Bölgede yaşanan düşman işgalleri, siyasi baskılar ve mübadeleler Piana mezarlığında yatan ölüleri ne yerlerinden edebilmiş, ne de yaşayanların aksine sürgüne gönderebilmişti. Ayrıca, bölgeyi yıllar boyunca ele geçirmeyi başaran hiçbir güç de orada yatan ölülerin yattığı yerde hak iddia edememişti. Bu sebeple ölüler çoğu zaman yaşayanlardan çok daha fazla topraklarına sahip çıkmış ve bölgeyi ele geçiren güçlerin başedemediği bir meşruiyet krizi yaşatabilmişti.
ABD medyası Tarım mumyalarını tartışıyor
Son haftalarda özellikle Amerikan medyasında yeniden canlanan Tarım mumyaları tartışması aslında Sebald’in yazdıklarını hatıra getiren cinsten bir olay. Çin devletinin mumyalar karşısında yaşadığı kafa karışıklığı ve acziyet ifade eden çırpınmaları Sebald’ın bahsettiği gibi sadece birkaç ölünün bile dünyanın süper gücü olma rüyaları görmeye başlayan koca bir devletin tarihsel dayanak ve meşruiyetini ne şekilde sarsabileceğini gözler önüne seriyor.
Mumyaların ve geçtiğimiz ay içinde yaşanan tartışmaların öyküsü 1978 yılında bir grup arkeoloğun bugün Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde olan Doğu Türkistan bölgesinin Tarım havzasında yaptığı kazılar sırasında yüze yakın mumya ile karşılaşmasıyla başlar.
Mumyalar bölgedeki kuru iklim ve kum fırtınaları sebebiyle doğal yollarla en iyi şekilde muhafaza edilmiş ve özellikle yüz hatları ve kıyafetleri uzmanları oldukça şaşırtmıştı.
Mesela iki metre uzunluğunda olan erkek mumyanın üstünde tarihin en eski pantolonu bulunuyor ve çocuk yaşlarda öldüğü tahmin edilen başka bir mumya ise daha önce eşine az rastlanan bir dokuma beze sarılı bir biçimde yatıyordu.
Mumyaların bulunmasından sonra yaşanan şaşkınlık ve keşif heyecanını takip eden günlerde mumyalar yeni bir tartışmanın merkezine oturdu. Bu mumyalar binlerce yıl öncesine ait olması bakımından bu bölgenin tarihi ve yerlileri hakkında önemli ipuçları sunabilirdi.
Çin tarih tezleri paramparça oldu
O zamana kadar Çin resmi makamlarınca ortaya konan tarihsel tezlerde, Doğu Türkistan toprakları en eski zamanlardan bu yana Çinli halkların yerleşmiş ve yaşamış olduğu bir toprak parçası olduğu öne sürülüyordu.
Bu resmi tarih tezine göre bölgeye ilk kez milattan önce ikinci yüzyılda Çinli bir general tarafından ulaşılmış ve bu topraklarda yerleşilmeye bu dönemden sonra başlanmıştı. Dolayısıyla bölgenin gerçek sahibi ve yerlileri Çinli topluluklardı ve Uygurların hak iddia etmelerinin tarihsel bir dayanağı yoktu.
Ancak bu tezler mumyaların bulunmasından sonraki ilk aylardan itibaren ciddi bir darbeye uğradı. Herşeyden önce mumyalar tahminen 3000 yıl kadar öncesine gidiyordu ki bölgenin Çin tarafından öne sürülen tarihsel başlangıç noktası yanlışlanmış oluyordu.
Dahası ilk bakışta göze çarpan mumyaların fiziksel özellikleri mumyaların Çinli toplumlara ait olmadığını açıklıkla ortaya koyuyordu. Mumyalar göz ve burun özellikleri ve vücut yapısı bakımından Çin toplumlarının ırki niteliklerinden tamamen ayrılıyordu.
Uygurlar mumyalara sahip çıkıyor
Bu noktada mumyalar üzerinde yürütülen tartışmaya bölgede yaşayan Uygurlar dahil olmaya başladı. Baştan beri Çin’in tarihsel iddialarını kabullenmeyen Uygur halkı için bu mumyalar önemli bir araçtı. Her ne kadar ilk zamanlarda mumyalar üzerinde gen çalışma taleplerine Çinli yetkillerce izin verilmese dahi mumyaların Çinli olmaması Uygur halkı için yeterince önemli bir bulguydu.
Uygurlar için Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan topraklarının ezelden beri Çin toprağı olduğu iddiasına karşı önemli bir kanıt elde edilmişti. Bölgede yaşayan Uygur milli tarihçilerinin bu mumyalar üzerinden yeni tarihsel iddialar ortaya koymaya başlaması üzerine ani bir kararla Çin hükümeti mumyalarla ilgli her türlü bilimsel araştırmayı yasaklar.
Ancak bu sırada Çin yetkillerinin hiç de istemediği bir olay gerçekleşir ve konu yabancı basın tarafından da gündeme getirilmeye başlanır.
Pensilvanya Üniversitesi Çin Dili ve Edebiyatı öğretim görevlisi olan Victor Mair, 1989 yılında Doğu Türkistan’da bir müzede gezerken tesadüfen müzenin arka odalarından birinde bu mumyalara rastlar. Mair, Asya kıtasındaki en önemli arkeolojik buluş olarak tanımladığı bu mumyaların öyküsü üzerine çeşitli çalışmalar yaptıktan sonra Tarım Mummies adlı bir kitap da kaleme alır.
Konuya olan ilginin artması ve özellikle bu mumyaların arasından en meşhuru olan ‘Dolan Güzeli’ hakkında araştırmaların yoğunlaşması üzerine Çinli yetkililer bazı önlemler alarak bu iddiaları çürütmeye çalışır.
Çin araştırmaları engellemek istedi
Alınan önlemler arasında resmi tarih tezlerinin propagandası yanında bazı polisiye tedbirler de vardır. Örneğin mumyalar ile ilgili araştırmaları engellenmek için daha önce verilen izinler de iptal edilerek araştırmacıların bulgularına el konulmaya başlanır.
Mair’in yaptığı çalışmalar ve daha sonra başta National Geographic olmak üzere konunun ilgililerinin bölgeye yaptığı ziyaretler ile mumyalar kısa zamanda dünyaca üne kavuşur.
"Dolan Güzeli" Sembol oldu
Özellikle de Dolan Güzeli adı verilen kadın mumya tüm bu mumyaların sembolü haline gelir. Bu mumya aynı zamanda Çin’in bölge ile ilgili iddiaları karşısında Uygurlar için önemli bir simgeye dönüşür. Mumyanın resimleri ve bilgisayar üzerinden yaratılan illustrasyonları sıkça kullanılmaya ve Dolan Güzeli için şarkılar yazılmaya dahi başlanır.
Daha sonraki yıllarda farklı grupların mumyalar üzerine yaptıkları çalışmalardan çıkan sonuçlar Çin resmi tarihindeki Çin medeniyeti algılaması konusunda daha fazla soru işaretleri ortaya çıkmasına sebep olmaya başlar.
Mesela Çin resmi tarihindeki Çin medeniyetinin tarihsel dönüşümünün son derece nevi şahsına münhasır bir şekilde ve diğer medeniyetlerle etkileşim halinde olmadan gerçekleştiği tezini yalanlayan bulgular keşfedilmeye başlanır.
Çin’in milliyetçi tarih tezinin aksine Çin medeniyeti ile Batı medeniyeti ve toplumları arasındaki etkileşimin çok öncelerden beri mevcut olduğu hakkında somut verilere ulaşılır ki bu da Çin medeniyetinin benzersiz biçimde saf ve katıksız olduğu fikrini zedeleyen bir bulgudur.
Tarım mumyalarının üzerinde genetik çalışmaların Çinli yetkililer tarafından önlenmeye devam edilmesi 1990’lı yılların sonlarına doğru bir kısım tarihçi ve arkeoloğu mumyaların üzerindeki dokumalar üzerinde araştırma yapmaya iter.
Bunların içinde en önemli çalışmayı da Elızabeth Wayland Barber yapar ve ‘The Mummies of Urumchi’ adıyla kitaplaştırdığı çalışmasında mumyalar üzerindeki dokumaların ancak Kafkaslarda karşılaşabilecek özellikler taşıdığını ortaya çıkarır.
Gerek dokumada kullanılan yünler gerekse dokumaların üzerindeki şekil ve renkler eski Çinli toplumların üzerinde görülen kıyafet özellikleriyle örtüşmemektedir.
Mumyalar ile ilgili spekülasyonların gitgide resmi tarih savunucularını köşeye sıkıştırmaya başlaması üzerine Çinli yetkiller kendilerince bir açılım yaparak sınırlı sayıda araştırmacının mumyalar üzerinde genetik araştırma yapmasına izin verir.
Çalışmaların sonucunda mumyaların karışık bir ırki yapıdan gelme olasılığı güç kazanır ancak sonuçlar kesin değildir. Tüm bu tartışmalar mumyaların biz dizi sergi için Amerika Birleşik Devletleri’ne getirilmesi ile yeniden alevlendi.
Amerika’da iki kentte sergilenen mumyalar Pennsylvania Üniversitesi Müzesi’ne geleceği sırada Çin Hükümeti alelacele bazı teknik detayları bahane ederek mumyaları sergiden çekmeye karar verdi.
Ancak Çin hükümeti her ne kadar kararın tarihi eserlerle ilgili yönetmeliklerinden kaynaklandığını iddia etse de bu iddia ne Amerikan medyası ne de konunun takipçileri tarafından kabul görmedi.
Uygurlara yönelik Çin baskısı da gündeme geliyor
Özellikle Amerikan medyasında çıkan konuyla ilgili tüm haberler Uygur meselesi ve mumyaların bu meseleyle olan ilişkisine dikkat çekti. Bu kararla Çin’in bölgede sürdürmekte olan baskı siyaseti ile başta internet olmak üzere yürüttüğü sansür uygulamaları da yeniden tartışılmaya başlandı. Bunun üzerine Çinli yetkililer kısa bir süreliğine serginin açılmasına izin verdi.
Her ne kadar serginin açılışında sorunun teknik bir yanlış anlama meselesi olduğu söylense de mumyaların Çin hükümeti için ne anlama geldiğini az çok bilen herkes asıl meselenin farkında.
Bölgede en son 2009 yılınının temmuz ayında meydana gelen etnik çatışmalardan sonra bölge uzun süreliğine karantinaya alınmış ve yüzlerce kişi idam edilmişti.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin tüm ahenkli ve uyumlu toplum iddialarına rağmen bölgede yaşayan Uygurların ne kadar zorluk ve baskı altında yaşadığının bu mumyalar sayesinde bir kez daha gündeme gelmiş olması Pekin’in milyarlarca dolar harcadığı propaganda çalışmaları için de oldukça yıkıcı bir etki yapmış oldu.
Mumyaların gerçek kimliği belki uzun bir süre ortaya çıkmayacak ve belki mumyalar beraberinde gömüldükleri sırları hiçbir zaman açığa çıkarmayacak.
Penn sergisi öncesi meydana gelen gelişmeler Çinli yetkillerin de uzun süre bu sırları ortaya çıkarabilecek araştırmalara izin verme niyetinde olmadığını gözler önüne seriyor.
Ancak mumyaların dna’sı kime yakın olursa olsun, mumyaların hayaleti Çin’in resmi tarih tezindeki gedikler açmaya devam edeceğe benziyor.
Uygurlar için ise mumyalar şimdiden Hobsbawm’ın ifadesiyle milli duygular için icat edilen bir geleneğe dönüştü. Bundan sonra nereye giderse gitsin mumyalar gittikleri yerde Doğu Türkistan’da yaşanan tartışma ve çatışmanın sembolleri olmaya devam edecek.
Kaynak: http://www.euractiv.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder