ZEYTİNİME DOKUNMA...
TAMER UYSAL
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından. (Nazım Hikmet)
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından. (Nazım Hikmet)
Bursa coğrafi konumu dolayısıyla doğal ve tarihsel
kaynakları oldukça zengin bir kent.. Bunu son yıllarda kent kozmopolit bir yapı
kazandıkça daha iyi idrak edebiliyorum. Ancak bir çok kentte varsıl olmamanın sonucu
olarak insanımız bilhassa yoksul insanlarımız farkına varmıyor varamıyor. Nasıl
varsın ki ülkede 10-12 yıldır egemen olan zihniyet insanların bilhassa
mütedeyyin insanların alışılmış araçlarla dikkatini celp etmeyi ya da başka
yerlere çekmeyi dağıtmayı çok iyi beceriyordu. Zaten okumayan tek tipliliği
yadsımayan bir toplumda farklı bir netice de beklemek abesle iştigaldi. Şundan
varıyorum bu sonuca Bursada yaşayıp da Yeşil Türbede gömülü Osmanlı padişahının
kim olduğunu bilmeyen yarıdan çok fazla insan var Uludağ ı görmeyen o kadar çok
insan.. Tıpkı İstanbul da dizi dibindeki boğazı görmeyen İnsanları var olması
gibi. Bunu uydurmuyorum bunlar yakın tarihte yapılan anket araştırmalarında
çıkan sonuçlardır. İsterseniz deneyiniz, daha zor bir sual olacak belki ama
hergün binlerce insanın geçtiği Timurtaş paşa türbesi önünde yapın bu testi:
Kaç kişi şehrin kesinlikle en canlı bu muhitinde yatan zatın adını bile
zikredemez. Adım gibi eminim.
Peki bu bir eksiklik mi elbette değil. Her mezarın başında
bir yazıt var ve oradan bilgi edinebiliyorsunuz. Eksiklik olarak görülen ne
olabilir peki. Elbette tarih yazımı konusundaki eksiklik. Ne diyordu Mehmet
Akif;
“Kıssadan Hisse” şiirinde:
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Bursa’nın simgelerini içeren çok yerinde bir yazı kaleme
almıştı Ramis Dara. "Türkiye ve Dünya Ormanında Bursa’nın Simgesi
Nedir!" diye soruyordu. Yıllar önceki bir yazı. Sanırım Bursa Defteri adlı
bir dergide yayınlandı. Şunları sıralamış. Uludağ, teleferik, Prusuias-Osman
Gazi-Orhan Gazi ve türbeleri, Erguvan, Çınar, Yeşil Türbe, Ulucami, Karagöz,
Cumalıkızık Evleri, Hanlar, İznik çinileri ve Kılıç kalkan.
Yazarın seçtiklerine katılmamam mümkün değil. Hele surları
dahil etmemesiyle ilgili yorumuna katılmamak hiç mümkün değil... Bugün
kaybettiğimiz bir çok değer var. Bunlardan hiç birisini haklı olarak adaylar
arasına koymamış. Koyamamiş. Çünkü yitip giden kaybolan değerler bunlar.
Saydıkları hakkında ise hemfikirim.
Geçtiğiz yıllarda bir anıt-mezar bulunmuştu Bursa’da 2 bin
yıl öncesine tarihlenen. Sonra o mezarın talan edildiği yazıldı Anıt mezarda
ilk bilimsel araştırmaya girişen Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi. Prof. Dr.
Mustafa Şahin hem de Belediyenin kendi bastırdığı dergide “arkeolojik park”
olarak değerlendirilmesini salık vermesine rağmen dinleyen olmadı. Bu bölgede
hiçbir ciddi çalışma yapmadılar. Çevresini tel örgüyle çevirip toprakla
örtmekle yetinildi. Mezarda rastlanan bronz bir obol (sikke) den yola çıkıp
hakkında bilgiler net olmamasına karşın kral mezarı deyip çıktılar. Velakin
Bitinya kralı kimin umrunda. Bu binlerce yıllık buluntu üstü kapatılıp unutuldu
gitti. Yani Bursa’yı kuran ya da ünlü komutan Hannibal'a kurdurduğu rivayet
edilen Prusias ve anıtı hakkında bir şey bilen var mı? Doğma büyüme bu
kentteyim bu konu hakkında yazıp çizen bilmem.
Simgelerden biri de Karagözmüş. Hacivat ve Karagöz de Bursa
denilince akla gelen isimlerden. Onlardan geriye kalan geleneksel bir sanata
dönüşen “gölge oyunu” Günümüzde pek yer bulamasa da hala bayram ve ramazanın
yegane eğlencelerinden birisi. Onlarla da ilgili kesin bir bilgi yok elimizde.
Güya Orhan ya da Yıldırım zamanında yaşamışlar ve cami yapım esnasında
çalışanları nüktedanlıklarıyla oyalandıkları için ölümle cezalandırılmışlar.
Ezel Akay ile Levent Kazak bu konuya farklı yorum getirmişlerdi. Hacivat ve
Karagöz Neden Öldürüldü filmiyle. Senaristlere göre öldürülmeleri o kadar basit
nedenden değildi. Devlet yönetiminde bazı isimleri rahatsız etmişlerdi.
Bunlardan birisi olan Vezir Pervane (Güven Kıraç) kolay kolay unutulmayacak bir
söz etmişti, “ Mizah bir yumruktur kime vuracağı belli olmaz” diye…
"Bu, dünyaya örnektür. Bu ruhun ışığıdur. Bu da, ete
kemiğe bürünmüşlüğün, ademin vücudun halidir. Bu ruh ışığu artlarından
aydunlattıkça cisimler ve vücutlar bu dünyada görünür olurlar. Işık sönünce
vücut kaybolur gider, geriye bomboş bir dünya kalır..." Filmde bahsi geçen
bu sözler Hacivat ve Karagöz oyununun yaratıcısı olduğu rivayet edilen Şeyh
Küşteri'ye ait olduğu iddia ediliyor. Şeyh Küşteri, padişahın Hacivat ve
Karagöz'ü canlandırmasını buyurduğu kişi olarak bilinir mezarı kayıptır. Bir
zamanlar Tayyare Kültür Merkezi'nin oralarda olduğu söylenirdi. Mezarın buradan
kaldırılıp anıt mezara taşındığı söylenir.
Hacivat'ın evi
Köşede ufaraktan
Bir tüfek atımı duraktan
Kapı pencere elekten
Döşemeler zemberekten
Dökülmekten
Sökülmekten
İncelmiş süprülmekten
Köşede ufaraktan
Bir tüfek atımı duraktan
Kapı pencere elekten
Döşemeler zemberekten
Dökülmekten
Sökülmekten
İncelmiş süprülmekten
Turgut Uyar böyle diyor Hacivat'ın Evi isimli şiirinde. Edip
Cansever’in en sevdiği on şiir diye not almışım. Oyunun aslı kökeni hakkında
çeşitli iddialar ileri sürülse de Bugün Karagöz ve Hacivat adına 1982 yılında
yapılmış bir anıt mezar bulunuyor Çekirge (Plai) olarak anlan semtte. Arkasında
Karagöz’ün mezarı varmış. Gönül Akıncı isimli seramik sanatçısı tarafından
yaratılan tasvirler de anıtı süslüyor. Çekirge deyince meşhur Bursa
kaplıcalarından söz edilmemesi herhalde günümüzde tıbbi ticari alana peşkeş
çekilmesinden dolayısıyla olsa gerek.
Dara, surların ise orijinale uygun olarak restore edilemeyeceği
için -ki öyledir birkaç Osmanlı tarihçisinin yazdıklarından ya da temel
buluntularından yola çıkarak- önerilenler arasına sokulamayacağını
belirtmektedir.
Bugün Bursa’da varolan surların hali pür i perişandır.
Restorasyon tatbik edilip icra edilenlerin neticesi ise daha daha büyük
felakettir. Ancak onların şu an ortaya çıktığı şekilde yıkılıp dekor yani
canlandırmaktan öte gitmemiştir. Bey Sarayı hakkında yazılanlar da rivayetten
öte değildir Ya sarayın içine bile girmemiş batılı gezginler ya da Osmanlı
devlet ulemasının (Aşıkpaşazade, Lami Çelebi vs.) yazdıkları teferruattır.
Bugün İznik çinileri mass production yani seri üretime yenik
düşmüştür. Tek tük atölyelerde seramik sanatçıları İznik çiniciliğini yaşatmaya
çalışıyorlar. Çini tıpkı Bursa’nın nebatatları gibi yokolup gitmiş. Kestane,
şeftali hatta dut diye bir şeyden söz etmek mümkün mü? İpek böceği de onla
beraber uçup gitmiş... Bursa’nın, padişah saraylarını süsleyen, atlas, seraser,
çuha, diba, hatayi, kemha, çatma, kadife, canfes, sereng, gezi, zerbaft, kutnu,
aba, sof, selimiye'si... Bu kumaşları üreten ipekhaneler kaybolup gitmiş.
Dokuma evlerinden de öyle pek eser kalmış sayılmaz. Bunda kuşkusuz Halil
İnalcık’a göre Osmanlı'nın güttüğü ticari politikayı da göz ardı edemeyiz.İpek
de dokuma endüstrisine feda edilmiş olarak tabii vasfını kaybedip başka ellere
teslim edilmiş.
Erguvan ve Çınar adından ne kadar söz edildiyse bence
Zeytinden de o kadar söz edilmesi gerekti. Bunu bir eksiklik olarak mı görüyorum
. Tabii ki evet. Yazar bildiğim kadarıyla bu şehrin nebatatına benim kadar
düşkün birisidir. Zeytinin aklına gelemeyeceğini düşünmüyorum .Ama Bursa’da en
az çınarlar ve erguvanlar kadar büyük bir simge de zeytin olmalıydı. Zeytin
Akdenize (bilhassa Ege kıyılarına) özgü bir bitkidir. Maki denen bitki
örtüsünün içinde erguvanlar kadar zeytin de sayılmalıdır. Çınardan daha uzun
ömürlüdür. Ne soğuktan azzeder ne de fazla sıcağı sever. Bilhassa önem
bakımından çok eski zamanlardan beri İznik (Nikea) ve Gemlik (Cius) Bursa’dan
çok çok ileride gelirler. İznik bir devlet komuta üssü iken Bursa sönük bir
tekfurluktur ve doğrudan İznik’e bağlıdır. Tabi ki bir de Mudanya (Myrlea). Ve
bugün zeytin her iki ilçenin logosunu süslemektedir. Yazar deniz hinterlandına
yani dar arkada kalan bölgesinde olmasını seçimlerini yaparken göz önünde
bulundurmuş da olabilir...
Bursa Senfoni orkestrası Uludağ Üniversitesi'nin önayak
olmasıyla oda orkestrası olarak kurulmuş. Belediye desteğiyle çalıştıktan bir
süre sonra ilk bölge senfoni orkestrası olarak Kültür Bakanlığı'na bağlanmıştı.
Ya Bursa türkülerinin hikayesi... Ben de Halil Bedii
Yönetken - Mustafa Sarısözen tarafından derlenmiş, "Ben yemenimi al
isterim” türküsünün yeri başka. Al ve yeşili sevdiğimden midir mi bilmem bu
türküyü seviyorum... Ama zeytinden söz açılmışken “Zeytinyağlı Yiyemem”
türküsünün hakkında son yıllarda tekrar gündeme gelen rivayetlerden de
bahsetmeden geçemem.Bu türküyü Yunanlıların ünlü laiko şarkıcısı Glykeria
Kotsula ve bizden de Zara icra etmişlerdi. Hatta popüler hale sokulan bu
türküyü Candan Erçetin de repertuvarına almıştı. İlginç olan Bursa Güvende yani
Bursa yöresine özgü halk oyunlarında seslendirilen türkülerden biri olarak
Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin Orhan Şallıel şefliğinde Orkestra tarafından
icra edilen Bursa Köy Güvendeleri adıyla yayınladığı albümde de yeralmıştır...
Bilhassa zeytine ve zeytin ağacına nereden mi geldim. Zeytin
ağaçlarının her geçen gün Bursa'nın varolan simgelerini bir bir kaybetmesi,
kısa bir süre önce Manisa'nın Soma ilçesi, Yırcalı Mahallesi'nde termik santral
yapılacak bölgedeki zeytin ağaçlarının kesilmesi ve köylülerin dövülmesi
olayının bana anımsattıklarından elbette. Bu türkünün hikayesi de bu ve benzer
olayların kökenine ışık tutuyordu. Her ne kadar iddia olduğu ileri sürülse de
adından dinsel kitaplarda ve efsanelerde de bolluk ve ölümsüzlük simgesi olarak
söz edilmesi ve bu ağacın tanrısallık ifade etmesi yanında faydalarının ise
binlerce yıldır bilinip de insan istifadesine sunulmasına rağmen nedense bu
sözüedilen türküde gözden düşürülmeye çalışılması yani bir manada
kötülenmesiydi.
Zeytin neden simge olmalıdır. Anımsadıklarımdan birisi de
Türk-Yunan dostluk nişanesi olarak Karagöz Parkına zeytin fidanı dikim
töreni'dir. 17 Aralık 1999 diye not düşmüşüm. Büyük depremin acılı günleri...
Acımızı paylaşan Yunan halkı adına bu günlerde fidanı Helsinki Zirvesinde
Başbakan K.Simitis Ecevit'e armağan etmişti. Karagöz Parkı'ndaki dikim
töreninde Başkonsolos Fitsos Hidas da bulunmuştu. Her şeyden önemlisi barışın
ve Ege'nin iki yakasındaki halklarının kardeşliğine simge olan bu ağaç Bursa'da
Çekirge semtinde Karagöz parkına da dikilerek tarihi bir olayın da baş
kahramanı iken, büyüklerimin hatta anneannemden anımsadığım kadar sık sık şifa
niyetine içerek vücuduna da sürdüğü ve faidesinden hiçbir zaman imtina etmediği
zeytinyağı hakkındaki bu iddialar neden kaynaklanıyordu. Kaz dağlarının altını
üstünü oyan siyanürlü altıncılar için ne demişti Ahmet Uysal,
Aslında o günlerden bugünler arasında pek fark yok. Canlı
için adeta yaşam iksiri yerine geçen usaresi ile ilgili dönen dolaplar bana
Ortadoğu'da dönen dolapları akla getiriyor. Ortadoğu petrolü için niye bunca
kavga veriliyor. Çünkü buradaki petrol dünyanın en nitelikli maliyeti en düşük
petrolü. Tıpkı Z.Yağı da öyle. Dünyanın en yararlı bitkilerinden. Hatta belki
de en iyisi. Yüzyıllardır. Kaynaklara göre onbinlerce senedir. Antik kalıtlarda
bilhassa anforalarla taşınan yegane metanın yani ticaret malının altın sıvı,
zeytinyağı olması bunu göstermiyor muydu? Kısaca özetleyecek olursak sen
şişirme mısırı kullan diye sana reva görülen mısır yağı margarin in tıpkı
petrolde olduğu gibi bazı çuşlar kanalıyla (çok uluslu şirketler) el oğluna
taşınmasından ibarettir. Süttozuna razı edip Kore'ye itelendiğimiz günlerin
hikayesi… Bir Akdeniz ağacı olan zeytinin yağından mevcut bakımdan hallice
olmayan ABD Mısır yağını dolara dönüştürmek için ya kendi kullanacak ya da sana
satacaktı İkincisini tercih etti. Bugün ABD tohumculuk ve tahıl tekelleri NBŞ
(Nişasta bazlı şeker) üretimi yaparak da petroldeki siyaseti tarıma da
bulaştırmış görünüyorlar. En açık örneği Ukrayna olaylarıdır. Buradaki
hadiselerin de bu ülkedeki hükümetin tahıl üretimine koyduğu kotadan
kaynaklandığı sanılmaktadır.
Daha dün Yırcalı'da yaşananların arkasında yatan görüntü
bana devrim arabaları hadisesini de çok yakından anımsatıyor. Hani şu benzin
yüzünden yolda kalan 4 arabanın hikayesi. O da bir yutturmacaydı. Elbette “Adı
devrim olan bir arabanın sokaklarda dolaşmasına zaten izin vermezlerdi”vermeyeceklerdi.
Yoksa bugün memleketin müsrifliğinin bir nolu dış masraf kaleminin otomobil ve
yakıtı olmaması hiçten bile değildi….
Bir yazar zeytin için, "tarihin tanığıdır, bir
hikayedir, şiirdir, ağıttır, acıdır, hüzündür ve mutluluktur." demişti.
Tıpkı Roni Marguiles şiirinde olduğu gibi:
Her geçtiğimde yanından bir zeytin ağacının
sormak gelir içimden: Anlatsana ihtiyar,
küçükken daha sen nasıldı bu topraklar,
kimler geçer yanından, kimler giderdi?
sormak gelir içimden: Anlatsana ihtiyar,
küçükken daha sen nasıldı bu topraklar,
kimler geçer yanından, kimler giderdi?
Fenikeliler getirmiş diyorlar buralara seni.
Tuzlu muydu Akdeniz’in suları o zaman da?
Yakıcı mıydı böyle yine öğle güneşi?
Neye benzer, neler düşünürdü Fenikeliler?
Tuzlu muydu Akdeniz’in suları o zaman da?
Yakıcı mıydı böyle yine öğle güneşi?
Neye benzer, neler düşünürdü Fenikeliler?
Uzun yaşamak kolay. Ya hatırlamak her şeyi?
Sallayıp gövdeni zeytin toplayan insanların
değiştiğini görmek yaklaşık otuz yılda bir,
babadan oğula, izledikçe nesiller birbirini?
Sallayıp gövdeni zeytin toplayan insanların
değiştiğini görmek yaklaşık otuz yılda bir,
babadan oğula, izledikçe nesiller birbirini?
Her geçtiğimde yanından bir zeytin ağacının,
düşünmeden edemem: yaslanıp yaşlı gövdesine
kimler dinlenmiş, kimler uyuklamıştır acaba
ılık bir yel eserken yapraklarının altında?
düşünmeden edemem: yaslanıp yaşlı gövdesine
kimler dinlenmiş, kimler uyuklamıştır acaba
ılık bir yel eserken yapraklarının altında?
Sorasım gelir her defasında: Anlatsana ihtiyar,
neler gördün, neler kaldı yüzyıllardan aklında?
Nasıl insanlardı Haçlılar? Eski Yunanlılar?
Korkunç muydu Aksak Timur denildiği kadar?
neler gördün, neler kaldı yüzyıllardan aklında?
Nasıl insanlardı Haçlılar? Eski Yunanlılar?
Korkunç muydu Aksak Timur denildiği kadar?
Evet, diye fısıldar yemyeşil yapraklar adeta:
“Koca koca ordularıyla geçtiler önümden hepsi,
gümüş kakmalı kılıçları, ipek takımlı atlarıyla.
Geçtiler… ve gittiler ama işte, yoklar artık hiçbiri.
Buradayım ben hâlâ
“Koca koca ordularıyla geçtiler önümden hepsi,
gümüş kakmalı kılıçları, ipek takımlı atlarıyla.
Geçtiler… ve gittiler ama işte, yoklar artık hiçbiri.
Buradayım ben hâlâ
Ve tıpkı devrim arabaları aslında unutulan devrim gibi
zeytinin şanlı hikayesi de dışa hibe edildi…Zeytinler türküdeki gibi derdest
edilirken Bursa'nın, Türkiye'nin hatta Dünya'nın en incancıl en dostane duygusu
olarak barış ve simgesi de çıkarlara feda edildi…