10 Kasım 2009 Salı

GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ
ORGANİZMALAR MI???...
Süleyman AKDEMİR (*)
Uygarlığın son yıllarda gösterdiği baş döndürücü gelişmeler, önceleri imkânsız görülen amaçların ve hedeflerin belirlenmesini, onların şekillenmesini etkilemiş, günümüz koşullarında farklı yaşam biçimlerinin insan eliyle oluşmalarına yol açmıştır.
Başka bir deyişle, insanoğlu, doğaya bir ölçüde müdahale etmeye başlamıştır. Bilimsel gelişme ve insanın doğaya müdahalesi, belki de bundan sonraki tartışmaların odak noktasını teşkil edecektir. Var olan teknolojiler ve bunların insanlığın geleceğindeki rolleri konusu ise, tüm dünyada temel tartışmaları da beraberinde getirmiştir.
Son günlerde basın ve televizyon kanallarında, daha önce son derece sağlıklı görülen bir katkı maddesinin yasaklanmasına, yada, insan sağlığı adına tedavi amaçlı kullanılan farmasötik (ilaç formunda) bir ürünün sakıncalarının ortaya çıkmasına dair haberlerin ciddi anlamda yoğunlaşması dikkat çekmekte ve ürkütücü boyutları gözler önüne serilmektedir.
Yıllar boyu sağlık için tüketilen onlarca çeşitli (doğal olmayan) maddelerin yarattığı riskler, üreticileri çok da fazla üzmüş veya ticari kaygıların ağırlığı açısından, standart insanların vicdani sorumlulukları kadar bile etkilemiş gibi görünmemektedir.
Bu tavır sürmekte ve insanlar tarafından beslenme yoluyla alınan her türlü ürün için, birbirine zıt iki farklı anlayışı karşı-karşıya getirmektedir.Kabul edilmiş,yıllarca denendiği için risk değerlendirilmelerinde sorun yaşanmamış, yeni gelişmeleri ve mevcut metodolojiyi savunanlarla, belirlenen süreler için gerekli etkileşim analizlerini yaparak çok yeni atılımları öngören modern moleküler biyoteknolojiyi savunanlar, tamamen karşıt görüşler ileri sürmekte ve mücadele etmektedirler.
Mevcut teknolojileri ve doğal yöntemleri benimseyenler için, genetiği değiştirilmiş organizmalar, (GDO) onlarca yıl sonra ortaya önlenmesi, aşılması mümkün olmayan risklere ve sağlık sorunlarına neden olabilir endişesi ile zaten sıcak karşılanmamaktadır. Genetik alanında sağlanan olağanüstü gelişmeler ve bunların günlük gıdalarla sürekli tüketilir olması, bir zamanların korku filmlerine konu olan frankenstein (frankenşıtayn) türü varlıklar veya metabolizmalar oluşturması riski yüzünden genellikle reddedilmektedir.
Sigaranın kanser riski bile onlarca yıl sonra ortaya çıktığına göre, bakış açısı ile ilgili olarak, hak vermemek elde değildir. Modern moleküler biyoteknolojiyi savunanların, çeşitli kültür bitkilerinin genetik şifreleri ile oynayarak ve aslında bitkilere, bitkilerden değil de, çeşitli mikroorganizmaların genlerinden alınan molekülleri monte ederek sağladıkları avantajlar cazip görünmesine rağmen “hayvanlaşmış bitkiler” ortaya çıkmaktadır.
Süreç içinde hangi olumsuzlukların yaşanacağını tahmin etmek bile bazen çok zorlaşacaktır. Kanser tedavisi için kullanılan ilaçların tedavi etmesi gereken kanseri geliştirdiğinin tespit edilmesi, normal ve kabul edilir deneme sürelerine rağmen ortaya bu sonucun çıkması, bitki genlerine bitkisel olmayan moleküller monte edilmesine karşı çıkanların ellerini doğal olarak güçlendirmiştir.
Genetiği değiştirilmiş organizmaların gerekliliğini savunan üreticilerin savları ise, genellikle, daha yüksek verimlilik, zararlılardan etkilenmeyen veya zararlıların etkisine daha az maruz kalmış en düşük hasarlı ürün elde edilmesi, hızla artan dünya nüfusu gibi konulardan bahsedilerek desteklenmektedir.
Çeşitli ürün yelpazelerinde yapılan deneyler sonucu alınan neticeleri savunarak, bu şekilde yapılan üretimin gelecekte tek çıkış yolu olarak gösterilmesi ve bunda ısrar edilmesi gibi, belki de kabul edilebilirliğini iyice zorlaştıran bir yaklaşımla sunulması, bu ürünlerin, şüphe edenleri tatmin etmekten uzak bir görünüme bürünmesini sağlamaktadır. Dünya Sağlık Örgütü araştırmalarında hastalıkların % 72 kaynağının beslenmeye bağlanması, bu açıdan baktığınız zaman ürkütücüdür. Bilimsel gelişmeye karşı çıkmak ve çeşitli buluşları reddetmek, düşünen üreten insan için asla mümkün değildir. GDO larla ilgili çalışmalar ve onları geliştirip insanlığa sunan modern moleküler biyoteknoloji şaşırtıcı bir hızla mesafe almakta, radikal bazı değişimleri de beraberinde getirip güncelleştirmektedir.
Son derece karmaşık, kontrolü güç, hassas ve titizlik gerektiren bir dizi teknoloji uygulamalarıyla elde edilen bu ürünler esas itibarıyla ‘genlerle oynamayı’ gerektirmektedir.
Tarihe baktığınız zaman mucitlerin yaşamlarını pek zengin olmadan sürdürdüklerini, başka bir deyişle, buluşların kabul edilmesinin öyle kolay bir iş olmadığını biraz da üzülerek izlersiniz. Çünkü teknoloji ve gelişme, sıradan insanlar için, takip edilebilir veya hemen algılanabilir konular değildir. Bir yeniliği takdim edersiniz.
Onlarca yıl geçtikten sonra değeri anlaşılabilir.
Geçen süre insanlık adına kayıp hanesine yazılması gereken ve paranın satın alamadığı tek şey olarak öne sürülen zamandan başka bir şey de değildir.
Son 25 yıl içinde ortaya çıkan genetiği değiştirilmiş ürünlerin de böyle bir süreç yaşaması son derece doğaldır. Bilim adamları ile sıradan vatandaşların aynı konuya çok farklı bakmaları normaldir, mümkündür. Arada ise diğer gelişmelerden farklı bir risk faktörü vardır. Söz konusu olan materyalin etkileyeceği ve belki de geri dönülemez hasarlara yol açacağı varlık, bizzat insanını ta kendisidir.
O halde, konu tamamen insan varlığının geleceği ile ilgilidir. Yanlış beslenmenin, sadece insanların oluşturduğu çevre kirliliğinin, doğal olmayan gıdaların, doğal olup da bilinçsiz yemek hazırlama metotları ile aslında yenmeyecek duruma getirdiğimiz gıdaların ve diğerlerinin insan varlığına yönelttiği tehditler gözden geçirilirse, geleceğimiz adına, her türlü teknolojik gelişmeyi daha çok araştırıp, ince eleyip sık dokumamız gerekmektedir.
Başka bir açıdan baktığımız zaman ise durum gerçekten çok ciddidir.
Aynı konuda, bilim insanlarının bu seviyede farklı düşündükleri ve taban-tabana zıt görüşlere sahip olarak ısrarcı tutum takınmaları olağan bir durumdan çok öte, gerçekte ise acıtıcıdır.
GDO lu ürünlerin Dünya Ticaret Örgütün’ün (DTÖ) baskıları ile bu kadar yaygınlaştırılması, doğal ürünler üzerindeki riskleri, ürünlere karşı çıkanların haklı çıkmaları halinde insanlık için, belki de bir felakete neden olabilecektir.
Savunma mekanizmaları çok güçlü çeşitli hayat formlarının, bu tür ürünlere direnemeyişleri, bu ürünlerin kuşku ile karşılanmasında en büyük etkenlerden biridir. Çünkü, insan organizması, kültür bitki zararlısı diğer canlılarla kıyaslandığı zaman, daha dirençsiz, daha büyük risk altındadır.
Etkilenmesi ise onlarca yıl sonra olabilmektedir. Sürekli yüksek oranda alkol kullanan insanda görülecek olan hasarlar, bazen 40-50 yıl sonra ortaya çıkmaktadır. Acaba yeni geliştirilen genetiği değiştirilmiş organizmaların etkisi kaç yıl sonra ortaya çıkacak veya insan genetiğini de etkileyerek kuşaklar arasında bir deformasyona neden olmayacağı nasıl garanti edilecektir?
Gen teknolojisi en başta, mısır, soya, patates, pamuk, kolza ve domates ürünlerini gündemine almış, yoğun olarak ülkemize girmeye başlamıştır. Son yıllarda yapılan spesifik araştırmalardan kamu oyuna bildirilen bir örneği sizlere sunmak, bir fikir vermesi açısından önemli olabilir.
Pancar şekeri tamamen doğal olan pancar bitkisinden elde edilmektedir.
Doğal yollardan, katkısız, sağlıklı şeker elde etmenin en garantili ve geçerli metodu budur. Ülkemizde kurulan fabrikalardan bazıları ise nişasta bazlı şeker üretmekte ve piyasaya sürmektedirler. Bu üretim biçiminde genellikle GDO lu mısırların yaygın olarak kullanıldığı ise çok yüksek bir ihtimaldir. Önceki yıllarda ortaya çıkan deli dana hastalığının artışı ile, insanlarda rastlanan ve hızla artan Alzheimer hastalığının büyük ölçüde GDOlu ürünlerle ilişkilendirilmesi, durumun zaman içinde yükselen bir tehdit boyutunun da olduğunu gözler önüne sermiştir.
GDOlu ürünler doğal olmayan çevre kirliliği oluşturmakta, diğer bitki formlarını etkilemekte, ekosistemi değiştirmekte ve önemli oranda sosyo-ekonomik sıkıntılar yaratmaktadır. Bir kısım ürünlerde ise baz olarak domuz geni kullanılıyor olması iddiası, işin başka yönüdür. Sağınıza solunuza baktığınız zaman rahatlıkla görebileceğiniz çeşitli allerji vakaları artışı, yine GDOlarla ilişkilendirilmektedir. Alınan toksik (zehirli) maddelerin tasfiyesi ise başlı başına sorun oluşturmakta, ortaya çıkan toksisite (zehirlilik) zor giderilebilmektedir. Antibiyotiklere direnç kazanmış patolojik (hastalık yapan) mikroplar, kanserojenik etkiler, besin değerlerinde görülen bozulmalar ve geliştiği saptanan beri-beri hastalığı da tabloyu genişletmektedir.
En çok dikkat çekmesi gereken konu ise, organik hallerindeyken hayatlarını bu ürünlerle sürdüren doğal bitki zararlıları, aynı bitkinin GDO’lu olanını ASLA YEMEMEKTEDİR.
Doğal ürünlerin öneminin arttığı günümüzde, sahip olduğu coğrafyası ile ve 12600 endemik çeşitliliği ile dünyanın önde gelen bir ülkesi olmamızın farkına varmamızın ve buna göre bir üretim modeli oluşturmamızın zamanı geldi ve geçiyor.
Kontrolsuz, denetimsiz, araştırma laboratuarları eksik ve yetersiz uygulamalarla çağın gerisinde kalarak bu tehditlerin üstesinden gelebilmenin mümkün görülmediği ülkemizde durum gün geçtikce daha vahim bir hal almaktadır.Var olan kaynaklarımızın altın değerinde fırsatlar sunduğu bu coğrafyada, risk oluşturmayan organik gıda üretiminden vazgeçerek, GDO lu ürünleri tercih etmenin, günümüz koşullarında, kendi-kendini tüketmekle eş anlamlı olduğu inancı ile, aziz milletimizin tüm insanlarına, sağlıklı, mutlu ve geleceğinden endişe duymayan bireyler olarak mutlu günler dilerim.
(*) Süleyman AKDEMİR:

1948 yılında Ankara’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Ankara’da tamamladıktan sonra A.Ü. Ziraat Fakültesinden mezun oldu. (1969) Almanya’da Goethe Enstitüsünde dil eğitimi aldı. Uzun yıllar ticaretle uğraşan Akdemir, imalât, ihracat ve gıda maddeleri bayiliği gibi çeşitli iş alanlarında faaliyette bulundu. Yurt içi ve yurt dışı araştırmalarını, mesleği gereği “Beslenme ve Koruyucu Hekimlik, Çevre Sağlığı” gibi alanlarda da sürdüren Akdemir’in; Kemalizm, Din, Sosyo-Ekonomik Sistemler ve Felsefe gibi alanlarda da yoğun araştırmaları vardır. “Tek Çare Kemalizm” Akdemir’in ilk kitabıdır.

Hiç yorum yok: