Türkiye için uygun anahtar mı?
Gökhan
Günaydın
Hızla artan nüfus, kuzey ve güneyin tarımsal üretim ve
beslenme kapasitelerinde giderek derinleşen eşitsizlikler, artan gıda
skandalları ve ağırlaşan çevre sorunları, yerkürenin geleceği ile ilgili
kaygıları daha da artırmaktadır. Çeşitli ülkelerde farklı biçimlerde uygulanan
tarımsal ve kırsal politikalar, her ne kadar yukarıda ana hatlarıyla verilen
sorunları çözme ya da en azından hafifletme iddiası taşısa da, bazen sorunları
ağırlaştırıcı işlevler üstlenebilmektedirler.
1958-1987 döneminde politikaları
Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan Avrupa Birliği’ne,
kırsal/tarımsal politikaların değişiminde iki temel belirleyici vardır: Dünya
kapitalist sistemindeki değişime Avrupa’nın iktisadî ve siyasî uyumuyla AB’nin
genişleme süreçleri. Bu iki belirleyicinin yarattığı yeni pozisyon alma
ihtiyaçları, Topluluğun kırsal/tarımsal politikalarına da yansımaktadır.
Birincisinden başlayalım. Dünya kapitalizminin Keynesci
Refah Devleti uygulamalarının tıkanması sonrasında neoliberal bir döneme
evrilmesi, etkilerini tüm politika alanlarında göstermiştir.
1958’de kurulan AET içinde geliştirilen ilk uluslarüstü
politika seti olan Ortak Tarım Politikası’nda, kırsal kalkınma konusu her zaman
çeşitli boyutlarıyla gündemde kalmış, dönemin gereksinimlerine uygun bir
şekilde oluşturulan politika araçlarıyla alan yönetilmiştir. Başlangıçta,
Topluluğun kırsal–tarımsal altyapı sorunlarını çözmeye yönelik bir anlayış
içinde kurgulanan kırsal kalkınma kavramı, “klasik” sorunlar çözüldükçe, diğer
boyutlarıyla gündeme taşınmış; hatta farklı sorunların çözümüne katkı sağlaması
için kullanılan bir araç niteliğine dönüştürülmüştür.
1958–1987 döneminde uygulanan klasik kırsal kalkınma
politikaları döneminde, tarımsal politikaların tamamlayıcısı olarak kurgulanan
ve uygulanan kırsal kalkınma politikaları Topluluğun öngördüğü kapitalist tarım
sistemi açısından olumlu sonuçlar üretmiş, hem tarım sistemi içinde kalanlar
hem de tarımdan tasfiye edilerek diğer sektörlere transfer edilen işgücü,
Keynesci Refah Devleti uygulamaları kapsamında görece yüksek refah düzeylerine
sahip olmuşlardır.
On beş üyeli Toplulukta, birkaç ülke hariç kırsal yol
ağlarının eksikliği, kırsal telekomünikasyon açığı, sulama – tarla içi geliştirme
hizmetlerinin yetersizliği, tarım işletmelerinin modernizasyon gereksinimi gibi
temel kırsal sorunların önemli oranda varlığını koruduğu söylenemez. Ortak
Tarım Politikası’nın (OTP) kuruluş dönemi ile Keynesçi kalkınmacı tarım
politikaları döneminde,1 bu sorunlar temel olarak aşılmıştır.
Yeni paradigma
Topluluk 1992’ye kadar toplam tarım finansmanının yüzde 1
ila yüzde 5’ini kırsal kalkınmaya özgülemiş ve bu politikalar tarımın
tamamlayıcı önlemleri olarak değerlendirilmişken, 1992’de temel bir dönüşüm
gerçekleştirilmiştir. Artık Topluluğun adı konmuş bir kırsal kalkınma
politikası bulunmaktadır ve bu alana ayrılan kaynak miktarı tarım bütçesinin
yüzde 5–15’i düzeyine yükselmiştir. Yeni kırsal kalkınma politikalarının
uygulandığı 1987 sonrası dönemde, kırsal kalkınma ile tarım arasındaki bağ
zayıflatılarak, daha çok mekâna ve sosyal yapıya yönünü dönmüş bir öznel
politika uygulamasına geçilmiştir.
Yeni paradigma, katmanlar halinde oluşmaya başlamaktadır
artık: OTP’nin piyasacı bir düzleme kayma gereği ve Berlin duvarının
yıkılmasından sonra şekillendirilen yeni genişleme politikaları. Kırsal
kalkınma kavramı, bu yeni paradigmaya uygun bir şekilde yeniden
biçimlendirilmeli, teorisi kurgulanmalı ve politika transferiyle “periferi”ye
aktarılmalıdır.
Bu bağlamda, önce kırsal kalkınma OTP’nin II. Sütunu haline
dönüştürülmüş, tarım politikalarının neoliberal yapıya ayak uydurması için
müdahale politikalarından uzaklaşma ve kırsal kalkınma politikaları
aracılığıyla “piyasa kurallarına uygun, ticareti bozmayan” destekleme
politikalarına dönüş sağlanmıştır.
Buna koşut olarak, “müdahale” sisteminin gerektirdiği yoğun
kaynak kullanımına dayalı politikalar yerine, II. Sütun üzerinde inşa edilen
kırsal kalkınma politikalarının öne çıkarılması, böylece I. Sütun olan müdahaleci
tarım politikalarının içinin boşaltılması yoluyla, Brüksel’den kaynak
transferini mümkün olan en az düzeye indirgeyen “yeni Avrupa tarımsal
modelinin” genişleme halkalarına tanıtılması işi gerçekleştirilmiştir.
Çevresel sürdürülebilirlik, kırsal ekonominin yaşamsallığı,
gıda kalitesi, hayvan sağlığı ve refahı standartları gibi konular yeni
politikanın meşruiyet temelleridir. Dünya Ticaret Örgütü kapsamında sürdürülen
tarım görüşmelerinde ortaya çıkan liberal yönelim yanında, genişleme sürecinin
mevcut OTP kuralları ile karşılanması durumunda Brüksel’in yapacağı harcama
düzeyinin yüksekliği, politika değişiminin gerçek temellerini oluşturmaktadır.
Gündem 2000 adıyla bilinen Mart 1999 reformu ve Haziran 2003 reformu, klasik
kırsal kalkınma politikalarından kopuşu temsil eden en önemli uğraklardır.
Nihayet 2007-2013 dönemi kırsal kalkınma politikaları da, bu çizginin devamı
şeklinde kendisini göstermektedir.
Çok vitesli / alacarte Topluluk
AB kırsal kalkınma politikalarının merkezdeki bu değişiminin
çevreye olan yansıması, genişlemelerle 28 ülkeye ulaşmış ve çok vitesli /
alacarte nitelik kazanmış Toplulukta, yalnız Topluluk dışı değil, belki de
öncelikle Topluluk içi bir analizi gerektirmektedir. Günümüzde AB coğrafyasının
yüzde 80’i kırsal alanlardan oluşmaktadır ve nüfusun yüzde 25’i bu alanlarda
yaşamaktadır. Feodal düzeni parçalayarak arkaik ilişkileri hızla çözen sanayi
çağının devrimci özelliği, Avrupa Kıtası’nın kır – kent ilişkilerini, mekânsal
özellikleri yanında, iktisadî ve sosyolojik boyutlarıyla da önemli ölçüde
değiştirmiştir. Bununla birlikte, ülkelerin sahip oldukları farklılıklar,
AB’nin kırsal yapılarını, sorun ve olanakları temelinde çeşitlendirmektedir.
Görece benzer gelişmişlik derecesine sahip AB–15 ülkelerini
kırsal alanlarının özellikleri bakımından gruplandırma çabasına girişildiğinde,
kırsal alanı benzer özellikler taşıyan merkezi AB ülkeleri (İngiltere, Almanya,
Fransa, Belçika, Avusturya, Luxemburg), kuzey ülkeleri (Hollanda, İsveç,
Finlandiya, Danimarka) ile İrlanda ve Akdeniz ülkelerinin (İtalya, Portekiz,
İspanya, Yunanistan) hem grup içinde hem de gruplar arasında çok farklı kırsal
alan özellik ve sorunlarına sahip oldukları görülür.
2004’te topluluğa katılan 10 ülkeden 8’i Merkezî ve Doğu
Avrupa ülkesidir. Ada ülkeleri olan Malta ve Güney Kıbrıs bir tarafa
bırakılırsa, diğer Merkezî Doğu Avrupa Ülkeleri (MDAÜ), sosyalist
geçmişlerinden kaynaklanan birtakım ortak kırsal özellikler taşımaktadırlar.
Bununla birlikte, coğrafi ve ekolojik koşulları bağlamında sözü edilen ülkeler
de kendi içlerinde gruplandırılabilirler. Baltık ülkeleri olan Estonya, Letonya
ve Litvanya alanlarının önemli kısmı ormanla kaplı küçük ülkelerdir. Çek
Cumhuriyeti, Slovak Cumhuriyeti, Slovenya, Polonya, Macaristan gibi yıllarca
aynı coğrafyayı ve kültürü paylaşmış ülkelerin kırsal kalkınma konusundaki yapı
ve sorunlarının benzerliğini doğal karşılamak gerekir. AB’ye 2013’te katılan
Hırvatistan da bu kapsamda değerlendirilebilir. Güney Kıbrıs ve Malta’nın, ada
ülkeleri olarak, kırsal kalkınma alanındaki sorun ve öncelikleri, diğer
ülkelerden oldukça farklıdır. 2007’de AB’ye katılan Bulgaristan ve Romanya’nın
kırsal yapısının özellikleri ve sorunları, nitel ve nicel olarak eski üye
ülkelerden önemli oranda farklılıklar göstermektedir.
O halde şu sorunun öncelikle yanıtlanması gerekmektedir: 28
üye ülkenin kırsal alan ve tarım yapıları bu denli farklılaşan Avrupa’da, kendi
içinde bir merkez – çevre ilişkisinden söz edilebilir mi? Bu bağlamda, örneğin,
İrlanda, Portekiz ve Yunanistan’ın kırsal yapısının geliştirilmesi için
kullanılan politika araçları ve finansman büyüklüğü, Bulgaristan ve Romanya
için sözkonusu olabilecek midir? Başka bir deyişle, 21. yüzyılın AB’si,
1950’ler ve ‘60’lar boyunca karşı karşıya bulunduğu ve güçlü tarım politikaları
içinde örülmüş bir kırsal kalkınma anlayışıyla aştığı sorunlarla bugün karşı
karşıya bulunan MDAÜ kökenli yeni üyelerine, içi boşaltılan bir tarım
politikası ve zarar görenler için onarım mekanizmaları içeren “geliştirilmiş
kırsal kalkınma politikaları“ transfer ederken, başka bir deyişle merkeze göre
daha düşük bir vites önerirken, temel politik amacı nedir? Hiç kuşkusuz bu
soru, müzmin aday Türkiye için de yanıtlanmaya muhtaç bir sorudur.
AB’nin “iç periferi”si olarak Türkiye
Türkiye 780 bin kilometre kare yüzölçümü üzerinde 76 milyona
yakın nüfus barındıran, 24 milyon hektarı işlemeli olmak üzere, toplam
yüzölçümünün yüzde 53.5’i oranında olan 41.5 milyon hektar tarım alanına sahip
olan ve halen üye olan ya da aday konumunda bulunan ülkeler arasında
Almanya’dan sonra en büyük ülkedir.
Türkiye’de 81 bine yakın kırsal yerleşmelerde, 23.8 milyon
insan yaşamaktadır. Köylerin yaklaşık yüzde 95’i 2000 ve altı nüfusa sahiptir.
Kırsal alanda yüzde 82 olan genel okuma yazma oranı, kadınlarda yüzde 73’e
düşmektedir. Kırsal yerleşimdeki kadınların yüzde 48’i doğum öncesi herhangi
bir tıbbî bakım almamaktadır. Üretici / çiftçilerin ezici çoğunluğu herhangi
bir sosyal güvenlik şemsiyesi altında bulunmamaktadır.
Tarım kırsal alanın başat ekonomik faaliyetidir. 2012 yılı
itibariyle sektörün ulusal gelirdeki payı yüzde 8.4, istihdamdaki payı yüzde 25
düzeyindedir. Kırsal alanda temel sosyal ve ekonomik altyapının önemli
eksiklikler barındırması, kırsalın hemen tek gelir getirici sektörü olan
tarımın hızla gerilemesi, kırsal yoksulluk boyutlarının hızla yükselmesi, tarım
ve orman alanları üzerindeki rant baskısının giderek artması, çevre kirliliği,
biyoçeşitliliğin risk altında bulunması, yaşlanan kırsal nüfusun eğitim
düzeyinin düşüklüğü gibi çok sayıda sorun alanı, Türkiye’nin karşısında bulunmaktadır.
Tarım sektöründe yaşanan gerileme bağlamında tarım fiyatları çökerken ülke
kendine yeterliliği yitirmekte, artan kırsal yoksulluk köylerden kentlerin
varoşlarına doğru yeni bir dalganın yönelmesine neden olmaktadır.
Bunun yanında, Türkiye’nin kırsal alanında, tarım toprağının
mülkiyetinin dağılımında son derece çarpıcı bir adaletsizliğin bulunduğu
görülmektedir. Yarı feodal düzenin zeminini oluşturan bu yapı, ağalık – beylik
sistemini ülkenin bazı yörelerinde hala yürürlükte tutmaktadır. Diğer taraftan
kapitalizmin elini uzatabildiği kırsal alanlarda kapitalist toprak sahipliği
egemen olmakta; çokuluslu şirketlerin alana girmesiyle yeni ilişkilenme
biçimleri ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’nin kırsal sorunları AB’nin merkez ülkelerinden
oldukça farklı, buna karşılık AB’nin “iç periferisi” niteliğindeki diğer
ülkelere benzer özellikler taşımaktadır.
Ulusal Kırsal Kalkınma Planı ve Stratejisi
1963’te AET ile Ankara Anlaşması’nı imzalamış, 1995’te
Gümrük Birliği’ne katılmış, 2005’te üyelik müzakerelerine başlamış olan
Türkiye, giderek ağırlaşan tarımsal ve kırsal sorunlarla karşı karşıyadır.
Son on yılda iç ticaret hadlerinin tarım aleyhine dönmesi
nedeniyle üreticinin işlemekten vazgeçtiği alan 3 milyon hektar olup, bu
büyüklük toplam işlenen alanın 1/7’sine denk gelmektedir. Küçük köylülüğün
hızla tasfiye edildiği ülkede, kırsaldan ve tarımsal üretimden kopan üreticinin
istihdam edileceği düzeyde bir sanayii / hizmetler sektörü gelişimi yoktur.
Kırsal peyzaj, kentleşme ve rant baskısı altında geri dönülmez tahribatlar ile
karşı karşıyadır.
Bu tablo içinde AB, Türkiye’yi kendi geliştirdiği kırsal
kalkınma menüsünden seçim yapma durumu ile karşı karşıya bırakmıştır. Seçilen
politikaların uygulanabilmesi için AB’nin genişleme halkasının özellikleri
uyarınca geliştirdiği katılım araçlarının öngördüğü yönetim ve finansman yapısı
öncelikle kurulacaktır. Bu bağlamda, AB kırsal kalkınma politikalarının
içselleştirilmesi işlevini üstlenmek üzere, Ulusal Kırsal Kalkınma Planı ve
Stratejisi hazırlanması zorunludur. Seçilen alanlarda uygulanan Projeler, eş
finansman yapısı altında, özel sektör, sivil toplum kuruluşları, yerel aktörler
ve yerel yönetimlerin etkin bir işbirliğiyle yaşama geçirilecektir. MDAÜ için
SAPARD Programı uygulanmışken, Türkiye’nin de içinde bulunduğu son genişleme
halkası için IPARD organize edilmiştir. Sorun yalnızca bu politika setinin
Türkiye kırsalının sorunlarını çözmek için uygun seçenekler sunma kapasitesinde
değil, diğer taraftan ülkeye ayrılabilecek kaynak miktarının, 2004’te Topluluğa
katılan 10 ülkenin nüfus ve yüzölçümü toplamına yakın olan büyük ülkenin
gereksinimlerini karşılamaktan hayli uzak olmasındadır.
Daha da ilginç olan, 40 yıllık planlama deneyiminde Beş
Yıllık Kalkınma Planları’nda kırsal sorunlarının saptanması ve çözüm önerileri
konusunda yazılanlarla Ulusal Kırsal Kalkınma Stratejisi içeriği arasında
önemli farklar bulunmaktadır. Hiç sürpriz olmayacak biçimde, Ulusal Kırsal
Kalkınma Stratejisi’nin hem stratejik amaçları, hem de bu kapsamdaki
öncelikleriyle IPARD ile arasında dikkat çekici bir benzerlik bulunmaktadır.
Kırsal alanın tarımdan koparılması
Bitirirken, iki ana düzlem üzerinde ilave düşünmenin gerekli
olduğunu ifade etmek isteriz. Bunlardan ilki AB kırsal ve tarımsal
politikalarının bizatihi Topluluğun kendisi için yarattığı etki, ikincisi ise
periferi üzerine etkileridir.
AB, rasyonelleştirdiği kapitalist tarım düzeni içinde, yeni
gıda ve çevre sorunlarına muhataptır. Şirketleşen tarım ve tasfiye edilen küçük
köylülük, geleneksel üretim ve kırsal komşuluk ilişkileri yerine maliyet –
verim hesabını oturtmuştur. Ekim nöbetine izin veren polikültür üretim yerine
sanayiinin gereksinimlerine göre tek tipleşen ve temel ürün sayısı 10’un altına
düşen bir üretim modeli baskınlaşmaktadır. Bu durum, toprak ve su kaynakları üzerindeki
baskıyı artırmakta, sürdürülebilir kaynak kullanımı alanında ciddi sorunlar
ortaya çıkmaktadır. Gıda skandalları sistemin ürettiği sonuçlar olarak yaşamı
tehdit etmektedir.
Dünyada neolitik devrimin başladığı topraklar olan Anadolu,
biyolojik çeşitlilik ve endemik bitki ve hayvan türleri varlığı açısından
önemli bir hazinedir. Gen bankası niteliğindeki Anadolu’nun yerli tohumlarının
ancak uzak köylerde ve tesadüflere bağlı olarak bulunabilmesi, ülkede yürütülen
tarım modelinin bir sonucudur. Avrupa’nın tohum alanındaki düzenlemesinin
Türkiye’ye aktarılması, ülkenin genetik potansiyeli açısından risk artırıcı
niteliktedir.
Kuralsız piyasa koşullarının egemenliği, ortalama 6 hektar
alanda tarım yapan köylü üretici emeğinin karşılık bulamaması sonucunu
doğurmaktadır. Girdi piyasaları tekelleşen ve giderek yükselen maliyetlerle
tarım yapmaya çalışan üretici, çıktı piyasalarında ezilmekte ve üretim
araçlarını kaybetmektedir. Küçük köylü iflasları Anadolu’nun sıradan
görüntüleridir. Sorunun çözümü, ortak piyasa düzenlerinin oluşturulmasından
geçmektedir. Oysa AB, tarım politikası setinde terk etmeye hazırlandığı bu
araçları Türkiye’ye transfer etme konusunda istekli görülmemektedir.
Bugün 76 milyon nüfusa sahip ülke, orta vadede 100
milyona yakın bir nüfus projeksiyonuna sahiptir. İşgücü piyasasına her yıl
katılan yeni ve genç nüfus, ithalata dayalı ve istihdam çağırma kapasitesi
sınırlı büyüme modeli içinde ağırlaşan sorunlar yaşamaktadır. Türkiye kırsalı
hızla boşalmakta, köylerde yalnızca yaşlı nüfus kalmaktadır. İş bulma umuduyla
kente yönelim, kent sorunlarını daha da ağırlaştırmaktadır. Küçük köylülüğü
tasfiye eden bir tarımsal/kırsal politika anlayışının, yukarıda çerçevesi
çizilen sorunların hafifletilmesine katkı koymayacağı açıktır.
Türkiye’nin kırsal alanının temel ekonomik faaliyeti
tarımdır. Bu bağlamda, tarımdan koparılmış bir kırsal alan politikasının ülke
için yararlı olma kapasitesi sınırlıdır. Ülke tarımının gereksinim duyduğu
kırsal altyapı yatırımlarının tamamlanması, öncelikli bir politika hedefidir.
Buna karşılık gerek IPARD, gerekse ülkenin merkezi ve yerel bütçesinden ayrılan
payların, bu yatırımların gereksinim duyduğu miktarın çok gerisinde olduğu
açıktır.
Toprak mülkiyeti alanında yaşanan adaletsizliklerin
düzeltilmesi, kırsal ve tarımsal alanların giderek yaygınlaşan amaç dışı
kullanımının engellenmesi, dağınık ve yeterli kamu hizmeti alamayan kırsal
yerleşim sorunlarının çözülmesi, AB kırsal politika setinde “seçimlik”
nitelikte yer almayan, ancak ülke için ciddi önem taşıyan başlıklar olarak
ortada durmaktadır.
Şurası açıktır ki, daha iyi bir Avrupa ve daha iyi bir
Türkiye için, daha iyi bir politik anlayış ve politika seti mümkündür.
1. Avrupa Birliği’nin kırsal ve tarımsal politikalarının
merkezi kapitalizmin dönüşümüne koşut biçimde değişiminin dönemlendirildiği bir
çalışma için bkz; Günaydın, Gökhan, Tarım ve Kırsallıkta Dönüşüm/Politika
Transfer Süreci/AB ve Türkiye, Tan Kitabevi Yayını, Ankara, 2010
----------------------------------------------------------
Doç. Dr. Gökhan Günaydın
1964 Amasya doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk, Anadolu Üniversitesi İktisat ve Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesini bitirdi. TODAİE Kamu Yönetimi Bölümünde yüksek lisans, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde doktora programlarını tamamladı. İzzet Baysal Üniversitesi İİBF İktisat Politikaları Anabilim Dalında yardımcı doçent olarak görev yaptı. 2010’ da makroekonomi doçenti oldu ve Ankara Üniversitesine geçti. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanlığı ve KESK Tarım Orkam-Sen Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerini üstlendi. Çok sayıda makalesi ve kitabı yayınlanmıştır. CHP Ankara Milletvekilidir.
1964 Amasya doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk, Anadolu Üniversitesi İktisat ve Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesini bitirdi. TODAİE Kamu Yönetimi Bölümünde yüksek lisans, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde doktora programlarını tamamladı. İzzet Baysal Üniversitesi İİBF İktisat Politikaları Anabilim Dalında yardımcı doçent olarak görev yaptı. 2010’ da makroekonomi doçenti oldu ve Ankara Üniversitesine geçti. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanlığı ve KESK Tarım Orkam-Sen Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerini üstlendi. Çok sayıda makalesi ve kitabı yayınlanmıştır. CHP Ankara Milletvekilidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder