TÜRKİYE
TARIMINDA NELER OLUYOR?
Dr.
Müh. Ahmet Uhri (aynı zamanda arkeolog) Türkiye arkeolojisinin GAP Projesi ile
yeni bir hamle yaptığını ve bununla "yaşam başlangıcı" nın Anadolu
toprakları olduğunun kanıtlandığını kaydediyor. İlk buğday Urfa / Karacadağ'da,
zeytinse Mardin / Derik'de bulunuyor. Bununla kalmıyor, Hitit'lerin bu Anadolu
topraklarında 200 çeşit ekmek ürettiğini Metro'nun yayınladığı Hitit
Mutfağı'ndan öğreniyoruz. Dr Uhri'nin saptamasıyla, İngiltere'de tarım yeni
öğrenilirken, Mezopotamya'da devlet(ler) kurulmuştu... Hal böyle de olsa,
1453'de Fatih'in İstanbul'u fethettiği akşam sofrasında domates ve patates
yoktu.
Bunlar,
2 noktayı söylememize olanak tanıyor:
1-Anadolu
bereketi bir çok ürüne ilk çıkış yeri olmuştur. Ancak tuzlanma vb.
durumlar, bu toprak bereketinin tersine dönerek erezyon ve verimsizliğin
günümüzdeki nedenini oluşturmuştur. Toprak bir sonsuz verici değildir.
2-Fatih'in
Sofrası, bize her ürünün her yerde eklilp biçilemeyeceğini, tarımda bir coğrafi
sınırlama olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye'de
tarımı iktidar -2012 verileriyle - 62 milyar $'lık hasılasıyla Avrupa'nın en
büyük ve dünyada 7.nci büyük üretici olarak takdim ediyor. 188 ülkeye
1.663 ürün cinsinden oluşan 16 milyar lık bir ihracat gerçekleştiriliyor.
2023 hedefi 50 milyar $. Halen ithalatın ihracatı karşılama oranı %101 ve
bununla ülke" kendi kendine yeterli ülke" konumunda. Siyasi erk
tarımda 3 teşvik aracı uyguluyor:
1-
Ürüne prim desteği.
2-
Arzı kısıtlı ürünlerin ithalatı.
3-
Ürün arzını çoğaltmak için hem ürüne hem de mekanizasyona subvansiyonlu
tarımsal faiz uygulaması.
Siyaset
erkinin ana muhalefet oluşumu -resmi parti yayın organlarından alıntılıyarak -
tarım için 5 düzenleme öngörüyor:
1-Tarım
serbest piyasa koşullarına bırakılmayacak, yanı sıra arzı kısıtlı ürünlerde
üretim arttırılıp kendi kendimize yeterlilik sağlanacak.
2-Kooperatif
örgütlenmesi tüm üreticileri kapsar hale getirilecek, bu kuruluşlara tümden
vergi bağışıklığı tanınacak.
3-Destekleme
politikası yeniden düzenlenecek. Destek öncelikle örgütlü üreticiye
verilecek.
4-Vadeli
işlem borsaları sistemi geliştirilip, çiftçi ürününü değer fiyatla satacak.
5-Hedef
fiyat ve Müdahale Fiyatı ilkesiyle, ürünlerde fark ödeme sistemi uygulanacak.
TÜSİAD'ın
2000-2010 döneminde tarım için 2 perspektif çalışması yaptırdığını görüyoruz.
Bununla 10 yıllık bir uygulama takviminde 9 politika aracı benimseniyor. Bunlar,
Çıktı Fiyatı Destekleri, Girdi Fiyatı Destekleri, Kurumsal Destek, Yatırımlar,
Ar-Ge yatırımları, Doğrudan Destekler, Piyasada Gelişim Desteği ve Sınır
Önlemleri olarak sıralanıyor. Yanı sıra 21 alt araç var. Dikkat çekici olan, 10
yıl kesintisiz destek uygulanması öngörülen tarımsal Ar- Ge yatırımları içinde,
fidan ve tohum yetiştiriciliği desteğinin yer almaması dikkat çekici. Girdiler
başlığında da, ürün hasılasını arttıracak temel etken olan tohum ve fidan
dağıtımı yok. Türkiye tarımı önünde en önemli çıkmaz olan "tarımsal alan
parçalanması" ve "arazi toplulaştırılması "adına bir şey
öngörülmüyor. Farklı bir örgütlenme konusu olan ve "kurumsal
destekler" içinde yer alan kooperatifler için öngörülen destek süresi 10 yıl
içinde sadece 6 yıl. Bu veriler, sivil toplumun örgütlerinin, piyasa için ürün
üretemeyen geçimlik kesim gerçeğinin çok dışında durduğunu bize anlatıyor.
Türkiye
tarımında darboğazlar şu noktalarda yaşanıyor:
1-
Yasayla öngörülen" asgari 2 hektar tarımsal alan zorunluluğu"
parçalanmayı önlemiyor, muvazaayı kurumsallaştırıyor. 1926 tarihli Medeni
Kanun(MK) 597 maddesiyle" mirasda talibine tahsis" hükmünü ve 598.
maddeyle taliplerin çokluğu halinde "hakime tahsis hakkında karar
verme" yetkisi tanırken, 2001'deki 4721 sayılı MK düzenlemesi"talibine
tahsis " hükmüyle yetiniyor ve işletmelerin yeterli toprağı olmaması
durumunda bu hakemliği Tarım Bakanlığına bırakıyor. Bu düzenlemenin yetersizlği
anlaşılınca, 2005'eki 5403 sayılı MK'da Değişiklik Yapan Yasa'nın 4. Maddesiyle"asgari
tarım arazisi 2 hektardan küçük olarak belirlenemez "hükmü benimsiyor.
Sonuçta yargıcın takdir yetkisi bile ortadan kalkıyor ve üretici, mirası için
muvazzalı işlemlere başvuruyor. Toprak yapısında parçalanma hızlanıyor ve bu
konuda tüm siyasi partilerin -bu yasaları çıkarmış olarak- oydaşması var.
2-
Toplulaştırma konusu altyapı hizmetleriyle birlikte yürütülmüyor. Yer yer -
Konya gibi - başarılı örnekler bir yana olay toprak bütünleşmesi sağlayacak bir
konum göstermiyor. Çiftçi Kayıt Sistemi uygulanamıyor, kayda giren üretici
oranı sadece %21.
3-"Türkiye'nin
gerçekleştirmekte olduğu en büyük rüyası"olarak nitelenen GAP Projesi
sekteye uğradı! Hedeflerden büyük sapma var. Gap Master Planı, 1988-2003
döneminde 32 baraj yapımıyla 1.8 milyon he alkanın sulamaya açılmasını
öngörüyordu. 2015 itibariyle tamamlanan baraj sayısı 16'da kaldı ve Master
Planı'nın öngördüğü "Yavaş Gelime Alternatifi" bile hayata geçmedi.
Sulamaya açılan alan 250 bin hektarla sınırlı kaldı ve sulama projelerinin
sadece %23'ü işletmeye alındı. 2008 -2012 dönemi için geçerli olan GAP Eylem
Planı ise daha çok bir sanayi projesi olarak çalıştı, 14 OSB ve 7 havalimanı
kuruldu. 2014-8 dönemi için geçerli olacak GAP Eylem Planı ise henüz
açıklanmadı. 2015 Yatırım Programı'nda GAP Bölgesi içinde yürütülen 13 proje
içinde bir sulama projesi yok.
4-Su
yönetimi, su birliklerinde demokratik bir yapının olmaması nedeniyle adil
işlemiyor ve yerindelik ilkesi gerçekleştirilmiyor. Yeraltı sularının
kullanımında (vahşi sulama) herhangi bir yasal engelleme yapılmıyor, sular
tükeniyor. Verimli ovaların tamamında çoraklaşma ve tuzlanma hali var. Iğdır
Ovası'nda tuzluluk oranı %80'e ulaştı. Aras nehri 8 Ph en yüksek Ph
riskini"taşıyor. Aras nehrinin bu konumu tüm sulamayı etkiliyor. Su
açmazını gidermeyi hedefleyen Doğu Iğdır Sulama Projesi (1983) 26.000 hektar
alanda sulama öngörürken, sadece 2.000 hektar sulamaya açıldı. Proje kaynakları
kamulaştırma bedeline ödendi. Ünlü"Iğdır Pamuğu" 35.000 tondan
sıfırlandı. Ilısu ve Cizre Barajları'nın finansmanında 1990'damn bu yana bir
olumlu gelişme yaşanmıyor.
5-Planlamak
bir yana, hiç bir biçimde üretim öngörüsü yok. Bu nedenle ürün açığı / ürün
fazlası ancak ürün pazara çıktığı yıl anlaşılıyor.
6-Türkiye
şekerdeki arz açığı nedeniyle dış pazara bağımlı hale geldi, üretime kota koyan
2002 tarihli Şeker Yasası ve buna bağlı çıkarılan yönetmeliklerin iptali
gerekiyor. Muş Şeker Fabrikası 2008'de özelleşme (Öİ) kapsamına alındı, 3 ihale
açıldı, sonuç alınmadı ama fabrika el'an Öİ'elinde ve hiç bir yenileme yatırımı
yapılmıyor. Doğu Anadolu'da varolan 7 fabrikanın 3'ü kapalı durumda. 76.000
hektar ile Türkiye'nin 4 büyük ovası olan Muş'da 1991'de başlayan Alparskan 1
Barahı enerj barajına dönüştürüldü, şimdi bu nedenle Alparslan 2 Barajı
projelendirildi. Danıştay'ın "nişasta baz oranlarını" iptal etmesi
sonrası, ülkenin şeker açığı yaşaması kaçınılmaz hale geldi.
7-Çiftçi
eğitimi yapılamıyor, iş kursçuluk olarak anlaşılıyor.
8-
Hayvancılık teşviki "optimum işletme" kuralına göre değil, küçük
işletmeye dönük yapılıyor ( İşletmenin net karlılığı için 5.000 büyük baş
hayvan gerekiyor. 1.000 baş altı hayvancılıkta zarar edilmesi kaçınılmaz) Kasım
2014'de toplanan Kırmızı Et Çalıştayı'nın "5-10 ya da 10-20 baş aile
işletmelerinin sayıları azalmış olup, bunların sürdürülebilirliği için besicilik
küçük ve orta ölçekli işletmelerde teşvik edilmelidir" kararını
benimsemesi, bu yanlışta ısrarlı olunduğunu anlatıyor. Oysa "Siz 25
koyuna, 50 koyun kendine ve 100 koyun eve bakar" atadeyişinden esinlenme,
sorunun ölçek yakalamak olduğu gözardı ediliyor. Buna bağlı olarak meraların
kullanım sorunu çözülmedikçe "et sorunu, bir ot sorunudur" diyen
saptama da kilim altına süpürülmüş olarak kalıyor.
9-Traktör
dışındaki mekanizasyon teşviki çok anlamlı ve hedefli uygulanmıyor. TARSİM
sigorta desteği eksik ve tüm ürün üretme sürecini kapsamıyor. İhtisas
gümrüklerinin azlığı nedeniyle ülkeye GDO'lu ürün ithali önlenemiyor. İlaç
kullanımı satış işi tümüyle bayilik sistemine terk edildiğinden ve denetim
olmadığından, bilinçsiz ve aşırı ilaç tüketimi, "fazla ürün
yetiştirme" adına adeta özendiriliyor. Kamu kesimi islahçı ya da verimli
tür yetiştiriciliğinden hemen hemen çekilmiş durumda. Ürünün ilk basamağı olan
tohum ve fide konusu tümüyle piyasaya ve fiyat mekanizmasına terk edildiği
görülüyor.
10-Genç
nüfus köylerden "kaçıyor", bu nedenle tarımda iş gücü açığı
"büyük sorun" durumunda ve sayısı 1.9 milyon olan Suriye'li
sığınmacılar "can simidi" olarak algılanıyor.