi
Amerika Birleşik Devletlerinde ise resmi istatistik olarak kullanılan maliyet çalışmaları Tarım Bakanlığı (USDA) (United State Department of Agriculture) kapsamında ERS (Economic Research Service) tarafından yapılmaktadır. Maliyetler örneklemeyle tesadüfi olarak belirlenen işletmelerde anket yapmak suretiyle toplanmaktadır. Bu anketler Agricultural Resource Managemant Survey (ARMS) tarafından yapılmakta ve her ürün için 4 - 8 yıl arasında değişen yıllarda tekrarlanan anket çalışmalarıyla güncellenmektedir. Güncellenen bu rakamlarla her yıl fiyat endeksleri ve üretim rakamları kullanılarak maliyet tahminleri yapılmakta ve veri kaynağı olarak kullanılmaktadır. Bunun dışında üniversiteler ve araştırma kuruluşları da bölgelerinde ekonomik öneme sahip ürünlerde maliyetleri belirlemek amaçlı araştırmalar yapmaktadırlar (6).
5. Türkiye’de Tarım İşletmelerinde Tarımsal Maliyet Hesaplama Metodolojisi
Birçok ülkede çeşitli amaçlarla tarımsal ürünlerde üretim masrafları ve birim maliyetlerinin hesaplandığı görülmektedir. Türkiye’de de tarım ürünleri maliyet hesaplanmasında değişik kişi ve kurumlarca farklı yolların izlendiği bilinmektedir.
Türkiye’de farklı kamu ve özel kesim kuruluşları kendi ihtiyaçlarına yönelik olarak genellikle yerel çalışmalarla ve daha çok anket gibi yöntemlerle işletme veya ürün düzeyinde verilere ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bu uygulamalarda çoğu kez yöntemler birbirine benzer görünseler de, aralarındaki küçük farklılıklar bile sonuçlar üzerinde önemli değişikliklere yol açmaktadır. Örneğin; kullanılan faiz oranları, yapılan masrafların değerinin saptanması, sabit masrafların üretim faaliyetlerine dağıtılması gibi konularda önemli yaklaşım farklılıklarının olduğu dikkati çekmektedir.
Ülkemizde çiftçi muhasebe kaydı 1998 yılında başlamış bu amaçla DİE tarafından 1999 yılında tarımsal işletmelerin ekonomik yapılarını belirlemek için Ege Bölgesinde pilot bir çalışma yapılmış, 2001 yılında da Türkiye’yi kapsayan bir başka çalışma yapılmıştır. Türkiye’de Çiftlik Muhasebe Veri Ağının resmi kuruluşu AB destekli olarak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından 2007 yılında başlatılmıştır. 9 ilde pilot olarak başlanan uygulama günümüzde 12 ile çıkarılarak idari ve yasal düzenlemeler yapılmıştır ve çalışmalar 600 anket üzerinden devam etmektedir. Ancak ÇMVA’da tarımsal ürünlerin maliyetlerinin özel olarak çıkarılması ve raporlanması henüz yapılamadığından ülkemizde tarım işletmelerinde maliyetin hesaplanması anket yöntemi kullanılarak işletmede üretilen ürünlerin maliyetlerinin hesaplanması ile çıkarılmaktadır. Tarımsal ürünlerde maliyet çalışmaları Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü tarafından Bakanlığımız taşra teşkilatları olan İl ve İlçe müdürlükleri tarafından doldurulan anketlerle, üniversitelerin Ziraat Fakülteleri Tarım Ekonomisi Bölümleri ve Araştırma Enstitüleri tarafından yapılan anket çalışmaları sonucunda elde edilen verilere dayanmaktadır. Bu maliyet çalışmalarında 1 dekara olan üretim maliyetleri hesaplanmakta ve fiziki üretim girdileri ve parasal değerlere de yer verilebilmektedir.
Bunun yanında ülkemizde birçok kamu ve özel kurumlar ürün bazında maliyet çalışması yapmaktadır. Bunlardan bazıları, Bankalar, Ziraat Odaları, Üretici Birlikleri, Ziraat Mühendisleri Odası, Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO)’dir. Bu kuruluşlar genellikle üniversite ve araştırma enstitülerinden farklı olarak anket yöntemi kullanmadan ortalama rakamlar üzerinden bir maliyet hesabı yapmaktadır.
6. Genel Değerlendirme
Ülkemizde yapılan maliyet çalışmaları ile ABD’de yapılan çalışmalar arasında metodolojik ve değerleme açısından çok büyük farklılıklar bulunmamaktadır. ABD ve ülkemizde ürün üzerinden üreticilerle yapılan anket çalışmaları ile sonuçlar elde edilmektedir. AB’de yapılan çalışmalarda ise “Tarım İşletmeleri Muhasebe Veri Ağı” sistemi üzerinden ürün bazlı değil işletme dikkate alınarak yapılan organizasyon neticesinde ürün maliyetleri çıkarılmaktadır. Sonuç olarak Bakanlığımızda müdahale ve destekleme fiyatlarının belirlenmesi için kullanılan maliyet verileri Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü (TEPGE) tarafından ülke çapında en fazla üretime sahip bölgelerde, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarım İl ve İlçe Müdürlüğü personelleri tarafından yapılan ürün maliyet anketleri sonuçlarına dayanmaktadır. ABD verileri Tarım Bakanlığının yapmış olduğu ve yıllık olarak yayınladığı raporlara, AB verileri ise FADN yani çiftlik muhasebe veri ağı sisteminden elde edilen ve AB tarafından yayınlanan verilere dayanmaktadır. Ülkemizde de ÇMVA çalışmaları başlatılmış olup, kurulan bu organizasyon ile gelecekte daha sağlıklı verilere ulaşabilecek ve bu sistem üzerinden de bu bilgilere rahatlıkla ulaşılabilecektir.
***
Kaynaklar:
1. ERKUŞ, A., BÜLBÜL M., KIRAL T., AÇIL A.F., DEMİRCİ R., “Tarım Ekonomisi”, A.Ü.Z.F. yayınları Yayın No:5, 1995, Ankara
2. KORAL A.İ., ALTUN A., “Türkiye’de Üretilen Tarım Ürünlerinin Üretim Girdilerinin Rehberi”, K.H.G.M., Ankara
3. KIRAL T., KASNAKOĞLU H. TATLIDİL F.F., FİDAN H., GÜNDOĞMUŞ E., “Tarımsal Ürünler İçin
Maliyet Hesaplama Metodolojisi ve Veri Tabanı Rehberi”, TEAE ,Y.No:37, Ankara
4. ÇAKIR S. “Adana İlinde Tarımsal Kuruluşların Tarımsal Üretim Maliyetleri Hesaplama Yöntemlerinin Değerlendirilmesi” Yüksek Lisans Tezi 2005 Adana
5. OVALI S. “AB Ortak Tarım Politikası ve Tarım İşletmeleri Muhasebe Veri Ağı Sistemine Türkiye’nin Uyumu” Doktora Tezi Temmuz 2009 Trabzon
6. http://www.ers.usda.gov/Data/CostsAndReturns/methods.htm

5 Eylül 2015 Cumartesi

TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI BAŞKANI ÖZDEN GÜNGÖR

TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI BAŞKANI ÖZDEN GÜNGÖR:
TARIMDA BÜYÜK RİSK!..
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden Güngör, sorularımızı yanıtlayarak tarım ve hayvancılıkla ilgili gündem yaratacak açıklamalarda bulundu.
            TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden Güngör, uygulanan yanlış tarım politikalarıyla çiftçinin tarımdan soğutulduğunu söyleyerek gündemi değiştirecek çok önemli tespitlerde bulundu. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Sayın Özden Güngör ile et ithalatını, GDO'lu ürünleri, tarım ve hayvancılıktaki son durumu enine boyuna konuştuk. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Sayın Özden Güngör ile yaptığımız röportajı sizlere sunuyoruz.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı
Özden GÜNGÖR
Kendinizi biraz tanıtır mısınız?
02.03.1951 tarihinde Adana`da doğdum. 1977 yılında Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi`nden mezun oldum. 1985 yılına kadar Adana Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü`nde çalıştım. 1985 - 1987 yılları arasında Union Carbide Turkey Inc.; 1987 - 1999 yılları arasında Rhone-Poulenc, 2000 - 2002 yılları arasında Aventis  firmalarının araştırma, geliştirme ve ruhsatlandırma  kısımlarında (İnsektisit, Fungisit, Herbisit ve BGD) görev aldım. 1977 yılından 2001 yılına kadar Ziraat Mühendisleri Odası Adana Şubesi`nin yönetim kurullarında görev yaptım. Bu süre içinde 2 dönem Adana Şube Başkanlığı görevini üstlendim. 2004-2014 yılları arasında 5 dönem ZMO Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyeliği yaptım.
Bu dönemde ZMO ‘da yönetim kurulu başkanlığı yapmaktayım.
            2002-2013 yılları arasında Bayer firmasında İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesi teknik sorumlusu olarak çalıştıktan sonra emekli oldum. Evliyim. 2 çocuğum var.
Neden et ithal ediyoruz? Niye et fiyatları yüksek? Bu duruma nasıl bir çözüm getirilmeli?
Türkiye`nin 1980 yılında 44,5 milyon olan nüfusu, bugün 77 milyona ulaşmıştır.
Buna karşılık hayvan varlığında ciddi azalışlar meydana gelmiştir.
• 1980 yılında 16 milyon olan sığır varlığı, bugün 14 milyondur.
• 35 yılda her 10 mandamızdan 9`unu kaybettik. 1980`de 1 milyonu aşan manda varlığımız bugün 115 bine düşmüştür.
• 35 yılda her 2 koyunumuzdan 1`ini kaybettik. 1980`de 49 milyon olan koyun varlığı bugün 29 milyondur.
• 35 yılda her 2 keçimizden 1`ini kaybettik. 1980`de 19 milyon olan keçi varlığımız bugün 9 milyona düşmüştür.
            Buradan çıkan sonuç, hayvancılık politikalarındaki yanlışlar besiciliğimizi sorunlu bir hale getirmiş dolayısıyla tüketiciyi proteinsiz bırakmıştır. Türkiye`de kişi başına tüketilen et miktarı yıllık 12 kg. civarındadır. Türkiye`nin 9 milyon ton`luk yem hammaddesinin 4 milyon ton`a yakın bölümünün ithal edildiği ve bunun maliyetleri ne ölçüde artırdığı değerlendirildiğinde, yem hammaddelerine yapılan yatırımın aynı zamanda Türkiye`de süren hayvancılık krizi için de uygun bir yatırım olduğu görülecektir.
Mera Varlığımız 50 Yıl Evvelki Düzeyinin Yarısına Geriledi
            Torba Kanun`a konulan hükümlerle, meralarımız ranta kurban edilmiştir. 1950`li yılların başında 37 milyon 500 bin hektar olan mera varlığımız, yoğun traktörleşmenin yaptığı tahribatla 1960 yılında 29 milyon hektara düşmüştür. Şu anda mevcut olan hükümetin, meraları talan eden uygulamaları sonucu; bugün sadece 14 milyon hektar meramız kalmıştır. 50 yılda mera varlığımızın yarısını kaybetmiş olmamız, hayvancılığımızı da tehdit etmektedir.
Türkiye Son 4 Yılda 3,5 Milyon Baş Canlı Hayvan İthal Etmiştir
            Son 4 yılda 1 milyon 260 bin büyükbaş, 2 milyon 185 bin küçükbaş hayvan ithal edilmiştir. Türkiye`deki hayvan sayısı yurtiçi talebi karşılamıyor. İthalat da iç piyasayı tatmin etmiyor. Bu yüzden de et fiyatları son 6 ayda %30`a yakın arttı. Zamanında ciddi tedbirler almayan GTHB, Kurban Bayramı öncesi Et ve Süt Kurumuna Bakanlar Kurulu Kararı ile karkas et ithalat yetkisi veriyor. Bakan Mehdi Eker daha birkaç gün önce kurbanlık sıkıntısının olmadığını, hayvan ithalatının olması halinde üreticinin zarar göreceğini belirtmişti. Peki şimdi ne değişti de canlı hayvan ve karkas et ithalat izni verildi.
            Türkiye son beş yıllık dönemde yaklaşık 2,8 milyar dolarlık canlı hayvan, yaklaşık 900 bin dolarlık et ve et ürünleri olmak üzere toplam 3,7 milyar dolarlık ithalat yapmıştır. Yapılan her ithalat ülke hayvancılığını sıkıntıya sokmuş, sorunlar yaratmış ve dışa bağımlı hale getirmiştir. Hükümetin tek düşüncesi ithalat yapmayı fiyat düşürmenin bir aracı olarak görmesidir.
            Türkiye`de şu anda yaklaşık 2.400.000 adet dana, 29 milyon kadar da küçükbaş hayvan mevcuttur. Yıllık kırmızı et tüketimi 1 milyon tonun üzerindedir. Bunun yaklaşık % 85`i dana,% 15`i küçükbaştan karşılanmaktadır. Yani tüketicimizin küçükbaşa talebi çok düşüktür. Türkiye`nin her ay yaklaşık 40-50 bin besilik hayvana ihtiyacı vardır. Bunu yıl olarak düşündüğümüzde 500-600 bin hayvan demektir. Yani hayvan varlığında çok büyük sıkıntı söz konusudur. Son 10 yılda kurban bayramlarında ortalama 800 bin hayvan kesilmektedir. Yani hayvan ihtiyacımız büyük. Bu duruma yanlış uygulanan politikalarla geldik. Üretim azalınca tarım ürünü ve dolayısıyla hammaddede fiyatları arttı. Hayvancılığa verilen destekler azaldı. Hayvan başı destek ödemesi sistemine geçildi. Çiğ süt fiyatı yarı yarıya düştü. Yem fiyatları fırladı. Üretim sürdürülemez hale gelince 1 milyondan fazla süt ineği kesildi. Sütteki bu sorun çözülemediği için kırmızı ete yansıdı. Kırmızı et fiyatı yükselince hükümet önlem olarak ithalatı gündeme getirdi Önce kasaplık canlı hayvan, sonra besilik hayvan ve en sonunda da karkas et ithalatı başladı. Türkiye kırmızı et ve canlı hayvan ithalatına yaklaşık 5 milyar dolar ödedi. Bu kaynağın yarısı besicilik yapanlara yatırım amaçlı verilseydi bugün Türkiye ithalatçı bir ülke olmazdı. Hayvancılıkta sorunların çözümü için öncelikle şirket tarımını öne çıkaran politikalar terk edilerek, mevcut üreticileri daha iyi duruma taşıyacak uygulamalara geçilmeli ve var olan imkânlar ithalat için değil ülkemiz üreticileri için kullanılmalıdır.
            Bakanlığın yapması gereken önemli bazı konuların altının çizilmesi gerekir. 
            Rasyonel ve ekonomik hayvancılığın tek yolu mühendislik tekniklerinin temel alındığı üretim, yani zooteknist mühendislerin dikkate alınması gerekir. Türkiye`nin 9 milyon ton`luk yem hammaddesinin 4 milyon ton`a yakın bölümünün ithal edildiği ve bunun maliyetleri ne ölçüde artırdığı değerlendirildiğinde, yem hammaddelerine yapılan yatırımın aynı zamanda Türkiye`de süren hayvancılık krizi için de uygun bir yatırım olduğu görülecektir. Desteklerin öncelikle üreticiye üretim ve üretime devam konusunda güven verici olması sağlanmalıdır.  Desteklemeler amaca hizmet edecek nitelikte olmalıdır. Destek çeşidini artırmak yerine amaca yönelik az sayıda kalem üzerinden destek verilmeli ama toplam miktar azaltılmamalıdır. Örneğin; anaç sığır desteği buzağı vb destekler ile bir araya getirilerek uygulanabilir.
            Desteklerin hayvan yerine ürüne, örgütlenmeye ve hayvan sağlığına verilmesi üzerinde durulmalı buna uygun modeller geliştirilmelidir. Anaç sığır desteği önemli bir destekleme kalemi olup 6 yıldır değişmeyen 225 TL lik miktar yükseltilmelidir. Süt/ yem, et/ yem pariteleri gibi Süt/ Et paritesi olmalıdır Başta zoonoz hastalıklar olmak üzere hastalıklar nedeniyle, her gruptaki hayvan ve üretim kaybı azaltılmaya  çalışılmalıdır.
Sektörle ilgili Birlikler desteklenmelidir
            Koyun ve keçi varlığı et ihtiyacının karşılanmasında destekleyici politikalar uygulanarak artırılmalı ve ıslah çalışmalarına önem verilmelidir. Hayvan Kayıt Sistemi‘nde (TÜRK-VET) izlenebilirlik yok sayılır. Saha ile entegrasyon çok zayıftır. Bunların düzeltilmesi gerekir.        
            GDO`lu 3 mısır genine ithalat izni verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
            Bu durumu 2 yönüyle ele almak gerekir. Öncelikle Türkiye, birçok ürünün yetiştirilmesine imkan veren iklim ve ekolojik özellikleri nedeniyle tarımsal üretim açısından avantajlı bir ülke olup, toplam istihdamın %24,6`sı tarım sektöründe yer almaktadır. Türkiye, 78 milyon hektar yüzölçümü üzerinde büyük bir tarım potansiyeline sahiptir. Türkiye ‘de tarım yapılan 23,8 milyon hektar alanın 15,6 milyon hektarı tarla bitkilerine ayrılmıştır. Türkiye`de tarımda son 10 yılda gelinen nokta istenilen düzeyde olmayıp,  2,7 milyon hektar tarım arazisinde üretici üretimden vazgeçmiştir. Bunun en önemli nedeni, yüksek girdi fiyatlarının maliyetleri artırması (Tohum, Gübre, İlaç, Mazot, Sulama v.s.) ve yüksek üretim maliyetleri ile çiftçinin rekabet gücünün düşmesidir.
            Bugün tarım dışına çıkan alanların sadece 5-6 milyon dekarında Mısır ve Soya üretimi için devlet desteği sağlansa bu ürünlerin ithalatından kaynaklanan döviz kaybımızın önüne geçilmiş olur. Ayrıca GDO`lu soya-mısır ithalatının da önüne geçilerek, gıda güvenirliği konusunda önemli bir sorun giderilir. Son 13 yılda Türkiye 11 milyon ton mısır ithalatı karşılığında 3 milyar dolara yakın dövizi yurt dışına aktarmıştır. Peki bu durumu olumlu olarak değerlendirebilir miyiz? Bu kaynakları dışarıya akıtmayıp da kendi ülkemizde yetiştirmeyi, üreticimizi desteklemeyi niye düşünmüyoruz. Şunu da unutmamak lazım GDO`ya verilen her izin dışarıdan Soya ve Mısır ithalatının önünü açmak demektir. 
 Soru şu; 3 yıl önce bu Kurulun zararlı diye izin vermediği T25, MIR604 ve MON863 genlerine 3 yıl sonra zararsızdır diye nasıl izin verilebilir? Biyogüvenlik Kurulu anladığımız kadarıyla, "3 yıl önce elimizde yeterli derecede araştırma, bilgi, belge yok" derken bugün geldiği noktada varmış gibi karar alıyor.
            Bir de şu gerçeği göz ardı edemeyiz: EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi), AB`den finanse edilen bağımsız bir Avrupa ajansıdır ve 2002 yılında kurulmuştur. Bu kuruluş, GDO`lar, pestisit, yem katkı maddeleri ve bitki zararlıları konusunda çevre risk değerlendirmesi yapar. Çalışmaları sonucunda ne sonuç çıkarsa ona tüm Avrupa Birliği uyar. Çıkardıkları sonuç kanun gibidir. Yani EFSA açıklamaları ne derse o olur da diyebiliriz. EFSA`ya göre, Türkiye`de Biyogüvenlik Kurulu‘nda izin verilen genler, daha önce EFSA tarafından kabul edilmiştir. Yani bunlar Avrupa`da yasaklı sınıfında değildir. Ayrıca Türkiye`nin soya üretimi 125.000 ton, iken hayvancılık sektörünün soya ihtiyacının 2,5 milyon ton olduğu ifade edilmektedir.
            BESD-BİR ve YUM-BİR, "Dünyadaki soya üretiminin % 95`inin de GDO`lu olması nedeniyle GDO`lu soya ithal etmek zorunda olunduğu, aksi takdirde hayvancılık sektörünün büyük bir yara alacağını" savunmaktadır. Bütün bunların ışığında, Türkiye`nin ulusal bir tarım politikası olduğunu söyleyebilir miyiz? Tabi ki de hayır. Ülkemizin sahip olduğu arazi miktarı, üretim bilgisi ve uygun iklim şartları soya ihtiyacını karşılayacak düzeydedir. Soya da yetiştiririz, Mısır da… Yeter ki üretici desteklensin. Türkiye`nin GDO`ya ihtiyacı yoktur!
            Pestisit kalıntıları sorunu hakkında çözüm önerileriniz nelerdir?
            Türkiye farklı agro-ekolojik bölgelere sahip bir ülke olup 70`in üzerinde ekonomik öneme haiz kültür bitkisi yetiştirilmektedir. Bu kültür bitkilerinde ekonomik düzeyde zarar yapan 500 civarında hastalık, zararlı ve yabancı ot türü bulunmaktadır. 2014 yılı sonu itibariyle ruhsatlı olan 6.047 BKÜ`den yaklaşık 2.000 adedi piyasadadır. Kimyasal savaşım, bünyesinde bazı sorunları barındırır. Bunlar ; Çevre kirliliği, insan sağlığına zararları, dayanıklılık sorunu ve maliyet artışıdır. Kimyasal savaşım aynı zamanda tercih nedenidir. Çünkü; birçok durumda diğer yöntemlere göre ekonomiktir. Kolay uygulanır.
            Dünya pestisit tüketimi yıllık 3,5 milyon ton, satış tutarı 50 milyar dolar civarındadır.
            Türkiye`de ise tüketilen pestisitlerin yıllık satış tutarı 2014 yılsonu itibariyle yaklaşık 600 milyon € dur.                       
Türkiye`de Pestisit Kullanımı
Tarım ilaçları kullanımına bakıldığında ortalama;
İnsektisitler       : Türkiye`de % 42        Dünya`da… %30
Herbisitler        : Türkiye`de % 29        Dünya`da… %45
Fungisitler        : Türkiye`de % 18        Dünya`da… %20 
Diğer               : Türkiye`de % 11        Dünya`da… %05 payı olduğu görülmektedir.
            Ülkemizde toplam tarım alanı temel alındığında birim alanda ortalama BKÜ kullanımının son üç yılda 1.3 kg/ha`dan, 1.7 kg/ha ‘a çıktığı görülmektedir. 2014 yılı itibariyle Akdeniz Bölgesi`nde birim alanda ortalama BKÜ kullanımı ise 3.1 kg/ha olarak tespit edilmiştir. Ülkemizde pestisit tüketimi gelişmiş ülkelere göre oldukça düşüktür.
Türkiye`de Bölgelere göre Pestisit Kullanımı (2014 yılı sonu itibariyle)
% 36    Akdeniz Bölgesi,
% 14    İç Anadolu Bölgesi,
% 15    Marmara Bölgesi,
% 18    Ege Bölgesi,
% 0,5   Karadeniz Bölgesi,
% 11,5 Güney Doğu Anadolu Bölgesi,
% 0,5  Doğu Anadolu Bölgesi`nde  kullanılmaktadır.
            Her bir pestisit için tarım ürünlerindeki maksimum kalıntı limitleri tespit edilmiştir. Eğer kalıntı limitlerini geçen miktarlarda pestisit içeren gıdaların devamlı bir şekilde  tüketilmesi durumunda pestisitlere bağlı olarak bir risk söz konusu olabilir. Burada en büyük problem ilacın kullanılması değil ilacın yanlış kullanımıdır. Bunun için dikkat edilmesi gereken kurallar vardır. Bunlar üründe ilaç kalıntısının olmaması için dikkat edilmesi gereken kurallar; doğru teşhis yapılmalı, doğru ilaç önerilmeli, doğru dozda ve doğru bir kalibrasyonla atılmalı,doğru zamanda ilaç atılmalı,ilaç atım zamanı ile hasat aralığına etikette yazılan süreye dikkat edilmeli, ilaç başka bir kimyasalla karıştırılırken mutlaka uzmanına sorulmalı. Ve son olarak da MUTLAKA ATILACAK ÜRÜNDE İLACIN TAVSİYESİ OLMASINA dikkat edilmelidir. Ayrıca Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı`nın, bayi ve köy ziyaretlerine daha sık gitmesi, bayi ve üreticilere çok sık eğitimler vermesi, bunun aksini yapanlara mutlaka ceza uygulaması, kalıntı analiz laboratuvarlarını hal yerleri başta olmak üzere birçok yerde açması ve ürünlerde barkod sistemini geliştirmesi gerekmektedir.
Nişasta Bazlı Şekerler kotasının arttırılması hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Etkileri neler olacaktır?
            Türkiye tarımı ve ekonomisi açısından şekerpancarı tarımı ve şeker üretimi milyonlarca ailenin ve bireyin geçimi, geleceği, geliri ve istihdamı demektir. Şeker sanayi, hayvancılık ve yem girdisi başta olmak üzere şekerpancarı birçok konuda ülkemizin stratejik ürünlerindendir. Şekerpancarından yapılan şekerin yerini glikoz, izoglikoz ve fruktoz şurubuna bıraktırmak isteyen lobiler var güçleriyle çalışmaktadırlar. Amaç ülkemizin, çiftçimizin çıkarı değil, şekerpancarının sürdürülebilir üretimi değil, topluma sağlıklı, doğal şeker yedirmek ise hiç değildir.
            Pancar şekerine alternatif bir ürüne ayrıcalık tanınarak kota artırımının, tarım sektörü ve pancar sanayinin desteklediği yan sektörleri olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır. Burada amaç, şeker fabrikalarının özelleştirilmesidir. Şeker pancarında son 10-12 yıl içerisinde yaşanan 2,5 milyon tonluk üretim daralmasının hayvancılığa yansıması, 6,5 milyon ton yaş pancar küspesi ve 900 bin ton melasın kullanılamaması şeklinde olmuştur. NBŞ kota oranlarının ülkemizde AB ülkelerine oranla yaklaşık 3 katı oranında fazla uygulanmasının sadece et üretimine olumsuz yansıması yaklaşık 250 bin tondur. Bir yandan şekerpancarı üretimine kotalar getirilmesi; öte yandan çiftçinin üretimini sürdürememesi sonucu ortaya çıkacak olası şeker açığı, ihracat geri ödemeleri ile desteklendiği için "daha ucuza’’ şeker üreten ülkelerden ve özellikle AB`den ithal edilerek kapatılacaktır.
            Sonuç olarak, Türkiye`de NBŞ kotalarının sürekli olarak artırılmasına bir son verilmeli ve AB kota seviyelerine uygun olarak yeniden düzenlenme yapılmalıdır. Şeker üretim maliyetlerini düşürmek için şeker pancarı tarımı desteklenmelidir. Kamuya ait şeker fabrikalarının özelleştirilmesinden vazgeçilmeli; pancarın yetiştirilmesinden şeker üretim ve pazarlanmasına değin tüm süreçte üreticilerin söz ve karar sahibi olacakları örgütlenmeler egemen olmalıdır.
Tarım sektörünün sorunları ve çözümü için yapılması gerekenler sizce nelerdir?
            Özellikle 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’de tarımı küçük görme, önemsememe anlayışı hâkim olmuş, kimi çevreler bilgisizlikten ya da ihanetten, tarımın gereğinden fazla desteklendiğini savunarak desteklerin azaltılması tezini öne sürmüşlerdir. 1984’den itibaren tüm hükümetler de bu yönde politikalar uygulamışlardır. Tarım alanında yapılan özelleştirmeler ve “reorganize” edilen tarımsal kamu yönetiminin etkin olamaması da, sektördeki olumsuzlukları artırmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yokluk koşullarında elde edilen başarılara karşılık, tarımda 80’li yıllardan beri sürdürülen politika ne yazık ki bir karşı devrimdir ve Türk Milletinin yararına olmamıştır! Bugün altyapısı yetersiz – bozuk olan Türkiye tarımı, girdi ve çıktıdan, üretim ve pazarlamaya kadar sorunlu bir yapı sergilemekte ve önemli ölçüde gizli işsizlik barındırmaktadır. Verimli araziler ve üretimdeki azalmaya bağlı olarak kırsalda yoksulluk giderek artarken, topraktan geçimini sağlayamayan çiftçi de tarımdan kopmakta ve kentlere göç etmektedir. Küçük üreticilik ve köylülük ülkemizde hızlı bir tasfiye sürecindedir.  AB’de küçük üreticilik ve aile işletmeciliğini destekleme ve özendirme anlayışı ön plana çıkmaktadır. Ülkemizde de buna uygun politikaların geliştirilmesi ve bu konuda duyarlı olunması gerekmektedir.
            Şu anda nüfusumuz 77 milyondur. Yakın gelecekte bu rakam 100 milyon olacaktır. Topraklarımıza sahip çıkmazsak, yarın bu insanlara ne yedireceksiniz? Dolayısıyla toprağımıza, suyumuza, havamıza sahip çıkmamız gerekiyor. Üreticilerimizin üretmesi için ciddi manada desteklenmesi gerekiyor ki para kazansın,  köyünü terk etmesin, üretimden vazgeçmesin…
Ziraat fakültelerinde verilen eğitim ve yapılan uygulamalar sizce yeterli mi?
            Ziraat Fakültelerinin eğitim-öğretim yapısına, mezunların istihdamına ilişkin yıllardır katlanarak büyüyen sorunlar konusunda somut çözümler üretilmeyip, bu sorunlar her yıl birçok bölümün yeni öğrenci alamamasına, öğrenci alan bölümlerde de kontenjanların düşmesine yol açarken; bu sorunlar yokmuş gibi "siyasi popülizm" ile yeni fakülteler açılmaktadır. Yerelde ekonomi yaratma, istihdam yaratma gibi gerekçeler, gençleri 4-5 yıllığına oyalama taktiğinden başka bir şey değildir. Fakülte açmak, isim değiştirmek öğrenci tercihlerinde, istihdam önceliklerinde ve piyasa koşullarında bir şeyleri değiştirmiyor. Öncelik burada nitelik dönüşümünde olmalıdır.  
            5 Haziran 2015 tarihli Resmi Gazete`de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile Adıyaman Üniversitesi içinde Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi içinde de Fethiye Tarım Bilimleri Fakültesi kuruldu. Fakültelerdeki isim çeşitliliğine "Tarım Bilimleri Fakültesi" isminin eklenmesi ile farklı isimdeki (Ziraat,  Ziraat ve Doğa Bilimleri, Tarım ve Doğa Bilimleri, Tarım Bilimleri ve Teknolojileri) fakülte sayısı da beşe çıkmış oldu. Aynı Bakanlar Kurulu Kararında ayrıca Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesinin adının, Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi olarak değiştirmesi de yer aldı. 8 Temmuz 2015 Resmi Gazete`de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararıyla da, Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi bünyesinde bulunan Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi kapatılarak, Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi kuruldu. Bu değişikliklere ve fakülte isimlerindeki çeşitliliğe bakınca, "keşke isimlendirme konusundaki bu gayretler ziraat fakültelerinin ve mezunlarının sorunları konusunda da olsa" demekten kendimizi alamıyoruz.
            Ziraat fakültelerine ilişkin kontenjanlara bakıldığında, yeni ziraat fakülteleri açılmasına ilişkin endişe taşıyanların ne kadar haklı olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Yani, nicelik artışı ve isim değişikliği beraberinde ilgi ve tercih yığılmasını getirmedi.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın uyguladığı tarım ve hayvancılık politikaları ve desteklemeleri sizce yeterli mi? Neler yapılmalıdır?
 2003-2014 döneminde yani son 12 yılda tarıma verilen destek miktarı 70 milyar lira iken, tarım ve gıda ithalatına 320 milyar lira (137 milyar $) harcanmıştır. Dünyada tarım desteğinin 4,5 katını ithalata savuran başka ülke yoktur. Tarıma verilen desteklerde ne yazık ki arz, talep, üretim, maliyet, ihracat, ithalat, gibi temel kriterler dikkate alınmamaktadır.
            Ülkemiz toprak, iklim ve bitki zenginliği bakımından önemli bir potansiyele sahiptir. Ancak uygulanan yanlış politikalarla üretici tarımdan uzaklaşmakta, üretim artmamakta, ithalat nedeniyle milyarlarca dolar kaynak yurt dışına aktarılmaktadır. Sorunların çözümü, doğru tarım politikalarının, yeterli ve uygun bütçelerle yaşama geçirilmesine bağlıdır. Bu nedenle sektörü piyasanın sömürüsüne terk etmeyecek kooperatif örgütlenmesi tamamlanarak, bilgi ve teknoloji tarımla buluşturulmalı, bölge ve ürünlere yönelik gerçekçi planlamalara dayanan destekler ve doğru yatırımlarla tarımda kendine yeterlilik sağlanmalıdır.
            (Röportaj : Hayal Senem Sayan; Tarim.com.tr. bulten@tarim.com.tr)

7 Ağustos 2015 Cuma

ZEYTİNİME DOKUNMA... TAMER UYSAL

ZEYTİNİME DOKUNMA...
TAMER UYSAL
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından. (Nazım Hikmet)
Bursa coğrafi konumu dolayısıyla doğal ve tarihsel kaynakları oldukça zengin bir kent.. Bunu son yıllarda kent kozmopolit bir yapı kazandıkça daha iyi idrak edebiliyorum. Ancak bir çok kentte varsıl olmamanın sonucu olarak insanımız bilhassa yoksul insanlarımız farkına varmıyor varamıyor. Nasıl varsın ki ülkede 10-12 yıldır egemen olan zihniyet insanların bilhassa mütedeyyin insanların alışılmış araçlarla dikkatini celp etmeyi ya da başka yerlere çekmeyi dağıtmayı çok iyi beceriyordu. Zaten okumayan tek tipliliği yadsımayan bir toplumda farklı bir netice de beklemek abesle iştigaldi. Şundan varıyorum bu sonuca Bursada yaşayıp da Yeşil Türbede gömülü Osmanlı padişahının kim olduğunu bilmeyen yarıdan çok fazla insan var Uludağ ı görmeyen o kadar çok insan.. Tıpkı İstanbul da dizi dibindeki boğazı görmeyen İnsanları var olması gibi. Bunu uydurmuyorum bunlar yakın tarihte yapılan anket araştırmalarında çıkan sonuçlardır. İsterseniz deneyiniz, daha zor bir sual olacak belki ama hergün binlerce insanın geçtiği Timurtaş paşa türbesi önünde yapın bu testi: Kaç kişi şehrin kesinlikle en canlı bu muhitinde yatan zatın adını bile zikredemez. Adım gibi eminim.
Peki bu bir eksiklik mi elbette değil. Her mezarın başında bir yazıt var ve oradan bilgi edinebiliyorsunuz. Eksiklik olarak görülen ne olabilir peki. Elbette tarih yazımı konusundaki eksiklik. Ne diyordu Mehmet Akif;
“Kıssadan Hisse” şiirinde:
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Bursa’nın simgelerini içeren çok yerinde bir yazı kaleme almıştı Ramis Dara. "Türkiye ve Dünya Ormanında Bursa’nın Simgesi Nedir!" diye soruyordu. Yıllar önceki bir yazı. Sanırım Bursa Defteri adlı bir dergide yayınlandı. Şunları sıralamış. Uludağ, teleferik, Prusuias-Osman Gazi-Orhan Gazi ve türbeleri, Erguvan, Çınar, Yeşil Türbe, Ulucami, Karagöz, Cumalıkızık Evleri, Hanlar, İznik çinileri ve Kılıç kalkan.
Yazarın seçtiklerine katılmamam mümkün değil. Hele surları dahil etmemesiyle ilgili yorumuna katılmamak hiç mümkün değil... Bugün kaybettiğimiz bir çok değer var. Bunlardan hiç birisini haklı olarak adaylar arasına koymamış. Koyamamiş. Çünkü yitip giden kaybolan değerler bunlar. Saydıkları hakkında ise hemfikirim.
Geçtiğiz yıllarda bir anıt-mezar bulunmuştu Bursa’da 2 bin yıl öncesine tarihlenen. Sonra o mezarın talan edildiği yazıldı Anıt mezarda ilk bilimsel araştırmaya girişen Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi. Prof. Dr. Mustafa Şahin hem de Belediyenin kendi bastırdığı dergide “arkeolojik park” olarak değerlendirilmesini salık vermesine rağmen dinleyen olmadı. Bu bölgede hiçbir ciddi çalışma yapmadılar. Çevresini tel örgüyle çevirip toprakla örtmekle yetinildi. Mezarda rastlanan bronz bir obol (sikke) den yola çıkıp hakkında bilgiler net olmamasına karşın kral mezarı deyip çıktılar. Velakin Bitinya kralı kimin umrunda. Bu binlerce yıllık buluntu üstü kapatılıp unutuldu gitti. Yani Bursa’yı kuran ya da ünlü komutan Hannibal'a kurdurduğu rivayet edilen Prusias ve anıtı hakkında bir şey bilen var mı? Doğma büyüme bu kentteyim bu konu hakkında yazıp çizen bilmem.
Simgelerden biri de Karagözmüş. Hacivat ve Karagöz de Bursa denilince akla gelen isimlerden. Onlardan geriye kalan geleneksel bir sanata dönüşen “gölge oyunu” Günümüzde pek yer bulamasa da hala bayram ve ramazanın yegane eğlencelerinden birisi. Onlarla da ilgili kesin bir bilgi yok elimizde. Güya Orhan ya da Yıldırım zamanında yaşamışlar ve cami yapım esnasında çalışanları nüktedanlıklarıyla oyalandıkları için ölümle cezalandırılmışlar. Ezel Akay ile Levent Kazak bu konuya farklı yorum getirmişlerdi. Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü filmiyle. Senaristlere göre öldürülmeleri o kadar basit nedenden değildi. Devlet yönetiminde bazı isimleri rahatsız etmişlerdi. Bunlardan birisi olan Vezir Pervane (Güven Kıraç) kolay kolay unutulmayacak bir söz etmişti, “ Mizah bir yumruktur kime vuracağı belli olmaz” diye…
"Bu, dünyaya örnektür. Bu ruhun ışığıdur. Bu da, ete kemiğe bürünmüşlüğün, ademin vücudun halidir. Bu ruh ışığu artlarından aydunlattıkça cisimler ve vücutlar bu dünyada görünür olurlar. Işık sönünce vücut kaybolur gider, geriye bomboş bir dünya kalır..." Filmde bahsi geçen bu sözler Hacivat ve Karagöz oyununun yaratıcısı olduğu rivayet edilen Şeyh Küşteri'ye ait olduğu iddia ediliyor. Şeyh Küşteri, padişahın Hacivat ve Karagöz'ü canlandırmasını buyurduğu kişi olarak bilinir mezarı kayıptır. Bir zamanlar Tayyare Kültür Merkezi'nin oralarda olduğu söylenirdi. Mezarın buradan kaldırılıp anıt mezara taşındığı söylenir.
Hacivat'ın evi
Köşede ufaraktan
Bir tüfek atımı duraktan
Kapı pencere elekten
Döşemeler zemberekten
Dökülmekten
Sökülmekten
İncelmiş süprülmekten
Turgut Uyar böyle diyor Hacivat'ın Evi isimli şiirinde. Edip Cansever’in en sevdiği on şiir diye not almışım. Oyunun aslı kökeni hakkında çeşitli iddialar ileri sürülse de Bugün Karagöz ve Hacivat adına 1982 yılında yapılmış bir anıt mezar bulunuyor Çekirge (Plai) olarak anlan semtte. Arkasında Karagöz’ün mezarı varmış. Gönül Akıncı isimli seramik sanatçısı tarafından yaratılan tasvirler de anıtı süslüyor. Çekirge deyince meşhur Bursa kaplıcalarından söz edilmemesi herhalde günümüzde tıbbi ticari alana peşkeş çekilmesinden dolayısıyla olsa gerek.
Dara, surların ise orijinale uygun olarak restore edilemeyeceği için -ki öyledir birkaç Osmanlı tarihçisinin yazdıklarından ya da temel buluntularından yola çıkarak- önerilenler arasına sokulamayacağını belirtmektedir.
Bugün Bursa’da varolan surların hali pür i perişandır. Restorasyon tatbik edilip icra edilenlerin neticesi ise daha daha büyük felakettir. Ancak onların şu an ortaya çıktığı şekilde yıkılıp dekor yani canlandırmaktan öte gitmemiştir. Bey Sarayı hakkında yazılanlar da rivayetten öte değildir Ya sarayın içine bile girmemiş batılı gezginler ya da Osmanlı devlet ulemasının (Aşıkpaşazade, Lami Çelebi vs.) yazdıkları teferruattır.
Bugün İznik çinileri mass production yani seri üretime yenik düşmüştür. Tek tük atölyelerde seramik sanatçıları İznik çiniciliğini yaşatmaya çalışıyorlar. Çini tıpkı Bursa’nın nebatatları gibi yokolup gitmiş. Kestane, şeftali hatta dut diye bir şeyden söz etmek mümkün mü? İpek böceği de onla beraber uçup gitmiş... Bursa’nın, padişah saraylarını süsleyen, atlas, seraser, çuha, diba, hatayi, kemha, çatma, kadife, canfes, sereng, gezi, zerbaft, kutnu, aba, sof, selimiye'si... Bu kumaşları üreten ipekhaneler kaybolup gitmiş. Dokuma evlerinden de öyle pek eser kalmış sayılmaz. Bunda kuşkusuz Halil İnalcık’a göre Osmanlı'nın güttüğü ticari politikayı da göz ardı edemeyiz.İpek de dokuma endüstrisine feda edilmiş olarak tabii vasfını kaybedip başka ellere teslim edilmiş.
Erguvan ve Çınar adından ne kadar söz edildiyse bence Zeytinden de o kadar söz edilmesi gerekti. Bunu bir eksiklik olarak mı görüyorum . Tabii ki evet. Yazar bildiğim kadarıyla bu şehrin nebatatına benim kadar düşkün birisidir. Zeytinin aklına gelemeyeceğini düşünmüyorum .Ama Bursa’da en az çınarlar ve erguvanlar kadar büyük bir simge de zeytin olmalıydı. Zeytin Akdenize (bilhassa Ege kıyılarına) özgü bir bitkidir. Maki denen bitki örtüsünün içinde erguvanlar kadar zeytin de sayılmalıdır. Çınardan daha uzun ömürlüdür. Ne soğuktan azzeder ne de fazla sıcağı sever. Bilhassa önem bakımından çok eski zamanlardan beri İznik (Nikea) ve Gemlik (Cius) Bursa’dan çok çok ileride gelirler. İznik bir devlet komuta üssü iken Bursa sönük bir tekfurluktur ve doğrudan İznik’e bağlıdır. Tabi ki bir de Mudanya (Myrlea). Ve bugün zeytin her iki ilçenin logosunu süslemektedir. Yazar deniz hinterlandına yani dar arkada kalan bölgesinde olmasını seçimlerini yaparken göz önünde bulundurmuş da olabilir...
Bursa Senfoni orkestrası Uludağ Üniversitesi'nin önayak olmasıyla oda orkestrası olarak kurulmuş. Belediye desteğiyle çalıştıktan bir süre sonra ilk bölge senfoni orkestrası olarak Kültür Bakanlığı'na bağlanmıştı.
Ya Bursa türkülerinin hikayesi... Ben de Halil Bedii Yönetken - Mustafa Sarısözen tarafından derlenmiş, "Ben yemenimi al isterim” türküsünün yeri başka. Al ve yeşili sevdiğimden midir mi bilmem bu türküyü seviyorum... Ama zeytinden söz açılmışken “Zeytinyağlı Yiyemem” türküsünün hakkında son yıllarda tekrar gündeme gelen rivayetlerden de bahsetmeden geçemem.Bu türküyü Yunanlıların ünlü laiko şarkıcısı Glykeria Kotsula ve bizden de Zara icra etmişlerdi. Hatta popüler hale sokulan bu türküyü Candan Erçetin de repertuvarına almıştı. İlginç olan Bursa Güvende yani Bursa yöresine özgü halk oyunlarında seslendirilen türkülerden biri olarak Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin Orhan Şallıel şefliğinde Orkestra tarafından icra edilen Bursa Köy Güvendeleri adıyla yayınladığı albümde de yeralmıştır...
Bilhassa zeytine ve zeytin ağacına nereden mi geldim. Zeytin ağaçlarının her geçen gün Bursa'nın varolan simgelerini bir bir kaybetmesi, kısa bir süre önce Manisa'nın Soma ilçesi, Yırcalı Mahallesi'nde termik santral yapılacak bölgedeki zeytin ağaçlarının kesilmesi ve köylülerin dövülmesi olayının bana anımsattıklarından elbette. Bu türkünün hikayesi de bu ve benzer olayların kökenine ışık tutuyordu. Her ne kadar iddia olduğu ileri sürülse de adından dinsel kitaplarda ve efsanelerde de bolluk ve ölümsüzlük simgesi olarak söz edilmesi ve bu ağacın tanrısallık ifade etmesi yanında faydalarının ise binlerce yıldır bilinip de insan istifadesine sunulmasına rağmen nedense bu sözüedilen türküde gözden düşürülmeye çalışılması yani bir manada kötülenmesiydi.
Zeytin neden simge olmalıdır. Anımsadıklarımdan birisi de Türk-Yunan dostluk nişanesi olarak Karagöz Parkına zeytin fidanı dikim töreni'dir. 17 Aralık 1999 diye not düşmüşüm. Büyük depremin acılı günleri... Acımızı paylaşan Yunan halkı adına bu günlerde fidanı Helsinki Zirvesinde Başbakan K.Simitis Ecevit'e armağan etmişti. Karagöz Parkı'ndaki dikim töreninde Başkonsolos Fitsos Hidas da bulunmuştu. Her şeyden önemlisi barışın ve Ege'nin iki yakasındaki halklarının kardeşliğine simge olan bu ağaç Bursa'da Çekirge semtinde Karagöz parkına da dikilerek tarihi bir olayın da baş kahramanı iken, büyüklerimin hatta anneannemden anımsadığım kadar sık sık şifa niyetine içerek vücuduna da sürdüğü ve faidesinden hiçbir zaman imtina etmediği zeytinyağı hakkındaki bu iddialar neden kaynaklanıyordu. Kaz dağlarının altını üstünü oyan siyanürlü altıncılar için ne demişti Ahmet Uysal,
siyanür buğusu üflendi
zeytinime pamuğuma
gümüşle kör edildim
Aslında o günlerden bugünler arasında pek fark yok. Canlı için adeta yaşam iksiri yerine geçen usaresi ile ilgili dönen dolaplar bana Ortadoğu'da dönen dolapları akla getiriyor. Ortadoğu petrolü için niye bunca kavga veriliyor. Çünkü buradaki petrol dünyanın en nitelikli maliyeti en düşük petrolü. Tıpkı Z.Yağı da öyle. Dünyanın en yararlı bitkilerinden. Hatta belki de en iyisi. Yüzyıllardır. Kaynaklara göre onbinlerce senedir. Antik kalıtlarda bilhassa anforalarla taşınan yegane metanın yani ticaret malının altın sıvı, zeytinyağı olması bunu göstermiyor muydu? Kısaca özetleyecek olursak sen şişirme mısırı kullan diye sana reva görülen mısır yağı margarin in tıpkı petrolde olduğu gibi bazı çuşlar kanalıyla (çok uluslu şirketler) el oğluna taşınmasından ibarettir. Süttozuna razı edip Kore'ye itelendiğimiz günlerin hikayesi… Bir Akdeniz ağacı olan zeytinin yağından mevcut bakımdan hallice olmayan ABD Mısır yağını dolara dönüştürmek için ya kendi kullanacak ya da sana satacaktı İkincisini tercih etti. Bugün ABD tohumculuk ve tahıl tekelleri NBŞ (Nişasta bazlı şeker) üretimi yaparak da petroldeki siyaseti tarıma da bulaştırmış görünüyorlar. En açık örneği Ukrayna olaylarıdır. Buradaki hadiselerin de bu ülkedeki hükümetin tahıl üretimine koyduğu kotadan kaynaklandığı sanılmaktadır.
Daha dün Yırcalı'da yaşananların arkasında yatan görüntü bana devrim arabaları hadisesini de çok yakından anımsatıyor. Hani şu benzin yüzünden yolda kalan 4 arabanın hikayesi. O da bir yutturmacaydı. Elbette “Adı devrim olan bir arabanın sokaklarda dolaşmasına zaten izin vermezlerdi”vermeyeceklerdi. Yoksa bugün memleketin müsrifliğinin bir nolu dış masraf kaleminin otomobil ve yakıtı olmaması hiçten bile değildi….
Bir yazar zeytin için, "tarihin tanığıdır, bir hikayedir, şiirdir, ağıttır, acıdır, hüzündür ve mutluluktur." demişti. Tıpkı Roni Marguiles şiirinde olduğu gibi:
Her geçtiğimde yanından bir zeytin ağacının
sormak gelir içimden: Anlatsana ihtiyar,
küçükken daha sen nasıldı bu topraklar,
kimler geçer yanından, kimler giderdi?
Fenikeliler getirmiş diyorlar buralara seni.
Tuzlu muydu Akdeniz’in suları o zaman da?
Yakıcı mıydı böyle yine öğle güneşi?
Neye benzer, neler düşünürdü Fenikeliler?
Uzun yaşamak kolay. Ya hatırlamak her şeyi?
Sallayıp gövdeni zeytin toplayan insanların
değiştiğini görmek yaklaşık otuz yılda bir,
babadan oğula, izledikçe nesiller birbirini?
Her geçtiğimde yanından bir zeytin ağacının,
düşünmeden edemem: yaslanıp yaşlı gövdesine
kimler dinlenmiş, kimler uyuklamıştır acaba
ılık bir yel eserken yapraklarının altında?
Sorasım gelir her defasında: Anlatsana ihtiyar,
neler gördün, neler kaldı yüzyıllardan aklında?
Nasıl insanlardı Haçlılar? Eski Yunanlılar?
Korkunç muydu Aksak Timur denildiği kadar?
Evet, diye fısıldar yemyeşil yapraklar adeta:
“Koca koca ordularıyla geçtiler önümden hepsi,
gümüş kakmalı kılıçları, ipek takımlı atlarıyla.
Geçtiler… ve gittiler ama işte, yoklar artık hiçbiri.
Buradayım ben hâlâ
Ve tıpkı devrim arabaları aslında unutulan devrim gibi zeytinin şanlı hikayesi de dışa hibe edildi…Zeytinler türküdeki gibi derdest edilirken Bursa'nın, Türkiye'nin hatta Dünya'nın en incancıl en dostane duygusu olarak barış ve simgesi de çıkarlara feda edildi…

6 Haziran 2015 Cumartesi

Ekoloji & Bölüm III: Gezegenimizi kim kurtaracak? Doğa için 10 kuruluş

"5 HAZİRAN" DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ
Ekoloji: Gezegenimizi kim kurtaracak? Doğa için 10 kuruluş; Doğanın savunucuları
1) Uluslararası Doğa Koruma Birliği, IUCN
Dünya Koruma Birliği adıyla da bilinen kuruluş, 1948 yılında hükümetlerden bireylere kadar, doğanın korunmasıyla ilgilenen herkesin katılabileceği bir forum olarak kuruldu. IUCN, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda gözlemci statüsüne sahip tek çevre koruma kuruluşu. Örgüt, dünyadaki en büyük ve etkili koruma örgütü. On binlerce bilim insanının gönüllü çalışmasıyla desteklenen birlik, pek çok kişinin gözünde koruma dünyasının "resmi" sesi; pek çok koruma programının ve politikasının koordinasyonundan sorumlu. Kuruluşun en çok bilinen çalışması, sonuncusu 2002 yılında yayımlanan Nesli Tehlikede Olan Türlerin Listesi (Red List of Threatend Species). Bu liste, tehdit altındaki bitki ve hayvanların en son durumu hakkında kutsal kitap gibi kabul ediliyor. www.iucn.org; www.redlist.org
RESİM: 1> RSPB'den Peter Robinson, örgütleri ve polisin ele geçirdiği, nesli tükenmekte olan hayvan türlerine ait yumurtaları gösteriyor. 
2) Dünya Doğayı Koruma Vakfı, WWF (World Wide Fund For Nature) Örgüt, dünyanın en tanınmış koruma kuruluşlarından. 1961'de Londra'da kuruldu, daha sonra, merkezi İsviçre'nin Gland kentinde (IUCN ile aynı yerde) bulunan uluslararası bir örgüt haline geldi. WWF'nin 50 ülkede şubesi var. Büyük Panda resmi yalnızca bu kuruluşun değil, bütün çevre koruma etkinliklerinin simgesi olarak görülüyor. Örgütün çalışmaları, alan projelerine doğrudan katılımdan, hükümetlere lobi yapma faaliyetlerine kadar uzanıyor. WWF, 2002 yılında yayımlanan Yaşayan Gezegen Raporu ile insanların doğa üzerindeki giderek artan olumsuz etkilerini göz önüne serdi.
www.panda.org; www.wwf.org.uk
3) Uluslararası Koruma, CI (Conservation International)
1987'de Amerika'da kurulan CI, çalışmalarını Güney Amerika, Afrika ve Asya'da sürdürüyor. 1980'li yılların sonunda "doğa için borçların silinmesi" programına öncülük ederek, çevre koruması ile ilgili sözler verilmesi karşılığında, üçüncü dünya ülkelerinin borçlarının silinmesini sağladı. Kuruluşun en etkin olduğu çalışmalar, çevreye zarar vermeyen sürdürülebilir kırsal yerleşimler geliştirme ile ilgili. CI, 1990'lı yıllardan itibaren biyolojik çeşitlilik alanlarının belirlenmesi çalışmalarına öncülük ediyor. www.conservation.org 
4) Doğal Hayatı Koruma Derneği, WCS (Wildlife Conservation Society)
New York çevresinde dört hayvanat bahçesi ve bir akvaryum işleten Amerikan kuruluşu. 1895 yılında New York Zooloji Derneği adıyla kurulan WCS, dünyanın en eski çevre koruma kuruluşlarından. 20'nci yüzyılın başlarında, dünyada ilk defa yapay döllenme programı uygulayarak, Kuzey Amerika bizonunun soyunun tükenmesini engelledi. WCS, hayvanat bahçelerinin doğal hayatın korunması için aktif olarak çalışmaları gerektiği düşüncesinin öncüsü; bu konuda 50 ülkede 300 tane projesi var. www.wcs.org
RESİM: 2> Dünyaca ünlü KEW Botanik Bahçeleri'nde, tohum bankaları kurularak soyu tükenmekte olan bitki türleri yaşatılmaya çalışılıyor ve yeni türler üzerinde araştırmalar yapılıyor.
5) Greenpeace
1971'de Amerika'nın Alaska'da yapacağı nükleer denemelere karşı kuruldu. O günden bu yana çok çeşitli konularda doğrudan çalışan uluslararası bir yapı haline geldi. Düzenlediği kampanyalar, balina avcılığının yasaklanmasından rüzgâr enerjisinin geliştirilmesine dek uzanıyor. Etkili protesto yöntemleriyle çevre sorunlarını gündemin üst sıralarına taşıması, Greenpeace'in en büyük gücü. www.greenpeace.org
6) Uluslararası Kuşları Koruma Konseyi, (Birdlife International)
Dünyadaki kuşları koruma örgütlerinin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir yardımlaşma ağı. Merkezi Cambridge'te bulunan konsey, 100'den fazla ülkede kuş türlerinin korunması ve kuş çeşitliliği için önemli alanların belirlenmesine ilişkin araştırma çalışmaları yürütüyor. Bugüne dek, 20 binin üzerinde "Önemli Kuş Alanı" belirlendi. www.birdlife.net
RESİM: 3> Greenpeace gönüllüleri, Tasmanya'da, Derwent nehrindeki çinko araştırmalarının yarattığı kirliliğe karşı gösteri düzenliyorlar.
7) Kraliyet Botanik Bahçeleri, (Royal Botanic Gardens, KEW)
Bitki dünyasına ilişkin en yetkin kuruluş olan KEW'in çalışmaları geniş bir alana yayılıyor. Bitki genlerinin klonlanması, soyu tehlikede olan bitkilerin yetiştirilmesi, ekonomik açıdan önemli bitkiler hakkında bilgi toplanması, sürdürülebilir kırsal yerleşimler geliştirilmesi, bu çalışmalar arasında sayılabilir. En son çalışma, 24 bin bitkinin tohumlarının saklanacağı bir tohum bankası oluşturma projesi. www.rbgkew.org.uk
8) Uluslararası Fauna ve Flora, FFI (Fauna and Flora International)
1903 yılında avlanma ve yaşam alanlarını tahribatı yüzünden azalan Afrika memelilerini korumak amacıyla kurulan FFI, Kruger ve Serengeti Milli parklarının yapımında etkin rol oynadı. Merkezi Cambridge'te bulunan kuruluşun projeleri, Belize'den Filipinler'e uzanan geniş bir alanda sürüyor. Çalışmaları arasında, önemli yaşama alanlarının satın alınması, doğal hayata ilişkin araştırmalar ve yapay döllenme programları yer alıyor. www.fauna-flora.org 
RESİM: 4> Uluslararası Doğa Koruma Birliği, IUCN Genel Direktörü Achim Steiner.
9)Durell Doğal Hayatı Koruma Birliği, DWCT (Durell Wildlife Conservation Trust)
Kendisi küçük, küresel etkinliği büyük bir kuruluş. 1959 yılında zoolog ve yazar Gerald Durell tarafından Jersey Hayvanat Bahçesi adıyla kuruldu. Hayvanat bahçelerinin tehlikedeki türlerin üremesi ve doğaya geri dönüşlerine hizmet eden yerler olarak çalışmaları düşüncesine öncülük etti. Yanı sıra, doğayı korumaya yönelik 1.000'in üzerinde eleman yetiştirerek, bu insanların dünyanın dört bir köşesinde hayvanat bahçelerinde çalışmalarını sağladı. www.durellwildlife.org.uk
10) Kraliyet Kuşları Koruma Derneği, RSPB
İngiltere'nin en tanınmış doğa koruma kuruluşlarından biri. 1889 yılında kurulmuş. Bugün, 1 milyon üyesi ve İngiltere çapında 100'ün üzerinde doğal kaynağı var. Yaşam alanlarının korunmasının yanında hükümet lobi çalışmaları da sürdürüyor. Önemli başarıları arasında, soyu tükenmek üzere olan balık kartalı ve kızıl çaylak kuşlarının korunması var. BI ile birlikte, Avrupa ve gelişmekte olan ülkelerde doğal hayatı koruma projelerinde ortak çalışmalar da sürdürüyor. 

14 Nisan 2015 Salı

TÜRKİYE TARIMINDA NELER OLUYOR?

TÜRKİYE TARIMINDA NELER OLUYOR?
 Dr. Müh. Ahmet Uhri (aynı zamanda arkeolog) Türkiye arkeolojisinin GAP Projesi ile yeni bir hamle yaptığını ve bununla "yaşam başlangıcı" nın Anadolu toprakları olduğunun kanıtlandığını kaydediyor. İlk buğday Urfa / Karacadağ'da, zeytinse Mardin / Derik'de bulunuyor. Bununla kalmıyor, Hitit'lerin bu Anadolu topraklarında 200 çeşit ekmek ürettiğini Metro'nun yayınladığı Hitit Mutfağı'ndan öğreniyoruz. Dr Uhri'nin saptamasıyla, İngiltere'de tarım yeni öğrenilirken, Mezopotamya'da devlet(ler) kurulmuştu... Hal böyle de olsa, 1453'de Fatih'in İstanbul'u fethettiği akşam sofrasında domates ve patates yoktu.
Bunlar, 2 noktayı söylememize olanak tanıyor:
1-Anadolu bereketi bir çok ürüne ilk çıkış yeri olmuştur. Ancak tuzlanma vb.  durumlar, bu toprak bereketinin tersine dönerek erezyon ve verimsizliğin günümüzdeki nedenini oluşturmuştur. Toprak bir sonsuz verici değildir.
2-Fatih'in Sofrası, bize her ürünün her yerde eklilp biçilemeyeceğini, tarımda bir coğrafi sınırlama olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye'de tarımı iktidar -2012 verileriyle - 62 milyar $'lık hasılasıyla Avrupa'nın en büyük ve dünyada 7.nci büyük üretici olarak takdim ediyor.  188 ülkeye 1.663 ürün cinsinden oluşan 16 milyar lık bir ihracat gerçekleştiriliyor.  2023 hedefi 50 milyar $.  Halen ithalatın ihracatı karşılama oranı %101 ve bununla ülke" kendi kendine yeterli ülke" konumunda. Siyasi erk tarımda 3 teşvik aracı uyguluyor:
1- Ürüne prim desteği.
2- Arzı kısıtlı ürünlerin ithalatı.
3- Ürün arzını çoğaltmak için hem ürüne hem de mekanizasyona subvansiyonlu tarımsal faiz uygulaması.
Siyaset erkinin ana muhalefet oluşumu -resmi parti yayın organlarından alıntılıyarak - tarım için 5 düzenleme öngörüyor:
1-Tarım serbest piyasa koşullarına bırakılmayacak, yanı sıra arzı kısıtlı ürünlerde üretim arttırılıp kendi kendimize yeterlilik sağlanacak.
2-Kooperatif örgütlenmesi tüm üreticileri kapsar hale getirilecek, bu kuruluşlara tümden vergi bağışıklığı tanınacak.
3-Destekleme politikası yeniden düzenlenecek.  Destek öncelikle örgütlü üreticiye verilecek.
4-Vadeli işlem borsaları sistemi geliştirilip, çiftçi ürününü değer fiyatla satacak.
5-Hedef fiyat ve Müdahale Fiyatı ilkesiyle, ürünlerde fark ödeme sistemi uygulanacak.
TÜSİAD'ın 2000-2010 döneminde tarım için 2 perspektif çalışması yaptırdığını görüyoruz. Bununla 10 yıllık bir uygulama takviminde 9 politika aracı benimseniyor. Bunlar, Çıktı Fiyatı Destekleri, Girdi Fiyatı Destekleri, Kurumsal Destek, Yatırımlar, Ar-Ge yatırımları, Doğrudan Destekler, Piyasada Gelişim Desteği ve Sınır Önlemleri olarak sıralanıyor. Yanı sıra 21 alt araç var. Dikkat çekici olan, 10 yıl kesintisiz destek uygulanması öngörülen tarımsal Ar- Ge yatırımları içinde, fidan ve tohum yetiştiriciliği desteğinin yer almaması dikkat çekici. Girdiler başlığında da, ürün hasılasını arttıracak temel etken olan tohum ve fidan dağıtımı yok. Türkiye tarımı önünde en önemli çıkmaz olan "tarımsal alan parçalanması" ve "arazi toplulaştırılması "adına bir şey öngörülmüyor. Farklı bir örgütlenme konusu olan ve "kurumsal destekler" içinde yer alan kooperatifler için öngörülen destek süresi 10 yıl içinde sadece 6 yıl. Bu veriler, sivil toplumun örgütlerinin, piyasa için ürün üretemeyen geçimlik kesim gerçeğinin çok dışında durduğunu bize anlatıyor.
Türkiye tarımında darboğazlar şu noktalarda yaşanıyor:
1- Yasayla öngörülen" asgari 2 hektar tarımsal alan zorunluluğu" parçalanmayı önlemiyor, muvazaayı kurumsallaştırıyor. 1926 tarihli Medeni Kanun(MK) 597 maddesiyle" mirasda talibine tahsis" hükmünü ve 598. maddeyle taliplerin çokluğu halinde "hakime tahsis hakkında karar verme" yetkisi tanırken, 2001'deki 4721 sayılı MK düzenlemesi"talibine tahsis " hükmüyle yetiniyor ve işletmelerin yeterli toprağı olmaması durumunda bu hakemliği Tarım Bakanlığına bırakıyor. Bu düzenlemenin yetersizlği anlaşılınca, 2005'eki 5403 sayılı MK'da Değişiklik Yapan Yasa'nın 4. Maddesiyle"asgari tarım arazisi 2 hektardan küçük olarak belirlenemez "hükmü benimsiyor. Sonuçta yargıcın takdir yetkisi bile ortadan kalkıyor ve üretici, mirası için muvazzalı işlemlere başvuruyor. Toprak yapısında parçalanma hızlanıyor ve bu konuda tüm siyasi partilerin -bu yasaları çıkarmış olarak- oydaşması var.
2- Toplulaştırma konusu altyapı hizmetleriyle birlikte yürütülmüyor. Yer yer - Konya gibi - başarılı örnekler bir yana olay toprak bütünleşmesi sağlayacak bir konum göstermiyor. Çiftçi Kayıt Sistemi uygulanamıyor, kayda giren üretici oranı sadece %21.
3-"Türkiye'nin gerçekleştirmekte olduğu en büyük rüyası"olarak nitelenen GAP Projesi sekteye uğradı! Hedeflerden büyük sapma var. Gap Master Planı, 1988-2003 döneminde 32 baraj yapımıyla 1.8 milyon he alkanın sulamaya açılmasını öngörüyordu. 2015 itibariyle tamamlanan baraj sayısı 16'da kaldı ve Master Planı'nın öngördüğü "Yavaş Gelime Alternatifi" bile hayata geçmedi. Sulamaya açılan alan 250 bin hektarla sınırlı kaldı ve sulama projelerinin sadece %23'ü işletmeye alındı. 2008 -2012 dönemi için geçerli olan GAP Eylem Planı ise daha çok bir sanayi projesi olarak çalıştı, 14 OSB ve 7 havalimanı kuruldu. 2014-8 dönemi için geçerli olacak GAP Eylem Planı ise henüz açıklanmadı. 2015 Yatırım Programı'nda GAP Bölgesi içinde yürütülen 13 proje içinde bir sulama projesi yok.
4-Su yönetimi, su birliklerinde demokratik bir yapının olmaması nedeniyle adil işlemiyor ve yerindelik ilkesi gerçekleştirilmiyor. Yeraltı sularının kullanımında (vahşi sulama) herhangi bir yasal engelleme yapılmıyor, sular tükeniyor. Verimli ovaların tamamında çoraklaşma ve tuzlanma hali var. Iğdır Ovası'nda tuzluluk oranı %80'e ulaştı. Aras nehri 8 Ph en yüksek Ph riskini"taşıyor. Aras nehrinin bu konumu tüm sulamayı etkiliyor. Su açmazını gidermeyi hedefleyen Doğu Iğdır Sulama Projesi (1983) 26.000 hektar alanda sulama öngörürken, sadece 2.000 hektar sulamaya açıldı. Proje kaynakları kamulaştırma bedeline ödendi.  Ünlü"Iğdır Pamuğu" 35.000 tondan sıfırlandı. Ilısu ve Cizre Barajları'nın finansmanında 1990'damn bu yana bir olumlu gelişme yaşanmıyor.
5-Planlamak bir yana, hiç bir biçimde üretim öngörüsü yok. Bu nedenle ürün açığı / ürün fazlası ancak ürün pazara çıktığı yıl anlaşılıyor.
6-Türkiye şekerdeki arz açığı nedeniyle dış pazara bağımlı hale geldi, üretime kota koyan 2002 tarihli Şeker Yasası ve buna bağlı çıkarılan yönetmeliklerin iptali gerekiyor. Muş Şeker Fabrikası 2008'de özelleşme (Öİ) kapsamına alındı, 3 ihale açıldı, sonuç alınmadı ama fabrika el'an Öİ'elinde ve hiç bir yenileme yatırımı yapılmıyor. Doğu Anadolu'da varolan 7 fabrikanın 3'ü kapalı durumda. 76.000 hektar ile Türkiye'nin 4 büyük ovası olan Muş'da 1991'de başlayan Alparskan 1 Barahı enerj barajına dönüştürüldü, şimdi bu nedenle Alparslan 2 Barajı projelendirildi. Danıştay'ın "nişasta baz oranlarını" iptal etmesi sonrası, ülkenin şeker açığı yaşaması kaçınılmaz hale geldi.
7-Çiftçi eğitimi yapılamıyor, iş kursçuluk olarak anlaşılıyor.
8- Hayvancılık teşviki "optimum işletme" kuralına göre değil, küçük işletmeye dönük yapılıyor ( İşletmenin net karlılığı için 5.000 büyük baş hayvan gerekiyor. 1.000 baş altı hayvancılıkta zarar edilmesi kaçınılmaz) Kasım 2014'de toplanan Kırmızı Et Çalıştayı'nın "5-10 ya da 10-20 baş aile işletmelerinin sayıları azalmış olup, bunların sürdürülebilirliği için besicilik küçük ve orta ölçekli işletmelerde teşvik edilmelidir" kararını benimsemesi, bu yanlışta ısrarlı olunduğunu anlatıyor. Oysa "Siz 25 koyuna, 50 koyun kendine ve 100 koyun eve bakar" atadeyişinden esinlenme, sorunun ölçek yakalamak olduğu gözardı ediliyor. Buna bağlı olarak meraların kullanım sorunu çözülmedikçe "et sorunu, bir ot sorunudur" diyen saptama da kilim altına süpürülmüş olarak kalıyor.
9-Traktör dışındaki mekanizasyon teşviki çok anlamlı ve hedefli uygulanmıyor. TARSİM sigorta desteği eksik ve tüm ürün üretme sürecini kapsamıyor. İhtisas gümrüklerinin azlığı nedeniyle ülkeye GDO'lu ürün ithali önlenemiyor. İlaç kullanımı satış işi tümüyle bayilik sistemine terk edildiğinden ve denetim olmadığından, bilinçsiz ve aşırı ilaç tüketimi, "fazla ürün yetiştirme" adına adeta özendiriliyor. Kamu kesimi islahçı ya da verimli tür yetiştiriciliğinden hemen hemen çekilmiş durumda. Ürünün ilk basamağı olan tohum ve fide konusu tümüyle piyasaya ve fiyat mekanizmasına terk edildiği görülüyor.
10-Genç nüfus köylerden "kaçıyor", bu nedenle tarımda iş gücü açığı "büyük sorun" durumunda ve sayısı 1.9 milyon olan Suriye'li sığınmacılar "can simidi" olarak algılanıyor.