5 Eylül 2015 Cumartesi

TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI BAŞKANI ÖZDEN GÜNGÖR

TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI BAŞKANI ÖZDEN GÜNGÖR:
TARIMDA BÜYÜK RİSK!..
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden Güngör, sorularımızı yanıtlayarak tarım ve hayvancılıkla ilgili gündem yaratacak açıklamalarda bulundu.
            TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden Güngör, uygulanan yanlış tarım politikalarıyla çiftçinin tarımdan soğutulduğunu söyleyerek gündemi değiştirecek çok önemli tespitlerde bulundu. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Sayın Özden Güngör ile et ithalatını, GDO'lu ürünleri, tarım ve hayvancılıktaki son durumu enine boyuna konuştuk. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Sayın Özden Güngör ile yaptığımız röportajı sizlere sunuyoruz.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı
Özden GÜNGÖR
Kendinizi biraz tanıtır mısınız?
02.03.1951 tarihinde Adana`da doğdum. 1977 yılında Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi`nden mezun oldum. 1985 yılına kadar Adana Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü`nde çalıştım. 1985 - 1987 yılları arasında Union Carbide Turkey Inc.; 1987 - 1999 yılları arasında Rhone-Poulenc, 2000 - 2002 yılları arasında Aventis  firmalarının araştırma, geliştirme ve ruhsatlandırma  kısımlarında (İnsektisit, Fungisit, Herbisit ve BGD) görev aldım. 1977 yılından 2001 yılına kadar Ziraat Mühendisleri Odası Adana Şubesi`nin yönetim kurullarında görev yaptım. Bu süre içinde 2 dönem Adana Şube Başkanlığı görevini üstlendim. 2004-2014 yılları arasında 5 dönem ZMO Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyeliği yaptım.
Bu dönemde ZMO ‘da yönetim kurulu başkanlığı yapmaktayım.
            2002-2013 yılları arasında Bayer firmasında İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesi teknik sorumlusu olarak çalıştıktan sonra emekli oldum. Evliyim. 2 çocuğum var.
Neden et ithal ediyoruz? Niye et fiyatları yüksek? Bu duruma nasıl bir çözüm getirilmeli?
Türkiye`nin 1980 yılında 44,5 milyon olan nüfusu, bugün 77 milyona ulaşmıştır.
Buna karşılık hayvan varlığında ciddi azalışlar meydana gelmiştir.
• 1980 yılında 16 milyon olan sığır varlığı, bugün 14 milyondur.
• 35 yılda her 10 mandamızdan 9`unu kaybettik. 1980`de 1 milyonu aşan manda varlığımız bugün 115 bine düşmüştür.
• 35 yılda her 2 koyunumuzdan 1`ini kaybettik. 1980`de 49 milyon olan koyun varlığı bugün 29 milyondur.
• 35 yılda her 2 keçimizden 1`ini kaybettik. 1980`de 19 milyon olan keçi varlığımız bugün 9 milyona düşmüştür.
            Buradan çıkan sonuç, hayvancılık politikalarındaki yanlışlar besiciliğimizi sorunlu bir hale getirmiş dolayısıyla tüketiciyi proteinsiz bırakmıştır. Türkiye`de kişi başına tüketilen et miktarı yıllık 12 kg. civarındadır. Türkiye`nin 9 milyon ton`luk yem hammaddesinin 4 milyon ton`a yakın bölümünün ithal edildiği ve bunun maliyetleri ne ölçüde artırdığı değerlendirildiğinde, yem hammaddelerine yapılan yatırımın aynı zamanda Türkiye`de süren hayvancılık krizi için de uygun bir yatırım olduğu görülecektir.
Mera Varlığımız 50 Yıl Evvelki Düzeyinin Yarısına Geriledi
            Torba Kanun`a konulan hükümlerle, meralarımız ranta kurban edilmiştir. 1950`li yılların başında 37 milyon 500 bin hektar olan mera varlığımız, yoğun traktörleşmenin yaptığı tahribatla 1960 yılında 29 milyon hektara düşmüştür. Şu anda mevcut olan hükümetin, meraları talan eden uygulamaları sonucu; bugün sadece 14 milyon hektar meramız kalmıştır. 50 yılda mera varlığımızın yarısını kaybetmiş olmamız, hayvancılığımızı da tehdit etmektedir.
Türkiye Son 4 Yılda 3,5 Milyon Baş Canlı Hayvan İthal Etmiştir
            Son 4 yılda 1 milyon 260 bin büyükbaş, 2 milyon 185 bin küçükbaş hayvan ithal edilmiştir. Türkiye`deki hayvan sayısı yurtiçi talebi karşılamıyor. İthalat da iç piyasayı tatmin etmiyor. Bu yüzden de et fiyatları son 6 ayda %30`a yakın arttı. Zamanında ciddi tedbirler almayan GTHB, Kurban Bayramı öncesi Et ve Süt Kurumuna Bakanlar Kurulu Kararı ile karkas et ithalat yetkisi veriyor. Bakan Mehdi Eker daha birkaç gün önce kurbanlık sıkıntısının olmadığını, hayvan ithalatının olması halinde üreticinin zarar göreceğini belirtmişti. Peki şimdi ne değişti de canlı hayvan ve karkas et ithalat izni verildi.
            Türkiye son beş yıllık dönemde yaklaşık 2,8 milyar dolarlık canlı hayvan, yaklaşık 900 bin dolarlık et ve et ürünleri olmak üzere toplam 3,7 milyar dolarlık ithalat yapmıştır. Yapılan her ithalat ülke hayvancılığını sıkıntıya sokmuş, sorunlar yaratmış ve dışa bağımlı hale getirmiştir. Hükümetin tek düşüncesi ithalat yapmayı fiyat düşürmenin bir aracı olarak görmesidir.
            Türkiye`de şu anda yaklaşık 2.400.000 adet dana, 29 milyon kadar da küçükbaş hayvan mevcuttur. Yıllık kırmızı et tüketimi 1 milyon tonun üzerindedir. Bunun yaklaşık % 85`i dana,% 15`i küçükbaştan karşılanmaktadır. Yani tüketicimizin küçükbaşa talebi çok düşüktür. Türkiye`nin her ay yaklaşık 40-50 bin besilik hayvana ihtiyacı vardır. Bunu yıl olarak düşündüğümüzde 500-600 bin hayvan demektir. Yani hayvan varlığında çok büyük sıkıntı söz konusudur. Son 10 yılda kurban bayramlarında ortalama 800 bin hayvan kesilmektedir. Yani hayvan ihtiyacımız büyük. Bu duruma yanlış uygulanan politikalarla geldik. Üretim azalınca tarım ürünü ve dolayısıyla hammaddede fiyatları arttı. Hayvancılığa verilen destekler azaldı. Hayvan başı destek ödemesi sistemine geçildi. Çiğ süt fiyatı yarı yarıya düştü. Yem fiyatları fırladı. Üretim sürdürülemez hale gelince 1 milyondan fazla süt ineği kesildi. Sütteki bu sorun çözülemediği için kırmızı ete yansıdı. Kırmızı et fiyatı yükselince hükümet önlem olarak ithalatı gündeme getirdi Önce kasaplık canlı hayvan, sonra besilik hayvan ve en sonunda da karkas et ithalatı başladı. Türkiye kırmızı et ve canlı hayvan ithalatına yaklaşık 5 milyar dolar ödedi. Bu kaynağın yarısı besicilik yapanlara yatırım amaçlı verilseydi bugün Türkiye ithalatçı bir ülke olmazdı. Hayvancılıkta sorunların çözümü için öncelikle şirket tarımını öne çıkaran politikalar terk edilerek, mevcut üreticileri daha iyi duruma taşıyacak uygulamalara geçilmeli ve var olan imkânlar ithalat için değil ülkemiz üreticileri için kullanılmalıdır.
            Bakanlığın yapması gereken önemli bazı konuların altının çizilmesi gerekir. 
            Rasyonel ve ekonomik hayvancılığın tek yolu mühendislik tekniklerinin temel alındığı üretim, yani zooteknist mühendislerin dikkate alınması gerekir. Türkiye`nin 9 milyon ton`luk yem hammaddesinin 4 milyon ton`a yakın bölümünün ithal edildiği ve bunun maliyetleri ne ölçüde artırdığı değerlendirildiğinde, yem hammaddelerine yapılan yatırımın aynı zamanda Türkiye`de süren hayvancılık krizi için de uygun bir yatırım olduğu görülecektir. Desteklerin öncelikle üreticiye üretim ve üretime devam konusunda güven verici olması sağlanmalıdır.  Desteklemeler amaca hizmet edecek nitelikte olmalıdır. Destek çeşidini artırmak yerine amaca yönelik az sayıda kalem üzerinden destek verilmeli ama toplam miktar azaltılmamalıdır. Örneğin; anaç sığır desteği buzağı vb destekler ile bir araya getirilerek uygulanabilir.
            Desteklerin hayvan yerine ürüne, örgütlenmeye ve hayvan sağlığına verilmesi üzerinde durulmalı buna uygun modeller geliştirilmelidir. Anaç sığır desteği önemli bir destekleme kalemi olup 6 yıldır değişmeyen 225 TL lik miktar yükseltilmelidir. Süt/ yem, et/ yem pariteleri gibi Süt/ Et paritesi olmalıdır Başta zoonoz hastalıklar olmak üzere hastalıklar nedeniyle, her gruptaki hayvan ve üretim kaybı azaltılmaya  çalışılmalıdır.
Sektörle ilgili Birlikler desteklenmelidir
            Koyun ve keçi varlığı et ihtiyacının karşılanmasında destekleyici politikalar uygulanarak artırılmalı ve ıslah çalışmalarına önem verilmelidir. Hayvan Kayıt Sistemi‘nde (TÜRK-VET) izlenebilirlik yok sayılır. Saha ile entegrasyon çok zayıftır. Bunların düzeltilmesi gerekir.        
            GDO`lu 3 mısır genine ithalat izni verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
            Bu durumu 2 yönüyle ele almak gerekir. Öncelikle Türkiye, birçok ürünün yetiştirilmesine imkan veren iklim ve ekolojik özellikleri nedeniyle tarımsal üretim açısından avantajlı bir ülke olup, toplam istihdamın %24,6`sı tarım sektöründe yer almaktadır. Türkiye, 78 milyon hektar yüzölçümü üzerinde büyük bir tarım potansiyeline sahiptir. Türkiye ‘de tarım yapılan 23,8 milyon hektar alanın 15,6 milyon hektarı tarla bitkilerine ayrılmıştır. Türkiye`de tarımda son 10 yılda gelinen nokta istenilen düzeyde olmayıp,  2,7 milyon hektar tarım arazisinde üretici üretimden vazgeçmiştir. Bunun en önemli nedeni, yüksek girdi fiyatlarının maliyetleri artırması (Tohum, Gübre, İlaç, Mazot, Sulama v.s.) ve yüksek üretim maliyetleri ile çiftçinin rekabet gücünün düşmesidir.
            Bugün tarım dışına çıkan alanların sadece 5-6 milyon dekarında Mısır ve Soya üretimi için devlet desteği sağlansa bu ürünlerin ithalatından kaynaklanan döviz kaybımızın önüne geçilmiş olur. Ayrıca GDO`lu soya-mısır ithalatının da önüne geçilerek, gıda güvenirliği konusunda önemli bir sorun giderilir. Son 13 yılda Türkiye 11 milyon ton mısır ithalatı karşılığında 3 milyar dolara yakın dövizi yurt dışına aktarmıştır. Peki bu durumu olumlu olarak değerlendirebilir miyiz? Bu kaynakları dışarıya akıtmayıp da kendi ülkemizde yetiştirmeyi, üreticimizi desteklemeyi niye düşünmüyoruz. Şunu da unutmamak lazım GDO`ya verilen her izin dışarıdan Soya ve Mısır ithalatının önünü açmak demektir. 
 Soru şu; 3 yıl önce bu Kurulun zararlı diye izin vermediği T25, MIR604 ve MON863 genlerine 3 yıl sonra zararsızdır diye nasıl izin verilebilir? Biyogüvenlik Kurulu anladığımız kadarıyla, "3 yıl önce elimizde yeterli derecede araştırma, bilgi, belge yok" derken bugün geldiği noktada varmış gibi karar alıyor.
            Bir de şu gerçeği göz ardı edemeyiz: EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi), AB`den finanse edilen bağımsız bir Avrupa ajansıdır ve 2002 yılında kurulmuştur. Bu kuruluş, GDO`lar, pestisit, yem katkı maddeleri ve bitki zararlıları konusunda çevre risk değerlendirmesi yapar. Çalışmaları sonucunda ne sonuç çıkarsa ona tüm Avrupa Birliği uyar. Çıkardıkları sonuç kanun gibidir. Yani EFSA açıklamaları ne derse o olur da diyebiliriz. EFSA`ya göre, Türkiye`de Biyogüvenlik Kurulu‘nda izin verilen genler, daha önce EFSA tarafından kabul edilmiştir. Yani bunlar Avrupa`da yasaklı sınıfında değildir. Ayrıca Türkiye`nin soya üretimi 125.000 ton, iken hayvancılık sektörünün soya ihtiyacının 2,5 milyon ton olduğu ifade edilmektedir.
            BESD-BİR ve YUM-BİR, "Dünyadaki soya üretiminin % 95`inin de GDO`lu olması nedeniyle GDO`lu soya ithal etmek zorunda olunduğu, aksi takdirde hayvancılık sektörünün büyük bir yara alacağını" savunmaktadır. Bütün bunların ışığında, Türkiye`nin ulusal bir tarım politikası olduğunu söyleyebilir miyiz? Tabi ki de hayır. Ülkemizin sahip olduğu arazi miktarı, üretim bilgisi ve uygun iklim şartları soya ihtiyacını karşılayacak düzeydedir. Soya da yetiştiririz, Mısır da… Yeter ki üretici desteklensin. Türkiye`nin GDO`ya ihtiyacı yoktur!
            Pestisit kalıntıları sorunu hakkında çözüm önerileriniz nelerdir?
            Türkiye farklı agro-ekolojik bölgelere sahip bir ülke olup 70`in üzerinde ekonomik öneme haiz kültür bitkisi yetiştirilmektedir. Bu kültür bitkilerinde ekonomik düzeyde zarar yapan 500 civarında hastalık, zararlı ve yabancı ot türü bulunmaktadır. 2014 yılı sonu itibariyle ruhsatlı olan 6.047 BKÜ`den yaklaşık 2.000 adedi piyasadadır. Kimyasal savaşım, bünyesinde bazı sorunları barındırır. Bunlar ; Çevre kirliliği, insan sağlığına zararları, dayanıklılık sorunu ve maliyet artışıdır. Kimyasal savaşım aynı zamanda tercih nedenidir. Çünkü; birçok durumda diğer yöntemlere göre ekonomiktir. Kolay uygulanır.
            Dünya pestisit tüketimi yıllık 3,5 milyon ton, satış tutarı 50 milyar dolar civarındadır.
            Türkiye`de ise tüketilen pestisitlerin yıllık satış tutarı 2014 yılsonu itibariyle yaklaşık 600 milyon € dur.                       
Türkiye`de Pestisit Kullanımı
Tarım ilaçları kullanımına bakıldığında ortalama;
İnsektisitler       : Türkiye`de % 42        Dünya`da… %30
Herbisitler        : Türkiye`de % 29        Dünya`da… %45
Fungisitler        : Türkiye`de % 18        Dünya`da… %20 
Diğer               : Türkiye`de % 11        Dünya`da… %05 payı olduğu görülmektedir.
            Ülkemizde toplam tarım alanı temel alındığında birim alanda ortalama BKÜ kullanımının son üç yılda 1.3 kg/ha`dan, 1.7 kg/ha ‘a çıktığı görülmektedir. 2014 yılı itibariyle Akdeniz Bölgesi`nde birim alanda ortalama BKÜ kullanımı ise 3.1 kg/ha olarak tespit edilmiştir. Ülkemizde pestisit tüketimi gelişmiş ülkelere göre oldukça düşüktür.
Türkiye`de Bölgelere göre Pestisit Kullanımı (2014 yılı sonu itibariyle)
% 36    Akdeniz Bölgesi,
% 14    İç Anadolu Bölgesi,
% 15    Marmara Bölgesi,
% 18    Ege Bölgesi,
% 0,5   Karadeniz Bölgesi,
% 11,5 Güney Doğu Anadolu Bölgesi,
% 0,5  Doğu Anadolu Bölgesi`nde  kullanılmaktadır.
            Her bir pestisit için tarım ürünlerindeki maksimum kalıntı limitleri tespit edilmiştir. Eğer kalıntı limitlerini geçen miktarlarda pestisit içeren gıdaların devamlı bir şekilde  tüketilmesi durumunda pestisitlere bağlı olarak bir risk söz konusu olabilir. Burada en büyük problem ilacın kullanılması değil ilacın yanlış kullanımıdır. Bunun için dikkat edilmesi gereken kurallar vardır. Bunlar üründe ilaç kalıntısının olmaması için dikkat edilmesi gereken kurallar; doğru teşhis yapılmalı, doğru ilaç önerilmeli, doğru dozda ve doğru bir kalibrasyonla atılmalı,doğru zamanda ilaç atılmalı,ilaç atım zamanı ile hasat aralığına etikette yazılan süreye dikkat edilmeli, ilaç başka bir kimyasalla karıştırılırken mutlaka uzmanına sorulmalı. Ve son olarak da MUTLAKA ATILACAK ÜRÜNDE İLACIN TAVSİYESİ OLMASINA dikkat edilmelidir. Ayrıca Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı`nın, bayi ve köy ziyaretlerine daha sık gitmesi, bayi ve üreticilere çok sık eğitimler vermesi, bunun aksini yapanlara mutlaka ceza uygulaması, kalıntı analiz laboratuvarlarını hal yerleri başta olmak üzere birçok yerde açması ve ürünlerde barkod sistemini geliştirmesi gerekmektedir.
Nişasta Bazlı Şekerler kotasının arttırılması hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Etkileri neler olacaktır?
            Türkiye tarımı ve ekonomisi açısından şekerpancarı tarımı ve şeker üretimi milyonlarca ailenin ve bireyin geçimi, geleceği, geliri ve istihdamı demektir. Şeker sanayi, hayvancılık ve yem girdisi başta olmak üzere şekerpancarı birçok konuda ülkemizin stratejik ürünlerindendir. Şekerpancarından yapılan şekerin yerini glikoz, izoglikoz ve fruktoz şurubuna bıraktırmak isteyen lobiler var güçleriyle çalışmaktadırlar. Amaç ülkemizin, çiftçimizin çıkarı değil, şekerpancarının sürdürülebilir üretimi değil, topluma sağlıklı, doğal şeker yedirmek ise hiç değildir.
            Pancar şekerine alternatif bir ürüne ayrıcalık tanınarak kota artırımının, tarım sektörü ve pancar sanayinin desteklediği yan sektörleri olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır. Burada amaç, şeker fabrikalarının özelleştirilmesidir. Şeker pancarında son 10-12 yıl içerisinde yaşanan 2,5 milyon tonluk üretim daralmasının hayvancılığa yansıması, 6,5 milyon ton yaş pancar küspesi ve 900 bin ton melasın kullanılamaması şeklinde olmuştur. NBŞ kota oranlarının ülkemizde AB ülkelerine oranla yaklaşık 3 katı oranında fazla uygulanmasının sadece et üretimine olumsuz yansıması yaklaşık 250 bin tondur. Bir yandan şekerpancarı üretimine kotalar getirilmesi; öte yandan çiftçinin üretimini sürdürememesi sonucu ortaya çıkacak olası şeker açığı, ihracat geri ödemeleri ile desteklendiği için "daha ucuza’’ şeker üreten ülkelerden ve özellikle AB`den ithal edilerek kapatılacaktır.
            Sonuç olarak, Türkiye`de NBŞ kotalarının sürekli olarak artırılmasına bir son verilmeli ve AB kota seviyelerine uygun olarak yeniden düzenlenme yapılmalıdır. Şeker üretim maliyetlerini düşürmek için şeker pancarı tarımı desteklenmelidir. Kamuya ait şeker fabrikalarının özelleştirilmesinden vazgeçilmeli; pancarın yetiştirilmesinden şeker üretim ve pazarlanmasına değin tüm süreçte üreticilerin söz ve karar sahibi olacakları örgütlenmeler egemen olmalıdır.
Tarım sektörünün sorunları ve çözümü için yapılması gerekenler sizce nelerdir?
            Özellikle 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’de tarımı küçük görme, önemsememe anlayışı hâkim olmuş, kimi çevreler bilgisizlikten ya da ihanetten, tarımın gereğinden fazla desteklendiğini savunarak desteklerin azaltılması tezini öne sürmüşlerdir. 1984’den itibaren tüm hükümetler de bu yönde politikalar uygulamışlardır. Tarım alanında yapılan özelleştirmeler ve “reorganize” edilen tarımsal kamu yönetiminin etkin olamaması da, sektördeki olumsuzlukları artırmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yokluk koşullarında elde edilen başarılara karşılık, tarımda 80’li yıllardan beri sürdürülen politika ne yazık ki bir karşı devrimdir ve Türk Milletinin yararına olmamıştır! Bugün altyapısı yetersiz – bozuk olan Türkiye tarımı, girdi ve çıktıdan, üretim ve pazarlamaya kadar sorunlu bir yapı sergilemekte ve önemli ölçüde gizli işsizlik barındırmaktadır. Verimli araziler ve üretimdeki azalmaya bağlı olarak kırsalda yoksulluk giderek artarken, topraktan geçimini sağlayamayan çiftçi de tarımdan kopmakta ve kentlere göç etmektedir. Küçük üreticilik ve köylülük ülkemizde hızlı bir tasfiye sürecindedir.  AB’de küçük üreticilik ve aile işletmeciliğini destekleme ve özendirme anlayışı ön plana çıkmaktadır. Ülkemizde de buna uygun politikaların geliştirilmesi ve bu konuda duyarlı olunması gerekmektedir.
            Şu anda nüfusumuz 77 milyondur. Yakın gelecekte bu rakam 100 milyon olacaktır. Topraklarımıza sahip çıkmazsak, yarın bu insanlara ne yedireceksiniz? Dolayısıyla toprağımıza, suyumuza, havamıza sahip çıkmamız gerekiyor. Üreticilerimizin üretmesi için ciddi manada desteklenmesi gerekiyor ki para kazansın,  köyünü terk etmesin, üretimden vazgeçmesin…
Ziraat fakültelerinde verilen eğitim ve yapılan uygulamalar sizce yeterli mi?
            Ziraat Fakültelerinin eğitim-öğretim yapısına, mezunların istihdamına ilişkin yıllardır katlanarak büyüyen sorunlar konusunda somut çözümler üretilmeyip, bu sorunlar her yıl birçok bölümün yeni öğrenci alamamasına, öğrenci alan bölümlerde de kontenjanların düşmesine yol açarken; bu sorunlar yokmuş gibi "siyasi popülizm" ile yeni fakülteler açılmaktadır. Yerelde ekonomi yaratma, istihdam yaratma gibi gerekçeler, gençleri 4-5 yıllığına oyalama taktiğinden başka bir şey değildir. Fakülte açmak, isim değiştirmek öğrenci tercihlerinde, istihdam önceliklerinde ve piyasa koşullarında bir şeyleri değiştirmiyor. Öncelik burada nitelik dönüşümünde olmalıdır.  
            5 Haziran 2015 tarihli Resmi Gazete`de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile Adıyaman Üniversitesi içinde Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi içinde de Fethiye Tarım Bilimleri Fakültesi kuruldu. Fakültelerdeki isim çeşitliliğine "Tarım Bilimleri Fakültesi" isminin eklenmesi ile farklı isimdeki (Ziraat,  Ziraat ve Doğa Bilimleri, Tarım ve Doğa Bilimleri, Tarım Bilimleri ve Teknolojileri) fakülte sayısı da beşe çıkmış oldu. Aynı Bakanlar Kurulu Kararında ayrıca Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesinin adının, Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi olarak değiştirmesi de yer aldı. 8 Temmuz 2015 Resmi Gazete`de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararıyla da, Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi bünyesinde bulunan Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi kapatılarak, Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi kuruldu. Bu değişikliklere ve fakülte isimlerindeki çeşitliliğe bakınca, "keşke isimlendirme konusundaki bu gayretler ziraat fakültelerinin ve mezunlarının sorunları konusunda da olsa" demekten kendimizi alamıyoruz.
            Ziraat fakültelerine ilişkin kontenjanlara bakıldığında, yeni ziraat fakülteleri açılmasına ilişkin endişe taşıyanların ne kadar haklı olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Yani, nicelik artışı ve isim değişikliği beraberinde ilgi ve tercih yığılmasını getirmedi.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın uyguladığı tarım ve hayvancılık politikaları ve desteklemeleri sizce yeterli mi? Neler yapılmalıdır?
 2003-2014 döneminde yani son 12 yılda tarıma verilen destek miktarı 70 milyar lira iken, tarım ve gıda ithalatına 320 milyar lira (137 milyar $) harcanmıştır. Dünyada tarım desteğinin 4,5 katını ithalata savuran başka ülke yoktur. Tarıma verilen desteklerde ne yazık ki arz, talep, üretim, maliyet, ihracat, ithalat, gibi temel kriterler dikkate alınmamaktadır.
            Ülkemiz toprak, iklim ve bitki zenginliği bakımından önemli bir potansiyele sahiptir. Ancak uygulanan yanlış politikalarla üretici tarımdan uzaklaşmakta, üretim artmamakta, ithalat nedeniyle milyarlarca dolar kaynak yurt dışına aktarılmaktadır. Sorunların çözümü, doğru tarım politikalarının, yeterli ve uygun bütçelerle yaşama geçirilmesine bağlıdır. Bu nedenle sektörü piyasanın sömürüsüne terk etmeyecek kooperatif örgütlenmesi tamamlanarak, bilgi ve teknoloji tarımla buluşturulmalı, bölge ve ürünlere yönelik gerçekçi planlamalara dayanan destekler ve doğru yatırımlarla tarımda kendine yeterlilik sağlanmalıdır.
            (Röportaj : Hayal Senem Sayan; Tarim.com.tr. bulten@tarim.com.tr)