29 Aralık 2011 Perşembe

yeni & önemli!......


gizli düşman, GDO & hormon lâneti,

"Onlar ulus için çalışmıyor!.."
Bilinç Üniversitesi, Galip BARAN
Bakan Eker'in GDO ve İTHALAT Yorumlarına Hayvan Hakları Savunucularından Tepki
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker'in Veliefendi Hipodromu'nda basına yansıyan GDO’lu mısırın yemlerde kullanılmasına ilişkin “Zarar verirse hayvana verir" ve canlı hayvan ithalatı ile ilgili sözlerine hayvan hakları savunucularından tepki geldi.
Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği (HYHKD), Bakan Eker'in yorumuna ilişkin "Bakan bir taraftan çiftlik hayvanlarının refahı ile ilgili yönetmelik çıkarıyor, bir taraftan da hayvana gelecek zararın önemli olmadığını söylüyor. Bu bakış açısı, hayvana bir canlı olarak değil, her şekilde sömürülebilecek bir mal gözüyle bakıldığının göstergesidir" diyerek tepki gösterdi.
"MACARİSTAN GDO'YU DEFEDERKEN TÜRKİYE TEŞVİK EDİYOR"
Tüm dünyada Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) konusunda önlemler alındığına dikkat çeken HYHKD'den Burak Özgüner, göstermelik de olsa Türkiye'de de tedbirsel girişimlerin olduğunu belirterek "GDO, masum olarak tanımlanabilecek ya da sağlık açısından küçümsenebilecek bir mevzu değil. Geçtiğimiz ay, Macaristan hükûmeti, GDO'lu tohumların ekildiği tüm tarlaları ve ürünleri tespit ederek imha etti, GDO şirketlerinin mal varlığına el koydu. Durum ne kadar vahim ki Macaristan'da böyle bir önlem alınıyor. Türkiye'de de biyogüvenlik konusunda mevcut olan bir mevzuat ve yetkili olan Biyogüvenlik Kurulu var, ne derece işler, orası tartışılır." dedi ve Bakan Eker'i GDO yorumu nedeniyle Çernobil felaketinin ardından halka radyasyonlu çay içilmesinde sakınca olmadığını söyleyen dönemin bakanına benzetti. 

İTHAL HAYVANLAR DA GDO'LU YEMLERLE BESLENİYOR
Bakan Eker'in “İthalatın başladığı Nisan 2010’dan beri kıyma fiyatı yüzde 17 düştü” sözlerini de eleştiren Özgüner, "Kilometrelerce ötedeki ülkelerden, binbir eziyetle Türkiye'ye anguslar getirildi. Bu eziyet, gizli çekimlerle belgelendi. Bu görüntüleri görünce derneğimiz de dahil olmak üzere birçok kuruluş, Bakanlığı canlı hayvan ithalatına son vermeye çağırdı. Ancak Bakanlık yazılı bir açıklama yapma tenezzülünde bile bulunmadı. O getirilen hayvanlar da GDO'lu mısırlarla, küspelerle, kimyasal yemlerle besleniyor. Mısır, yüksek protein içerdiği için besi hayvanlarına yedirilen yemlerin başında geliyor. Endüstriyel yetiştiriciliğe tabii tutulan milyonlarca hayvanın yem ihtiyacını karşılayan mısırların çoğu GDO'lu. Et fiyatı düşş olabilir ancak başta hayvanlara hem ithalattaki nakliyede, hem de yetiştiricilik esnasında bu kadar eziyet çektirmek, ardından da sağlık bakımından kalitesi düşük eti halka yedirmek ne derece ahlâklı?" dedi.
"HAYVANLARA LAĞIM, KAN YEDİRİLİYOR. BAKTIĞIMIZ HAYVANLARDA KANSER PATLAMASI YAŞIYORUZ"
Açıklamalarına devam eden Özgüner, "Besi hayvanlarına kimyasal yemlerin yanında lağım ve kan gibi artıkların da yedirildiğini biliyoruz. İnsanlar ne yediğini dahi bilmiyor. Önlerine gelen etin, zulümle bulanmış olması bir yana, insanlar et görünümünde başka bir şey yiyor aslında. Tüm dünyada et tüketimi, etik ve sağlık nedenlerinden dolayı düşüyor. Türkiye, et sevdasından vazgeçmezse bu sağlıksız tüketim, insanların başına bela açmaya devam edecek. Etçil oldukları için etle beslemek zorunda olduğumuz hayvanlarda son yıllarda muazzam bir kanser vakası artışı var" diye konuştu.
"BAKANI SAMİMİYETE DAVET EDİYORUZ"
Özgüner, "Çiftliğinden mezbahasına hayvancılığın her sürecinde hayvanlar, sömürüye ve zulme maruz kalıyor ama şunu da sormak lazım: Türkiye'nin yerli ırk potansiyeli biterken Bakanlık neredeydi de şimdi okyanus ötesinden Türkiye'ye hayvanlara zulmederek ithalat gerçekleştiriliyor. Bakanı samimiyete davet ediyoruz" dedi ve "Hayvanlara eziyetin ve 'ucuz et' adı altında insanlara sunulan sağlıksız beslenmenin vebalini Bakan Eker ödeyebilecek mi?" diye sordu.
Ekolojik (Organik, Biyolojik) Tarım
Ekolojik (Organik, Biyolojik) tarım yüksek girdi kullanımına dayalı endüstriyel tarımın insan sağlığı, ekonomi ve çevre açısından ortaya çıkardığı olumsuz sonuçların karşısında alternatif olarak ortaya çıkmış bir tarım sistemidir. Kaynakların en iyi şekilde kullanımına dayanarak yanlış uygulamalar sonucu bozulan doğal dengeyi korumayı amaçlayan ekolojik tarım sisteminde, sentetik kimyasal gübrelerin, ilaçların ve hormonların kullanımı yasaklanmıştır. Toprak verimliliği, hastalık ve zararlılardan korunmada uygun çeşit seçimi, ürün rotasyonu, bitki atıklarının değerlendirilmesi, yeşil gübreleme, organik atıkların kullanılması, hayvan gübresi ve biyolojik kontrol gibi yöntemler esas olarak belirlenmiştir.
Ekolojik tarım yüksek kaliteyi hedefleyen bir tarım sistemidir. Başlıca amacı toprak-bitki-hayvan ve insan arasındaki yaşam zincirinde üretim optimizasyonunu sağlıklı bir şekilde sağlayabilmektedir.
Ekolojik tarımla ilgili tüm ulusal ve uluslararası standartlar araziden rafa kadar ürünün izlediği tüm aşamaların kontrolünü ve sertifikasyonu zorunlu tutmaktadır. Sertifikasyonla, ekolojik ürün tüketerek hem sağlıklı yaşamayı hem de doğayı korumayı hedefleyen tüketicilere bir güvence verilmektedir. Ayrıca ekolojik üretim yapan üreticinin standartlara uygun üretimini belgelendirerek ispatlamasına ve ürününü hak ettiği değerde pazarlamasına imkan sağlamaktadır.

Organik Tarım Nedir?
Organik Tarım; üretimde kimyasal girdi kullanmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimidir. Organik tarımın amacı; toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden, çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumaktır. Organik tarımın geçmişi 20.yüzyıla dayanmaktadır. Zira çevre bilinci ve ozon tabakasındaki incelme ve dünya geleceğinin tehlikeye girmesi gibi konular gündeme gelmiştir.
Önceleri çok çeşitli yöntemler ve teoriler geliştirilmiş, hatta bu yöntemlere astrolojik boyutlar katılarak ay ve yıldızların etkisini de üretime katan ekoller ortaya çıkmıştır. Tüm bu ekoller incelendiğinde görülen temel öğe; ekolojik dengenin korunarak, bitkisel ve hayvansal üretimin birlikte aile işletmeciliği şeklinde yapılması, dolayısıyla üretimden tüketime kısa devrelerin kurularak kendi kendine yeterliliğin sağlanmasıdır.
Bu özelliği nedeni ile 1. ve 2. Dünya savaşları arasında popüler olan organik tarım 1950 yılından sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin Marshall yardımı ile önemini yitirmiş, sağlanan ekonomik katkılar ve aşırı desteklemeler sonucu entansif tarım süratle yayılmış, makineleşme, kimyasal ilaç ve gübreler ile kimyasal katkı maddeleri kullanılmaya başlanılmıştır. 60’lı yılların sonunda Avrupa Topluluğu'nun uyguladığı tarımsal destekleme politikaları, 1970 de pestisitlerin ve kimyasal gübrenin keşfi de bu gelişmeye katkıda bulunmuştur.
Ancak "Yeşil Devrim" olarak adlandırılan bu tarımsal üretim artışının dünyadaki açlık sorununa bir çözüm getirmediğini, aksine doğal dengeyi ve insan sağlığını süratle bozduğunu gören kişi ve gruplar bu konuda araştırmalara başlamışlardır. Bu araştırmaların sonucunda bilim çevreleri ve sivil toplum örgütlerinin baskısıyla 1979 yılından itibaren DDT grubu pestisitlerin kullanımı A.B.D.'den başlayarak tüm dünyada yasaklanmıştır. Bu durumda organik tarım tekrar gündeme gelmiş, 1980 yılından sonrada tüketicilerin baskısıyla aile işletmeciliği şeklinden çıkarak ticari bir boyut kazanmıştır. ABD'de 0-2 yaş grubu çocuk mamalarının imalinde organik ürünlerin kullanılmasını zorunlu tutan yasanın da bu ticari boyuta katkısını belirtmek gerekir.
Organik ürünler ticarete konu olunca beraberinde kontrol ve sertifikasyona ilişkin yasal düzenlemeler gündeme gelmiştir. Avrupa'da önceleri her ülke kendine göre bazı düzenlemeler yapmış, daha sonra 24 Haziran 1991 tarihinde Avrupa Topluluğu içinde organik tarım faaliyetlerini düzenleyen 2092/91 sayılı yönetmelik yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Ülkemizde organik tarım faaliyetleri 1986 yılında Avrupa'daki gelişmelerden farklı şekilde, ithalatçı firmaların istekleri doğrultusunda, ihracata yönelik olarak başlamıştır. Önceleri ithalatçı ülkelerin bu konudaki mevzuatına uygun olarak yapılan üretim ve ihracata, 1991 yılından sonra Avrupa Topluluğunun yukarıda adı geçen Yönetmeliği doğrultusunda devam edilmiştir. Daha sonra 2092/ 91 sayılı yönetmeliğin 14 Ocak 1992 tarihinde yayımlanan 94 /92 sayılı ekinde; Avrupa Topluluğuna organik ürün ihraç edecek ülkelerin uymak zorunda olduğu hususlar ayrıntıları ile belirtilmiş ve ülkelerin kendi mevzuatlarını uygulamaya koymaları ve bu mevzuatın da dahil olduğu çeşitli teknik ve idari konuları içeren bir dosya ile Avrupa Topluluğuna başvurmaları zorunluluğu getirilmiştir.
Avrupa Topluluğu'ndaki bu gelişmelere uyum sağlamak üzere Tarım ve Köyişleri Bakanlığı çeşitli kurum ve kuruluşların işbirliği ile Yönetmelik hazırlama çalışmalarına başlamış ve "Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik" 24.12. 1994 tarihli ve 22145 sayılı Resmi Gazete' de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmeliğin bazı maddelerinde uygulamada rastlanılan aksaklıkları gidermek ve organik tarım faaliyetleri sırasında yapılacak kusur ve hatalara karşı uygulanacak yaptırımların da yönetmelikte yer alması için, 29.06.1995 tarihli ve 22328 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik ile değişiklik yapılmıştır. Daha sonra 11.07.2002 tarihli ve 24812 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” yürürlüğe girmiştir. Organik ürünlerin üretimi, tüketimi ve denetlenmesine dair kanun tasarısı Hükümetin acil eylem planı içerisinde yer almış ve 5262 sayılı “Organik Tarım Kanunu” 03.12.2004 tarihli ve 25659 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu Kanuna gereğince hazırlanan “Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” 10.06. 2005 tarihli ve 25841 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Organik Tarım Kanun ve Yönetmelik esaslarına göre üretilen bitkisel ve hayvansal tüm ürünler organik olarak değerlendirilir ve Yönetmelikte ayrıntıları verilen etiket ve özel organik tarım logosu ile pazarlanır.
"Avrupa Topluluğuna Organik Ürün İhraç Eden 3.Ülkeler" listesinde yer almak üzere de gerekli bilgileri içeren bir "Teknik Dosya" hazırlanarak öngörülen süre içinde Dışişleri Bakanlığı kanalıyla resmi başvuru yapılmıştır
.
Organik Tarım

3 Haziran 2011 Cuma

Dr. Muzaffer Bumin & Aşkın Sürmeli, radyo programı

Soldan sağa: Hamdi Dağ, 
Yaşar YAKIŞ ve Dr. Muzaffer BUMİN
Sık İşlenen Toprak 
Zenginleşmez, Çoraklaşır

Sürdürülebilir Tarım Derneği Başkanı, Ziraat Yüksek Mühendisi Sürmeli, Sürdürülebilir Tarım Teknikleri ile Organik Ürün Üretimi panelinde, Toprağı işlemeden, uygun gübreleme ile su, tohum ve güneşle zenginleştirmek gerekir dedi.
Yüksek Ziraat Mühendisi Aşkın Sürmeli, yanlış uygulamalar nedeniyle tahrip olan toprağın verimsizleştiğini vurguladı; "Yanlış gübre kullanımı, toprağın sık işlenmesi ve bilinçsiz kentleşme toprağın değer kaybetmesine neden oluyor. Sık işlenen toprakta mikroorganizmalar üreyemiyor, toprak çoraklaşıyor" dedi.
Aşkın SÜRMELİ
Sürmeli, "Toprak işlenmeden, su, tohum ve güneşle zenginleşir" diye konuştu.
Sürdürülebilir tarım için yeni anlayışlar
Ziraat Mühendisleri Odası Mersin Şubesi, "tarımsal öğretimin başlamasının 157. yıldönümü" nedeniyle "Sürdürülebilir Tarım Teknikleri ile Organik Ürün Üretimi" paneli düzenledi.
Ziraat Yüksek Mühendisi Aşkın Sürmeli ve Ziraat Yüksek Mühendisi Dr. Muzaffer Bumin konuşmacı olarak katıldı.
Mersin Vali Yardımcısı Reşat Özdemir, Tarım İl Müdürü Zafer Nergiz, çiftçiler, ziraat mühendisleri, tarım sektörü temsilcilerinin izlediği panelin açılış konuşmasını, Ziraat Mühendisleri Odası Mersin Şube Başkanı İbrahim Yalın yaptı.
Yalın: Radikal önlemler şart
Yalın, "ekonomik sıkıntılar, yanlış politikalar ve uygulamalar nedeniyle güç duruma düşen tarım sektörünün ancak radikal önlemlerle kalkınabileceğini" söyledi.
Sektörün sorunlarını "tarımda kulaktan dolma bilgiler ve geleneksel üretim tarzı, tarımsal desteklerin Uluslar arası Para Fonu (IMF) direktifleriyle kaldırılması, ihtiyaçtan fazla ziraat fakültesi açılması" ile özetleyen Yalın, "Türk tarımı modern tarım politikaları, reel destek, çiftçinin bilinçlendirilmesi, yeni tarım tekniklerinin yaygınlaştırılması ve tüm bu çalışmaların ziraat mühendislerinin katkısıyla yapılması durumunda eski günlerine dönebilir" dedi.
Sürmeli: "Yanlış tarımsal üretim tahrip eder"
Yanlış tarım uygulamaları nedeniyle tarımsal üretimin doğayı tahrip ettiğini vurgulayan Sürmeli, "toprağı işlemeden üretim yapmak gerektiğini" söyledi.
"Dünyadaki karaların yalnızca yüzde 11.5'i tarıma uygun. Onun da her yıl yüzde 1.5'ini kentleşme nedeniyle kaybediyoruz" diyen Sürmeli, "toprağı işleyerek üretim yapmanın toprağın tarımsal özelliğini kaybetmesine neden olduğunu" vurguladı.
Sürmeli, şöyle konuştu:
* Kötü tarım uygulamaları hem toprağı tahrip ediyor hem de çevreyi. Küresel ısınma da kötü tarım uygulamalarından kaynaklanıyor.
* Ankara'da Ocak ayında 5 dereceyi geçmeyen sıcaklıklar, geçtiğimiz hafta 14-17 dereceye ulaştı. Marmara'dan başlayarak Balkanlar'daki iğne yapraklı ormanlar kuruyor. Dünya Ormancılık Teşkilatı kurumanın nedenini araştırıyor. Akdeniz'de bugüne kadar görülmeyen böcek ve zararlılar hastalıklara neden oluyor.
Yanlış gübre uygulamaları
* Sürdürülebilir tarımın üç faktörü toprak, tohum ve güneştir.
* Türkiye'de ilk gübre 1939'da kullanıldı, o günden sonra da yanlış gübre kullanımı nedeniyle verim kaybı yaşanmaya başladı.
* Üretici, ürünün parlak görünmesi için bol bol azotlu gübre veriyor. Bu çok yanlış. Yeni çıkan ürüne azotlu gübre verildiğinde, bitki bunun ancak yüzde 30'unu alıyor, geri kalanı topraktan yer altı sularına geçiyor, yer altı suları kirleniyor.
İşlenen toprak, özelliklerini yitirir
* Toprağın işlenmesi yanlış bir inanıştır. 1. Dünya Savaşı sonrasında işsiz kalan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) silah fabrikaları, hükümet desteğiyle tarım makineleri üretmeye başladı, bu makineleri pazarlayacak alana ihtiyaç duydu. Ondan sonra da "toprağın işlenmesi gereklidir" görüşünü ortaya attı. Bu Amerika'da bir doğa faciasına neden oldu. ABD'de toz bulutları yaşandı, alt üst edilip un gibi inceltilen toprak tahrip oldu.
* Bir santimetre toprakta 2 milyar mikroorganizma yaşar. Toprağın en üst katında en genç organizmalar bulunur. Oksijene ihtiyaçları vardır ama, güneşten etkilenmezler. Orta tabakada kısmen genç organizmalar vardır. En altta ise nem isteyen yaşlı organizmalar. Toprağı devirdiğinizde bu düzeni alt üst ediyorsunuz. Düzenin yeniden oluşması için 3 ay gerekli. Toprağı devirme işlemini sık sık yapınca düzen tamamen bozuluyor, mikroorganizmalar üreyemiyor ve toprak çoraklaşıyor.(NK)
STD Arşivi, Recep YILDIRIM  &  Mersin - Radyo metropol (17 Ocak 2003, Cuma)

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Organize Hayvancılık Bölgeleri kuruluyor
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Konya’nın Karatay ilçesinde Organize Hayvancılık Bölgesi kurulmasıyla ilgili kararın imzadan çıktığını açıkladı. Kararın çıktığını Dışişleri Bakanının açıklaması ne anlama geliyor

Değerli okur,
Organize hayvancılık Bölgelerinin kurulmasıyla ilgili açıklamayı Dışişleri Bakanı Davutoğlu yaptı. Bu açıklama, hayvancılık sektörünün de artık Türkiye’nin denetiminden çıkarılıp AB denetimine verildiğini gösterir. Öyle olmasa açıklamayı Tarım Bakanı veya Sanayi Bakanı yapardı. En azından Hükümet sözcüsü.
Önce ormanları koruma bahanesiyle köylünün elinden keçisi alındı. Ardından hayvancılık sektörü, ette ve sütte uygulanan ithalat, fiyat politikalarıyla zarar eder hale getirlidi. Köylü ve küçük işletmeci sektörün gidişine dayanamadı. Süt inekleri kasaba satıldı. Ülkede hayvan varlığı azaldı. Yıllar önce et ve canlı hayvan ihracatçısı durumunda olan Türkiye, kurbanlık koyununu bile ithal eder hale getirlidi.
Bu uygulamaların temel bir nedeni vardı: Hayvancılık sektörünü halkın elinden alıp, büyük sermayeye teslim etmek. Sektörü girdi ve damızlık açısından dışa bağımlı kılmak...
Cumhuriyetin kurulduğu yıllardan başlayarak özelleştirmelerin başlatıldığı yıllara kadar süren; köylünün kara ineğini yüksek verimli damızlıklarla ıslah ederek, gelirini artırma, hayvancıya veteriner desteği vererek sorunlarını çözme politikaları ortadan kaldırıldı. Terör gerekçesiyle köylü meralardan yararlanamaz hale getirlidi. Keçisi elinden alındı. Hayvancılık sektörünün belkemiği olan Yörük ve tüm köylülük hayvancılık yapamaz hale getirildi. Artık büyük sermayeye hayvancılık yapacak alanlar açmaya geldi sıra. Organize Hayvancılık Bölgelerinin kuruluşu böyle anlaşılmalıdır. Organize Hayvancılık Bölgeleri, "köylünün mezarına diliken taş" tır.
Küreselleşme sürecinde (Batıda buna Neoliberal Globalizasyon diyorlar) Türm üretim araçları halkın elinden alınacaktır. Üretim küresel sermayenin istediği yerlerde, onun göstergiği kişiler tarafından, onun öngördüğü miktarlarda yapılacaktır.
Halka ne mi olacak?
Halka da kimi iktidar kömür-makarna dağıtacak, kimi iktidar alış-veriş kartı verecek, kimi de onurunu korumak adına nakit para verecek. Bu şekilde küresel sermayeye sürekli el açar durumda tutulacak.
Güncel Mersin
Haber:
KONYA - Türkiye’nin ilk organize hayvancılık bölgesinin kurulması için süreç başladı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Konya’nın Karatay ilçesinde Organize Hayvancılık Bölgesi kurulmasıyla ilgili kararın imzadan çıktığını söyledi.
Davutoğlu, Aktif Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (AKTİSAD) Rixos Konya Otel’de düzenlediği, "Ekonomik ve siyasi istikrarın dış politikadaki yansımaları; hem kudretli hem şefkatli Türkiye" konulu konferansa katıldı. Türkiye’nin dünya sahnesinde daha aktif bir rol üstlenmeye başladığına dikkat çeken Davutoğlu, "Tarihten bazı aktörler çekiliyor, bazı aktörler tarihe giriyor. Biz tarihe giren aktörler arasında olmak zorundayız. Türkiye’nin mutlaka ve mutlaka bütün alanlarda temsil edilmesi gerektiğini düşünüyoruz" dedi.
Türk topluluğunun girişimci bir ruha sahip olduğunu vurgulayan Davutoğlu, bu girişimci topluluğun önünü açacaklarını belirterek, "Afrika’da 2 büyükelçilik daha açacağız. Toplam 30 büyükelçiliğimiz vardı, 32 olacak. İş adamlarımız nerede varsa biz oraya büyükelçilik açacağız" dedi.
İlk ’Organize Hayvancılık Bölgesi’ Karatay’da kurulacak
Çok güzel bir haberi paylaşmak istediğini de ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:
"Başlatılmış bir proje vardı. Bir süredir Sayın Valimiz ve arkadaşlar da takip ediyordu. Karatay’da Organize Hayvancılık Bölgesi kurulmasıyla ilgili karar imzadan çıktı. Bu kararla ilk defa Türkiye’de Organize Hayvancılık Bölgesi kurulacak. Ve bu bölgede 200 milyon dolar yatırım yapılacak. 18 bin 500 büyükbaş hayvan 21 bin dönüm alanda yetiştirilecek."
http://www.ciftlikdergisi.com.tr/turkiyenin-ilk-organize-hayvancilik-bolgesi-kuruluyor.htm


5 Mayıs 2011 Perşembe

çalışma grupları

Özer TOPSES, Gnl. Sekreter

STD
SÜRDÜRÜLEBİLİR VE EKOLOJİK TARIM DERNEĞİ ÇALIŞMA GRUPLARI
Yönetim Kurulumuz, 30 Nisan 2011 tarihli toplantısında aşağıdaki çalışma gruplarının tespitini yaparak onaylamış ve oluşturulan gönüllü çalışma grubu uzmanlarının CV / özgeçmişlerinin alınmasını ilgili kurum ve kuruluşlara bildirilmesine, derneğimizin web sitesinde yayınlanmasına karar vermiştir.
1. Proje Çalışma Grubu:
Özer Topses; Grup Sorumlusu         Genel Sekreter / Ziraat Mühendisi
Prof. Dr. Ata Utku Akçil                  Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi
Prof. Dr. Bülent Gülçubuk               Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Doç. Dr. Cem Özkan                        Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Prof. Dr. Ayşe Baysal                      Hacettepe Üniversitesi
Prof. Dr. Hikmet Pekcan                  Hacettepe Üniversitesi
Doç. Dr. Emine Didem Evci             Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Dr. Muzaffer Bumin                         Ziraat Yüksek Mühendisi
Aşkın Sürmeli                                   Ziraat Yüksek Mühendisi
Öznur Şahin                                       Öğretim Görevlisi
Başar Nacır                                       Turizm ve Çevre Danışmanı / Uzman
2. Eğitim Çalışma Grubu:
Dr. Nermin Akyıl                              Ziraat Yüksek Mühendisi
Gül Sürmeli                                       Ziraat Yüksek Mühendisi
Nizamettin Bekaroğlu                      Öğretim Görevlisi
Aşkın Sürmeli                                   Ziraat Yüksek Mühendisi
Dr. Muzaffer Bumin                         Ziraat Yüksek Mühendisi
3. Tanıtım ve Propoganda Grubu:
Mustafa Nevruz Sınacı                     Araştırmacı / Gazeteci – Yazar
Belgin Özer                                       Bolu Fidan Üreticileri Birliği Başkanı
4. Mali Koordinatör:
Turgut Önder                                    Finansal Yatırım Uzmanı
5. Marketing – Pazarlama Koordinatörü:
Sürmeli Tarım A.Ş. – (Weesorb)      Duran Bozkurt

30 Nisan 2011 Cumartesi

Sıfır Faizli Hayvancılık Faciası!..

sifir-faizli-hayvancilik-faciasi
Bir yatırım yapılmaya başlanmadan önce fizibilite (olabilirlik) raporu hazırlanır. Hayvancılık yatırımında fizibilite hazırlanabilmesi için inşaat mühendisine, mimara, zeotekniste, endüstri veya makine mühendisi, elektrik mühendisi, veteriner hekime ve ekonomiste veya tarım ekonomistine ihtiyaç var.
Mimar, kurulması öngörülen yatırımın arazisine mimari planı çizerek oturtur. İnşaat mühendisi, cinsine göre beslenecek hayvan kapasitesine göre inşaatın maliyetini hesaplar, planını çizer, bu plana göre makine mühendisi veya endüstri mühendisi makine ve ekipmanın yerleşim planını çizer. Veteriner Hekim bir yıllık veteriner hizmet bedelini hesaplar. Zooteknist,  hayvan cins ve yaşlarına, hayvanın niteliğine göre yıllık yem tüketimini, elde edilecek canlı ağırlık et ve çiğ süt miktarını hesaplar.
Hayvancılık yatırımında işin can alıcı kısmı ekonomist veya tarım ekonomistinindir. Yukarıdaki tüm teknik elemanlardan hesaplamalar geldikten sonra ekonomist hayvan canlı ağırlık fiyat rayiçlerini piyasadan elde eder.  Yani ekonomik kesim ağırlığına gelen hayvanların canlı ağırlık fiyatlarını piyasadan öğrenir.
Aylık elektrik, su , işçilik, yem giderlerini hesaplar. Bulduğu aylık giderleri hayvanların çiğ süt üretecek zamana kadar toplar. Diyelim ki işletmeye 2-3 aylık gebe düve alınmış olacak ise 6 ay gelir olmaksızın devamlı olacak gideri hesaplar. Bu arada çiğ süt satın alım fiyatını da 70 kuruş olarak elde etmiştir.
Yatırım bitip hayvanlar işletmeye konulduktan sonraki 6 aylık süreklilik arz edecek giderlerin toplamını da hesaplar.
Artık, sıra, gelirlere gelmiştir. Ekonomistimiz, veya tarım ekonomistimiz her hayvanın (holştain olsun diyelim) gelirini hesaplarken holştain hayvanın literatürdeki laktasyon (doğum başlangıcı ve bu başlangıcı takip eden 300 gün) verimi kabul edilen 6000 litre çiğ süt kabulü ile çiğ sütün 70 kuruşunu çarpar.  Buluğu sonuç 4200 TL’yi işletmedeki toplam hayvan sayısı ile çarpar. Her yıl için bir buzağı elde edileceğini ve bu buzağılarının % 60’ının erkek olacağı var sayımı ile 22-24 ay sonra kesime geleceği var sayımı ile şimdiki canlı hayvan fiyatlarından hesaplama yaparak kasaplık canlı hayvan gelirini bulur. Buzağıların % 40’ının dişi olacağı var sayımı ile dişi buzağılardan oluşacak gebe damızlık düve gelirinin ne kadar ve hangi yılda veya kaçıncı aylarda gerçekleşeceğini hesaplar.
Gelir gider tabloları 0 (sıfır ) faizli kredinin miktarı milyon TL de olsa  2 yılı ödemesiz 5 yıl vadeli banka kredisini oluşacak kasaplık hayvan ve gebe damızlık düve geliri güya ödeyecektir.
Böyle hazırlanan hayvancılık fizibilite kredisinin Ziraat Bankası taliplilerine açmaktadır.
Böyle hazırlanan fizibilitede yazılmayan gerçekleri de Ziraat Bankası’nın kredi uzmanları maalesef onay vermelerinin sebebi ziraat bankasının bir devlet kuruluşu olması dolayısı ile iktidardan emir almasındandır.
Bu fizibilitede bir değil birkaç  facia gizlenmektedir. Birincisi,O da bankacılık ölçütlerine göre satışa konu olan emtialardaki (çiğ süt-et) istikrarın olmayışıdır.  Çiğ süt satın alım fiyatlarının 70 kuruş olma sürekliliğini sağlayacak bir serbest piyasa ekonomisinin veya çiğ süt satın alımlarında gerçekçi bir fiyat istikrar düzenin olmayışıdır. Bu düzeni serbest piyasanın değil tek satın alıcı konumunda olan süt sanayicileridir.
Bu fizibilitelerde ikinci facia ise holştain cinsi süt ineklerinde laktasyon ortalamasının reel anlamda 6000 litre olmayıp gerçekçi bir holştain laktasyon ortalamasının ülkemizde bulunmayışıdır. Ülkemizde cins ayırımı yapılmaksızın süt ineği başına yıllık verim ortalaması 1700 litredir. (Tarım Bakanlığı verileri)
Bu fizibilitede üçüncü facia yeni kurulacak işletmelere gebe düve nakillerinde buzağı düşüklüğü, erken doğan buzağı ölümlerinin, hatta nakliyede sakatlanma oranlarının ortaya konulmayışıdır. Nakillerde buzağı düşüklüklerini, nakil sonrasında da buzağı düşüklükleri ve ölümlerini Tarsim sigortası işletme sahibine tazmin ediyor ise de bunların işletme için zaman kayıpları olduğu gerçeği unutulmaktadır. Tarsim ölen süt ineğinin, gebe düvenin kendisinin bedelini tazmin ediyor olsa da süt ineğinin, gebe düvenin olası gelirini ödemiyor olması ve bunun gelir risklerinin fizibilitede olmaması işletme sahibi için bir faciadır.
İşte çiğ süt fiyatları 2010 Aralık ayında 70 kuruş iken 50 kuruşa süt sanayicileri tarafından 2011 Ocak ayında düşürüldü
Ziraat Bankası 0 (sıfır ) faizli hayvancılık kredilerinde ‘’ sektörde tecrübeli’’ olanları tercih ediyormuş.
Ziraat Bankası’nda 1985-1990 yılları arasında hayvancılık kredisi kullandıran uzmanlar halen çalışıyor olsalardı ‘’ biz bu filmi gördük ‘’ diyeceklerdi.
İktidarın hayvancılık politikalarında et, canlı hayvan ithalatı, çiğ süt satın alımlarında süt sanayicilerine teslimiyetçilik sürdürüldüğü takdirde;
Şimdi sıfır faizle kurulan hayvancılık işletmeleri kredi borçlarını ödeyemez duruma gelip ziraat bankasının haciz uygulaması ile yapılabilinecek satışta hiç kimse alıcı olmayacağından bu işletmeler ziraat bankasının uhdesine % 40 değerinden geçecektir. İşletme sahibi de işletme değerinin % 60’ı kadar bir meblağı bankaya borçlu kalacaktır. Yıllarca Ziraat Bankası kendi uhdesine geçecek bu işletmeleri korumak için bekçi parası verecektir.
Sahi 1985-1990 yılları arasında Ziraat Bankası’nın teşvikli hayvancılık kredilerinin ne kadarı geri döndü, ne kadarı battı. Biz bu rakamları bilmiyoruz. Bildiğimiz: Sadece Ankara’ da toplam 50 bin başlık işletmelerin, işletmeciliği sürdüremeden Ziraat Bankasının haciz takibine uğrayarak boş kaldığıdır, ziraat bankasının alacağını tahsil edemediğidir. Hazine parasının batırıldığıdır.
Şimdi de hem hayvancılığımız hem de milletin paraları batırılıyor.
Biz bu filmi görmüştük!
Mesleğimiz gereği tekrar seyrediyor ve zarar ettiriliyoruz!

20 Nisan 2011 Çarşamba

III.Olağan Genel Kurulumuz ifa ve icra edildi.

STD
SÜRDÜRÜLEBİLİR VE EKOLOJİK TARIM DERNEĞİ 3. OLAĞAN GENEL KURULU TOPLANTISI DİVAN TUTANAĞI
31.03.2011 / Perşembe        
Saat: 16:00
Derneğin 3. seçimli olağan genel kurul toplantısı için (ikinci toplantı) 31 Mart 2011 tarihinde ve saat 16:00’da dernek merkezi Bayındır sok.  No: 37 / 10   Kızılay / ANKARA adresinde yapılmaya davet edilen üyelerden 23’ünün katılımıyla başlandı. Açılışı yapmak üzere Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Dağ söz aldı. Derneğin kurulduğu tarihten bugüne kadar gerek ülkemizin, gerekse derneğin tarım politikaları çalışmaları konusunda bilgiler ve görüşler sunarak günümüzde sivil toplum hareketinin önemini anlattı. Maddi ve manevi sıkıntılarla bugüne gelindiğini fakat toplumun bilinç düzeyinin gelişmesine ve kamuoyunun bilgilendirilmesini arzu ettiklerini, sosyal sorumluluk da duyarak derneğimizin önderliğini devam ettirmesinin faydalı olacağını ifade etti. Buna rağmen siz kıymetli üyelerin desteğiyle SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIM hareketinin devam edeceği ve etmesi gerektiğini vurgulayarak başta üyelerimize, topluma, resmi kurum ve kuruluşlar ile tüketici ve üreticilere teşekkür etti. Bürokratik, klasik sivil toplumculuğun pek faydalı olmadığı kanaatiyle çok fazla üyeye sahip olalım, büyük gözükelim gibi düşünceler taşımadığımızı ve dolayısıyla teori – pratikte uzmanlaşarak; modern yeni teknikleri, bilgileri yerel ve evrensel ölçüde Türk toplumunun her kesimine sunulması gerektiğini bildirerek bu genel kurulda alınacak kararlarda bilhassa derneğin yaşamasının devamına karar verilmesi yönünde olacağını ümit ediyorum dedi ve toplantıya geçildi.
Gündemin birinci maddesi: Toplantı divanı oluşturulması için üyelere soruldu. 
Gösterilen adaylar arasından Turgut Önder divan başkanlığına, Emin Öğüt başkan yardımcılığına, İbrahim Sarıer ve Abdulvahap Karataş ise yazman üyeliğe oybirliğiyle seçildiler.
Gündemin ikinci maddesi: Gereği saygı duruşu yapıldı.
Gündemin üçüncü maddesi: Yönetim kurulu dönem faaliyet raporu Genel Sekreter Özer Topses tarafından okunarak üyelere dağıtıldı. Divan başkanı rapor ile 2008 – 2010 dönemine ait gelir – gider hesaplarını ve bilançoları müzakereye açtı. Hesaplar arasında aşırı fark olmadığı görüldü. Mali durum ve faaliyet raporu konusunda derneğin kurulduğu tarihten 31.12.2010 tarihine kadar geçen süreçte toplam gelirlerin 7406.00 TL., giderlerin ise 7301.54 TL. olduğu 2011 yılına 104.46 TL. müspet devirle girildiği görülerek üyeler de bu duruma memnuniyetlerini bildirdiler.
 Gündemin dördüncü maddesi: Denetim kurulu dönem faaliyet raporu üyelerden Üzeyir Bilen tarafından okundu. Üyelerce müzakere edildi. 2008 – 2009 dönemi gelir ve gider hesapları ile döneme ait bilançolar genel kurulun bilgisine sunuldu.
Gündemin beşinci maddesi: Yönetim ve denetim kurulu raporları, 2008 – 2010 dönemine ait gelir ve gider hesapları ile döneme ait yıllık bilançolar ve raporlar yapılan müzakerelerden sonra toplantı divanı başkanı tarafından genel kurulun ibrasına ayrı ayrı sunularak oybirliğiyle ibra ve kabul edildi.
Gündemin altıncı maddesi: Derneğin yaşamına devam edip etmemesi konusu müzakereye açıldı. Ofis kirası, iletişim ve ulaşım faaliyet giderleri ile diğer masraflarının karşılanmasında zorluklar ve sıkıntılar olmakta olduğundan bahisle zor da olsa  şimdilik belli bir süre daha yaşamasına ve devamına üyelerin oybirliğiyle karar verildi.
Gündemin yedinci maddesi: 2011 – 2013 dönemi tahmini bütçe taslağının 2011 yılına ait olanı (Genel giderler 800 TL., ulaşım giderleri 700 TL., temsil giderleri 400 TL., haberleşme 500 TL., kırtasiye giderleri 300 TL., diğer giderler 100 TL., toplam 2800 TL.) olarak oybirliğiyle kabul edildi. Buna göre 2011 yılına ait gelir tahmini bütçesi de 2800 TL. olarak oybirliğiyle kabul edildi. 2012 – 2013 dönemine ait tahmini bütçeler yönetim kurulunca yapılması uygun görülerek oybirliğiyle kabul edildi.
Gündemin sekizinci maddesi: Divan başkanlığına verilen önergeyle yönetim ve denetim kurulu seçimlerinin açık oylama ile yapılması önerildi. Divan başkanı önergeyi genel kurulun oyuna sundu. Yapılan oylama sonucunda oybirliğiyle önerge kabul edildi. Yönetim ve denetim kurulu asil ve yedek üyelerinin seçimlerine geçilerek adaylar soruldu. 
Gösterilen adaylar arasında çarşaf liste yapılması oybirliğiyle kabul edildi. 
Yapılan çarşaf listeye göre oylama yapıldı ve oybirliğiyle kabul edildi. 
Buna göre yönetim kurulu asil üyeliklerine: 
Hamdi Dağ, Özer Topses, Abdulvahap Karataş, Başar Nacır, Yusuf Tuna, Necla Bilgen, Dr. Muzaffer Bumin oybirliğiyle seçildiler. 
Yönetim Kurulu yedek üyeliklerine, sırasıyla: 
Emin Öğüt, Turgut Önder, Ülker Pamuk, Aşkın Sürmeli, Süleyman Bagatur oybirliğiyle seçildiler. 
Denetleme Kurulu asil üyeliklerine: 
Üzeyir Bilen, Mustafa Öztürk, Salih Arık seçildiler. 
Denetleme Kurulu yedek üyeliklerine, sırasıyla: 
Sami Demirkıran, İbrahim Şimşek, Mehmet Şimşek, oybirliğiyle seçildiler.
Gündemin dokuzuncu maddesi: Üyeler dilek ve görüşlerini anlattılar. Bazı üyeler ise derneğin yaşamasının idealimiz, sosyal sorumluluğumuz ile ülkemize ve toplumumuza karşı faydalar sağlaması açısından devamının sağlanmasında gönüllülük ve fedakarlık yapan yönetim kuruluna teşekkür ettiler. Divan başkanı aleyhte görüşlerin olup olmadığını sordu. Aleyhte görüşler olmayınca toplantıyı sonlandırmak üzere teşekkür etti ve oturumu kapattı. 
(31.03.2011 / Saat 18:00)
Turgut Önder            Emin Öğüt          İbrahim Sarıer       Abdulvahap Karataş

23 Şubat 2011 Çarşamba

Tarım Mumyaları: Çin Tezlerini Sarsan 3 Bin Yıllık Dolan Güzeli Uygur Türklerinin Yeni İdolü

Tarım Mumyaları: Çin Tezlerini Sarsan 3 Bin Yıllık "Dolan Güzeli" Uygur Türklerinin Yeni İdolü
 Kılıç Kanat- (ABD) - (*)      
ABD’deki bir sergiden Çin Hükümeti’nin geri çektiği “Dolan Güzeli” mumyası, Çin ile Uygurlar arasında süren tarihi miras tartışmasını alevlendirdi. Olayın başlangıcı 1978 yılında Doğu Türkistan’daki Tarım havzasında bir grup arkeologun bulduğu bozulmamış 3 bin yıllık mumyalara dayanıyor. Çin’in bu bölgeye gelişi İÖ ikinci yüz yılda başlıyor. Ancak Uygurlar Tarım bölgesinde kendi kültür köklerinin iki bin yıl öncesine uzandığı görüşünde. Mumyalar arasında bulunan güzel genç kadına “Dolan güzeli” adı verildi. Bu güzel kadın, 3 bin yıl öncesinden uzanıp Çin’in bölgeye dönük milliyetçi tezlerini sarsmayı başardı.
Sebald denemelerinin yer aldığı Campo Santo kitabında Korsika’da ziyaret ettiği bir mezar yerini tasvir ederken mezartaşlarının diziliş sırası ve biçimi ve mezartaşları üzerindeki detayları uzun uzadıya anlatır. (W.G. Sebald 2001’de 57 yaşında otomobil kazasında ölen Alman yazar. Türkçeye “Göçmenler” ve “Austerlitz” adlı kitapları çevrildi.) Ancak Sebald’a mezarda en çarpıcı gelen unsurların başında o mezar yerlerine gömülen ölülerin yattıkları toprak parçasına ne kadar güçlü bir şekilde sahip çıktığı gelir.
Bölgede yaşanan düşman işgalleri, siyasi baskılar ve mübadeleler Piana mezarlığında yatan ölüleri ne yerlerinden edebilmiş, ne de yaşayanların aksine sürgüne gönderebilmişti. Ayrıca, bölgeyi yıllar boyunca ele geçirmeyi başaran hiçbir güç de orada yatan ölülerin yattığı yerde hak iddia edememişti. Bu sebeple ölüler çoğu zaman yaşayanlardan çok daha fazla topraklarına sahip çıkmış ve bölgeyi ele geçiren güçlerin başedemediği bir meşruiyet krizi yaşatabilmişti.
ABD medyası Tarım mumyalarını tartışıyor
Son haftalarda özellikle Amerikan medyasında yeniden canlanan Tarım mumyaları tartışması aslında Sebald’in yazdıklarını hatıra getiren cinsten bir olay. Çin devletinin mumyalar karşısında yaşadığı kafa karışıklığı ve acziyet ifade eden çırpınmaları Sebald’ın bahsettiği gibi sadece birkaç ölünün bile dünyanın süper gücü olma rüyaları görmeye başlayan koca bir devletin tarihsel dayanak ve meşruiyetini ne şekilde sarsabileceğini gözler önüne seriyor.
Mumyaların ve geçtiğimiz ay içinde yaşanan tartışmaların öyküsü 1978 yılında bir grup arkeoloğun bugün Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde olan Doğu Türkistan bölgesinin Tarım havzasında yaptığı kazılar sırasında yüze yakın mumya ile karşılaşmasıyla başlar.
Mumyalar bölgedeki kuru iklim ve kum fırtınaları sebebiyle doğal yollarla en iyi şekilde muhafaza edilmiş ve özellikle yüz hatları ve kıyafetleri uzmanları oldukça şaşırtmıştı.
Mesela iki metre uzunluğunda olan erkek mumyanın üstünde tarihin en eski pantolonu bulunuyor ve çocuk yaşlarda öldüğü tahmin edilen başka bir mumya ise daha önce eşine az rastlanan bir dokuma beze sarılı bir biçimde yatıyordu.
Mumyaların bulunmasından sonra yaşanan şaşkınlık ve keşif heyecanını takip eden günlerde mumyalar yeni bir tartışmanın merkezine oturdu.  Bu mumyalar binlerce yıl öncesine ait olması bakımından bu bölgenin tarihi ve yerlileri hakkında önemli ipuçları sunabilirdi.
Çin tarih tezleri paramparça oldu
O zamana kadar Çin resmi makamlarınca ortaya konan tarihsel tezlerde, Doğu Türkistan toprakları en eski zamanlardan bu yana Çinli halkların yerleşmiş ve yaşamış olduğu bir toprak parçası olduğu öne sürülüyordu. 
Bu resmi tarih tezine göre bölgeye  ilk kez milattan önce ikinci yüzyılda Çinli bir general tarafından ulaşılmış ve bu topraklarda yerleşilmeye bu dönemden sonra başlanmıştı. Dolayısıyla bölgenin gerçek sahibi ve yerlileri Çinli topluluklardı ve Uygurların hak iddia etmelerinin tarihsel bir dayanağı yoktu.
Ancak bu tezler mumyaların bulunmasından sonraki ilk aylardan itibaren ciddi bir darbeye uğradı. Herşeyden önce mumyalar tahminen 3000 yıl kadar öncesine gidiyordu ki bölgenin Çin tarafından öne sürülen tarihsel başlangıç noktası yanlışlanmış oluyordu.
Dahası ilk bakışta göze çarpan mumyaların fiziksel özellikleri mumyaların Çinli toplumlara ait olmadığını açıklıkla ortaya koyuyordu. Mumyalar göz ve burun özellikleri ve vücut yapısı bakımından Çin toplumlarının ırki niteliklerinden tamamen ayrılıyordu.
Uygurlar mumyalara sahip çıkıyor
Bu noktada mumyalar üzerinde yürütülen tartışmaya bölgede yaşayan Uygurlar dahil olmaya başladı.  Baştan beri Çin’in tarihsel iddialarını kabullenmeyen Uygur halkı için bu mumyalar önemli bir araçtı. Her ne kadar ilk zamanlarda mumyalar üzerinde gen  çalışma taleplerine Çinli yetkillerce izin verilmese dahi  mumyaların Çinli olmaması Uygur halkı için yeterince önemli bir bulguydu.
Uygurlar için Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan topraklarının ezelden beri Çin toprağı olduğu iddiasına karşı önemli bir kanıt elde edilmişti. Bölgede yaşayan Uygur milli tarihçilerinin bu mumyalar üzerinden yeni tarihsel iddialar ortaya koymaya başlaması üzerine ani bir kararla Çin hükümeti mumyalarla ilgli her türlü bilimsel araştırmayı yasaklar. 
Ancak bu sırada Çin yetkillerinin hiç de istemediği bir olay gerçekleşir ve konu yabancı basın tarafından da gündeme getirilmeye başlanır.
Pensilvanya Üniversitesi Çin Dili ve Edebiyatı  öğretim görevlisi olan Victor Mair, 1989 yılında Doğu Türkistan’da bir müzede gezerken tesadüfen müzenin arka odalarından birinde bu mumyalara rastlar. Mair, Asya kıtasındaki en önemli arkeolojik buluş olarak tanımladığı bu mumyaların öyküsü üzerine çeşitli çalışmalar yaptıktan sonra Tarım Mummies adlı bir kitap da kaleme alır.
Konuya olan ilginin artması ve özellikle bu mumyaların arasından en meşhuru olan ‘Dolan Güzeli’ hakkında araştırmaların yoğunlaşması üzerine Çinli yetkililer bazı önlemler alarak bu iddiaları çürütmeye çalışır.
Çin araştırmaları engellemek istedi
Alınan önlemler arasında resmi tarih tezlerinin propagandası yanında bazı polisiye tedbirler de vardır. Örneğin mumyalar ile ilgili araştırmaları engellenmek için daha önce verilen izinler de iptal edilerek araştırmacıların bulgularına el konulmaya başlanır. 
Mair’in yaptığı çalışmalar ve daha sonra başta National Geographic olmak üzere konunun ilgililerinin bölgeye yaptığı ziyaretler ile mumyalar kısa zamanda dünyaca üne kavuşur.
"Dolan Güzeli" Sembol oldu
Özellikle de Dolan Güzeli adı verilen kadın mumya tüm bu mumyaların sembolü haline gelir. Bu mumya aynı zamanda Çin’in bölge ile ilgili iddiaları karşısında Uygurlar için önemli bir simgeye dönüşür. Mumyanın resimleri ve bilgisayar üzerinden yaratılan illustrasyonları sıkça kullanılmaya ve Dolan Güzeli için şarkılar yazılmaya dahi başlanır. 
Daha sonraki yıllarda farklı grupların mumyalar üzerine yaptıkları çalışmalardan çıkan sonuçlar Çin resmi tarihindeki Çin medeniyeti algılaması konusunda daha fazla soru işaretleri ortaya çıkmasına sebep olmaya başlar.
Mesela Çin resmi tarihindeki Çin medeniyetinin tarihsel dönüşümünün son derece nevi şahsına münhasır bir şekilde ve diğer medeniyetlerle etkileşim halinde olmadan gerçekleştiği tezini yalanlayan bulgular keşfedilmeye başlanır.
Çin’in milliyetçi tarih tezinin aksine Çin medeniyeti ile Batı medeniyeti ve toplumları arasındaki etkileşimin çok öncelerden beri mevcut olduğu hakkında somut verilere ulaşılır ki bu da Çin medeniyetinin benzersiz biçimde saf ve katıksız olduğu fikrini zedeleyen bir bulgudur.
Tarım mumyalarının üzerinde genetik çalışmaların Çinli yetkililer tarafından önlenmeye devam edilmesi 1990’lı yılların sonlarına doğru bir kısım tarihçi ve arkeoloğu mumyaların üzerindeki dokumalar üzerinde araştırma yapmaya iter.
Bunların içinde en önemli çalışmayı da Elızabeth Wayland Barber yapar ve ‘The Mummies of Urumchi’ adıyla kitaplaştırdığı çalışmasında mumyalar üzerindeki dokumaların ancak Kafkaslarda karşılaşabilecek özellikler  taşıdığını ortaya çıkarır.
Gerek dokumada kullanılan yünler gerekse dokumaların üzerindeki şekil ve renkler eski Çinli toplumların üzerinde görülen kıyafet özellikleriyle örtüşmemektedir.
Mumyalar ile ilgili spekülasyonların gitgide resmi tarih savunucularını köşeye sıkıştırmaya başlaması üzerine Çinli yetkiller kendilerince bir açılım yaparak sınırlı sayıda araştırmacının mumyalar üzerinde genetik araştırma yapmasına izin verir.
Çalışmaların sonucunda mumyaların karışık bir ırki yapıdan gelme olasılığı güç kazanır ancak sonuçlar kesin değildir. Tüm bu tartışmalar mumyaların biz dizi sergi için Amerika Birleşik Devletleri’ne getirilmesi ile yeniden alevlendi.
Amerika’da iki kentte sergilenen mumyalar  Pennsylvania Üniversitesi Müzesi’ne geleceği sırada Çin Hükümeti alelacele bazı teknik detayları bahane ederek mumyaları sergiden çekmeye karar verdi.
Ancak Çin hükümeti her ne kadar kararın tarihi eserlerle ilgili yönetmeliklerinden kaynaklandığını iddia etse de bu iddia ne Amerikan medyası ne de konunun takipçileri tarafından kabul görmedi.
Uygurlara yönelik Çin baskısı da gündeme geliyor
Özellikle Amerikan medyasında çıkan konuyla ilgili tüm haberler Uygur meselesi ve mumyaların bu meseleyle olan ilişkisine dikkat çekti. Bu kararla Çin’in bölgede sürdürmekte olan baskı siyaseti ile başta internet olmak üzere yürüttüğü sansür uygulamaları da yeniden tartışılmaya başlandı.  Bunun üzerine Çinli yetkililer kısa bir süreliğine serginin açılmasına izin verdi.
Her ne kadar serginin açılışında sorunun teknik bir yanlış anlama meselesi olduğu söylense de mumyaların Çin hükümeti  için ne anlama geldiğini az çok bilen herkes asıl meselenin farkında.
Bölgede en son 2009 yılınının temmuz ayında meydana gelen etnik çatışmalardan sonra bölge uzun süreliğine karantinaya alınmış ve yüzlerce kişi idam edilmişti.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin tüm ahenkli ve uyumlu toplum iddialarına rağmen bölgede yaşayan Uygurların ne kadar zorluk ve baskı altında yaşadığının bu mumyalar sayesinde bir kez daha gündeme gelmiş olması Pekin’in milyarlarca dolar harcadığı propaganda çalışmaları için de oldukça yıkıcı bir etki yapmış oldu.
Mumyaların gerçek kimliği belki uzun bir süre ortaya çıkmayacak ve belki mumyalar beraberinde gömüldükleri sırları hiçbir zaman açığa çıkarmayacak.
Penn sergisi öncesi meydana gelen gelişmeler Çinli yetkillerin de uzun süre bu sırları ortaya çıkarabilecek araştırmalara izin verme niyetinde olmadığını gözler önüne seriyor.
Ancak mumyaların dna’sı kime yakın olursa olsun, mumyaların hayaleti Çin’in resmi tarih tezindeki gedikler açmaya devam edeceğe benziyor.
Uygurlar için ise mumyalar şimdiden Hobsbawm’ın ifadesiyle milli duygular için icat edilen bir geleneğe dönüştü. Bundan sonra nereye giderse gitsin mumyalar gittikleri yerde Doğu Türkistan’da yaşanan tartışma ve çatışmanın sembolleri olmaya devam edecek.
Kaynak: http://www.euractiv.com.tr
(*) Kılıç Buğra Kanat Ortadoğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra Milwaukee Marquette Üniversitesi’nde Uluslararası Çalışmalar Syracuse Üniversitesi’nde de Siyaset Bilimi Masterı yaptı. Halen Syracuse Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde doktora eğitimini devam ettirmektedir. Emaıl:kbkanat@maxwell.syr.edu

ÇEVRE FELAKETİ YAŞANIYOR
Mustafa Nevruz SINACI (*)
 "Dünya, elektrik üretiminde rüzgâr ve güneş enerjisi peşinde…"
Uluslararası Geochange Kurulu ve Ülkeler Deprem Kestirme Ağı Başkanı Prof. Dr. Elchin Khalilov “Yerkürede oluşacak olağanüstü değişimler” konulu raporunda, 2011 yılında sel, fırtına ve tornadoların yanı sıra, deprem ve yanardağ patlamalarında da artış olacağını belirterek, “2011 yılı dünyanın sismik ve volkanik aktivitesinin doruğa ulaşacağı bir yıl” dedi. Nitekim, Geçen yıl Avrupa da hava trafiğini felç eden Eyjafjallajokull Yanardağının ev sahibi İzlanda’da Bardarbunga isimli büyük volkan da patlama eşiğindeymiş (10.02.2011-Milliyet)
Ayrıca, geçen yıl ülkemizde Trakya, Marmara ve Karadeniz bölgelerinde, bu yıl da Bodrumda yaşanan, yine Avustralya’da büyük zararlara yol açan sel felâketlerinin, bizlere doğamızın son uyarıları olarak algılanmasını isterim. Bunun sonucu, ülkemizde özellikle önümüzdeki dönemde olası sel felâketlerine karşı gereken önlemlerin alınmasını halkımızdan, STK kuruluşlarından, tüm yerel yönetimlerden ve ilgili bakanlıklardan isteyelim!...
Ne yazık ki güzel ülkemizde siyasi yaşam gündemi, ya dinsel ya da etnik milliyetçiliğe dayalı hale geldi. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde çevre kirliliğine karşı duyarlı bir siyaset ve siyasi güç söz konusu değil. Oysaki dünyanın ve bölgemizin gündeminde çok acil olan birçok çevresel konu ve proje beklemekte.. Özellikle çevre kirliliği için alınması gereken önlemler gecikirse, çözümler zorlaşacaktır. Örneğin; Tuzlayı çürük yumurta ve yanık yumurta kokusu sardı. Tuzlada yaşan çevre kirliliğine dikkati çekmek için toplanan 20.000 imza TBMM ye sunuldu. Dericiler Organize sanayi bölgesine ait krom, sülfür, boya ve ağır metal içeren atıksuların arıtılmadan Umur deresine deşarj edildiği belirtiliyor (19.11.2010-Milliyet)
Ermenistan’daki eski model Medzamor nükleer santralından radyasyon sızmaları olduğu iddiası üzerine Iğdır, Ağrı, Muş, Tunceli, Hakkari ve Şırnak’ta 100 yerde ölçümler yapılıyor (25.01.2011-Milliyet). Ukrayna’da patlayan Çernobil nükleer santralının feci sonuçlarını lütfen hatırlayın ve Doğu bölgesindeki vatandaşlarımızın yaşamını ve sağlığını tehdit edecek bu riske karşı uyanık olalım.
Ülkemizde de, Mersin-Akkuyu’da Ruslar tarafından yapılacak nükleer santralın dünyada bir ilk olacağını ve 2007 de çıkardığımız yasada, kurulacak santralın kuracak şirketin ait olduğu ülkede 5 yıl denenmiş olması şartına uymadığı ortaya çıktı. (11.07.2010-Cumhuriyet)
Konya’nın Çeltik ilçesi Küçükhasan beldesindeki Akgöl, 1970’lerde DSİ Genel Müdürlüğü tarafından tarla açılmak amacıyla kurutuldu. Şimdi Türk-Alman bakanlıklarının işbirliği ile yeniden hayata döndürülüyor (10.2.2011-Cumhuriyet), 
Konya’da obruk alarmı: Konya da son iki yılda 10 ayrı bölgede yeni obruklar oluştu. Böylece obruk sayısı 100’e yükseldi. Yanlış sulama yüzünden açılan ve yeraltı suyunu tüketen 5500 artezyen kuyusunun ancak 935 tanesinin ruhsatlı. (02.01.2011-Haberkonya)  Sakarya Belediye Başkanı hakkında, Marmaray çalışmalarında çıkarılan 4.000 kamyon hafriyatı, Sapanca gölüne döktürdüğü iddiasıyla dava açıldı. (18.01.2011-Milliyet)
Zeytinin canına ot tıkayacaklar:
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılmasına dair yönetmelikte değişiklik yapılarak zeytinlik alanların üzerinde elektrik üretim tesisleri, madencilik, petrol ve doğalgaz arama ve işletme faaliyetleri, savunmaya yönelik stratejik girişimler yapılmasına imkân vermek için taslak yasa hazırladı. (27.01.2011-Cumhuriyet)
Sağlığımız açısından büyük risk taşıyan Nişasta bazlı şeker (NBŞ) Avrupa ülkelerinde yasaklanırken, bizde kotası arttırıldı (09.02.2011- Cumhuriyet). NBŞ ye karşı tüm dünyada tercih edilen Şeker pancarında, ülkemiz dünyanın en büyük 4. üreticisi. Bu üretimle ülkemizde tarım işçilerine umut olan ve işsizliğe çare sayılan şeker pancarının işlendiği şeker fabrikalarımız da ne yazık ki özelleştiriliyor.
Hatırlatma: “Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır” Mustafa K. ATATÜRK
***
ÇEVRE FELÂKETLERİ VE ÖZELLEŞTİRME
Mustafa Nevruz SINACI
Maçahel’de düğün var!
Geçen yıl olası çevre felaketleri için gereken önlemleri düşünmeden özelleştirme yüksek kurulu onayı ile satılan onlarca HES’ler için çevreye duyarlı vatandaşlar iptal davaları açtılar. Özellikle Rize bölgesinde birçok HES satışı için iptal kararı çıktı (09.02.2011-Cumhuriyet)
Yine Trabzon da üzerine 7 adet HES kurulacak olan Galyan dere havzasının tutsak hale geleceği belirtiliyor (07.02.2011-Cumhuriyet). Bu santrallerin yaratacağı çevre kirliliğinin ekosistemi tehdit ettiği ve içme sularının kalitelerinin tartışıldığı JMO toplantısında 10 yıl sürecek inşaat çalışmalarında pek çok kirleticinin suya karışacağı ifade edildi.
Güzel ülkemizde alınan maden arama izni ile binlerce dönümlük orman arazimiz ve yüz binlerce ağacımız katlediliyor. Son 4 yılda verilen maden ruhsat sayısı 45.000’e çıkarken, Türkiye’mizin üçte birlik alanı yabancılara tahsis edilmiş oldu (12.06.2010-Cumhuriyet). 1923-2004 arası verilmiş ve yaşayan yaklaşık 1500 ruhsat varken, Mayıs-2004 de yürürlüğe giren yasal düzenleme ile 4 yılda 43.500 ruhsat verilmiş!..
Ne yazık ki ülkemizde her seçim döneminde Orman affı çıkar ve birçok işgalci bu aftan yararlanır. Şimdi de 2B düzenlemesi ile sadece İstanbul’da 77.000 dönüm orman arazisi talana açılmış oluyor (06.02.2011-Cumhuriyet). 2B arazilerinin yasa çıkartılarak satılmasının Anayasanın 169 ve 170. Maddelerine aykırı olduğu ve konunun Anayasa Mahkemesine taşınması halinde daha önce 5 kez iptal kararı veren yargının bu satışları da iptal edeceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Yukarıda sayılan çevresel tehlikeler dışında, güzel işlerde oluyor.
Kırmızı telefon harekete geçirdi. Tarım Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü, Greenpeace’in başlattığı Kırmızı telefon eylemi sonunda harekete geçti. Greenpeace Akdeniz kampanyası ile yavru balık avının durdurulması için imza veren 272.000 kişi ve 5000 SMS ile 2070 arama sonuç vermiş (11.02.2011-Cumhuriyet) Yapılan yanlış özelleştirmeler sonucu faaliyeti neredeyse sona erdirilen EBK yeniden harekete geçirildi. 17 büyük kentimizde halkımıza ucuz, sağlıklı ve hijyenik et ve et ürünlerini franchising sistemi ile satmak için 100 adet mağaza açıyor. (11.02.2011-Milliyet)  Yerli tohum elden ele gezmeye başladı. Yerli tohum satışının Tohum Yasası ile yasaklanması ardından üreticiler, yüzyıllardır uyguladıkları yöntemle sakladıkları tohumları paylaştı. Seferihisar da düzenlenen Yarımada Tohum Takas Şenliğinde yerli üretimin önemine vurgu yapıldı. (06.02.2011-Cumhuriyet) Çöpten elektrik: Ekolojik enerji 8 yıl önce Kemerburgaz’da kurduğu TUBİTAK destekli merkezde tüm atıkları gazlaştırarak çöpten elektrik üretmeyi başardı. (09.02.2011-Cumhuriyet)
Tüm dünyanın yaşamsal açıdan korunması için gereken önlemlerin alınması sorunu sadece ülkemizde değil her ülkede ele alınmalıdır. Bunun için de geleceğin kentlerinin otomobilsiz ve çevreci olması gerekmektedir. Nitekim İngiliz Daily Mail gazetesi de kentleri kökten değiştirecek çevre korumalı projeleri uygulayan dünya ülkelerini yazdı. Londra, Tokyo ve Tayvan gibi kentlerde daha ekolojik bir yaşama geçilmesi ve daha az enerji tüketilmesi için güneş ve rüzgar enerjisinden faydalanılacağı, trafikteki araç sayısının düşürüleceği belirtildi (09.02.2011-Milliyet). Darısı başımıza diyerek, ülkemizde elektrik üretiminde rüzgâr ve güneş enerjisinden yararlanacak kurum ve kuruluşlarımızı hep birlikte destekleyelim. Umarım yukarıda sıralamaya çalıştığım çevre felaketlerine karşı çeşitli önlemleri hep birlikte alırız. Aksi halde dünyanın en güzel ülkesinin doğal yaşam olanaklarını göz göre göre kaybedeceğiz.
NOT: Japonya ve Kızılhaç, 1999 depreminin ardından Yalovada bir hastane yaptırdı. Amaç depremzedelere psikolojik destek verebilmekti. Ancak yapımı 7 yıl önce biten hastane bir türlü hizmete açılamadı. Modern cihazlarla donatılan hastane binası geçen sürede yıprandı ve yağmalandı. Şimdi binanın okula çevrilmesi isteniyor ama bürokratik engeller varmış.
(*)   Referanslar ve kaynak: Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR 
(**) Bu makaleler, 20 ve 21 Şubat 2011 tarihli (Ulusal) ANAYURT Gazetesi'nden alınmıştır.