23 Şubat 2011 Çarşamba

Tarım Mumyaları: Çin Tezlerini Sarsan 3 Bin Yıllık Dolan Güzeli Uygur Türklerinin Yeni İdolü

Tarım Mumyaları: Çin Tezlerini Sarsan 3 Bin Yıllık "Dolan Güzeli" Uygur Türklerinin Yeni İdolü
 Kılıç Kanat- (ABD) - (*)      
ABD’deki bir sergiden Çin Hükümeti’nin geri çektiği “Dolan Güzeli” mumyası, Çin ile Uygurlar arasında süren tarihi miras tartışmasını alevlendirdi. Olayın başlangıcı 1978 yılında Doğu Türkistan’daki Tarım havzasında bir grup arkeologun bulduğu bozulmamış 3 bin yıllık mumyalara dayanıyor. Çin’in bu bölgeye gelişi İÖ ikinci yüz yılda başlıyor. Ancak Uygurlar Tarım bölgesinde kendi kültür köklerinin iki bin yıl öncesine uzandığı görüşünde. Mumyalar arasında bulunan güzel genç kadına “Dolan güzeli” adı verildi. Bu güzel kadın, 3 bin yıl öncesinden uzanıp Çin’in bölgeye dönük milliyetçi tezlerini sarsmayı başardı.
Sebald denemelerinin yer aldığı Campo Santo kitabında Korsika’da ziyaret ettiği bir mezar yerini tasvir ederken mezartaşlarının diziliş sırası ve biçimi ve mezartaşları üzerindeki detayları uzun uzadıya anlatır. (W.G. Sebald 2001’de 57 yaşında otomobil kazasında ölen Alman yazar. Türkçeye “Göçmenler” ve “Austerlitz” adlı kitapları çevrildi.) Ancak Sebald’a mezarda en çarpıcı gelen unsurların başında o mezar yerlerine gömülen ölülerin yattıkları toprak parçasına ne kadar güçlü bir şekilde sahip çıktığı gelir.
Bölgede yaşanan düşman işgalleri, siyasi baskılar ve mübadeleler Piana mezarlığında yatan ölüleri ne yerlerinden edebilmiş, ne de yaşayanların aksine sürgüne gönderebilmişti. Ayrıca, bölgeyi yıllar boyunca ele geçirmeyi başaran hiçbir güç de orada yatan ölülerin yattığı yerde hak iddia edememişti. Bu sebeple ölüler çoğu zaman yaşayanlardan çok daha fazla topraklarına sahip çıkmış ve bölgeyi ele geçiren güçlerin başedemediği bir meşruiyet krizi yaşatabilmişti.
ABD medyası Tarım mumyalarını tartışıyor
Son haftalarda özellikle Amerikan medyasında yeniden canlanan Tarım mumyaları tartışması aslında Sebald’in yazdıklarını hatıra getiren cinsten bir olay. Çin devletinin mumyalar karşısında yaşadığı kafa karışıklığı ve acziyet ifade eden çırpınmaları Sebald’ın bahsettiği gibi sadece birkaç ölünün bile dünyanın süper gücü olma rüyaları görmeye başlayan koca bir devletin tarihsel dayanak ve meşruiyetini ne şekilde sarsabileceğini gözler önüne seriyor.
Mumyaların ve geçtiğimiz ay içinde yaşanan tartışmaların öyküsü 1978 yılında bir grup arkeoloğun bugün Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde olan Doğu Türkistan bölgesinin Tarım havzasında yaptığı kazılar sırasında yüze yakın mumya ile karşılaşmasıyla başlar.
Mumyalar bölgedeki kuru iklim ve kum fırtınaları sebebiyle doğal yollarla en iyi şekilde muhafaza edilmiş ve özellikle yüz hatları ve kıyafetleri uzmanları oldukça şaşırtmıştı.
Mesela iki metre uzunluğunda olan erkek mumyanın üstünde tarihin en eski pantolonu bulunuyor ve çocuk yaşlarda öldüğü tahmin edilen başka bir mumya ise daha önce eşine az rastlanan bir dokuma beze sarılı bir biçimde yatıyordu.
Mumyaların bulunmasından sonra yaşanan şaşkınlık ve keşif heyecanını takip eden günlerde mumyalar yeni bir tartışmanın merkezine oturdu.  Bu mumyalar binlerce yıl öncesine ait olması bakımından bu bölgenin tarihi ve yerlileri hakkında önemli ipuçları sunabilirdi.
Çin tarih tezleri paramparça oldu
O zamana kadar Çin resmi makamlarınca ortaya konan tarihsel tezlerde, Doğu Türkistan toprakları en eski zamanlardan bu yana Çinli halkların yerleşmiş ve yaşamış olduğu bir toprak parçası olduğu öne sürülüyordu. 
Bu resmi tarih tezine göre bölgeye  ilk kez milattan önce ikinci yüzyılda Çinli bir general tarafından ulaşılmış ve bu topraklarda yerleşilmeye bu dönemden sonra başlanmıştı. Dolayısıyla bölgenin gerçek sahibi ve yerlileri Çinli topluluklardı ve Uygurların hak iddia etmelerinin tarihsel bir dayanağı yoktu.
Ancak bu tezler mumyaların bulunmasından sonraki ilk aylardan itibaren ciddi bir darbeye uğradı. Herşeyden önce mumyalar tahminen 3000 yıl kadar öncesine gidiyordu ki bölgenin Çin tarafından öne sürülen tarihsel başlangıç noktası yanlışlanmış oluyordu.
Dahası ilk bakışta göze çarpan mumyaların fiziksel özellikleri mumyaların Çinli toplumlara ait olmadığını açıklıkla ortaya koyuyordu. Mumyalar göz ve burun özellikleri ve vücut yapısı bakımından Çin toplumlarının ırki niteliklerinden tamamen ayrılıyordu.
Uygurlar mumyalara sahip çıkıyor
Bu noktada mumyalar üzerinde yürütülen tartışmaya bölgede yaşayan Uygurlar dahil olmaya başladı.  Baştan beri Çin’in tarihsel iddialarını kabullenmeyen Uygur halkı için bu mumyalar önemli bir araçtı. Her ne kadar ilk zamanlarda mumyalar üzerinde gen  çalışma taleplerine Çinli yetkillerce izin verilmese dahi  mumyaların Çinli olmaması Uygur halkı için yeterince önemli bir bulguydu.
Uygurlar için Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan topraklarının ezelden beri Çin toprağı olduğu iddiasına karşı önemli bir kanıt elde edilmişti. Bölgede yaşayan Uygur milli tarihçilerinin bu mumyalar üzerinden yeni tarihsel iddialar ortaya koymaya başlaması üzerine ani bir kararla Çin hükümeti mumyalarla ilgli her türlü bilimsel araştırmayı yasaklar. 
Ancak bu sırada Çin yetkillerinin hiç de istemediği bir olay gerçekleşir ve konu yabancı basın tarafından da gündeme getirilmeye başlanır.
Pensilvanya Üniversitesi Çin Dili ve Edebiyatı  öğretim görevlisi olan Victor Mair, 1989 yılında Doğu Türkistan’da bir müzede gezerken tesadüfen müzenin arka odalarından birinde bu mumyalara rastlar. Mair, Asya kıtasındaki en önemli arkeolojik buluş olarak tanımladığı bu mumyaların öyküsü üzerine çeşitli çalışmalar yaptıktan sonra Tarım Mummies adlı bir kitap da kaleme alır.
Konuya olan ilginin artması ve özellikle bu mumyaların arasından en meşhuru olan ‘Dolan Güzeli’ hakkında araştırmaların yoğunlaşması üzerine Çinli yetkililer bazı önlemler alarak bu iddiaları çürütmeye çalışır.
Çin araştırmaları engellemek istedi
Alınan önlemler arasında resmi tarih tezlerinin propagandası yanında bazı polisiye tedbirler de vardır. Örneğin mumyalar ile ilgili araştırmaları engellenmek için daha önce verilen izinler de iptal edilerek araştırmacıların bulgularına el konulmaya başlanır. 
Mair’in yaptığı çalışmalar ve daha sonra başta National Geographic olmak üzere konunun ilgililerinin bölgeye yaptığı ziyaretler ile mumyalar kısa zamanda dünyaca üne kavuşur.
"Dolan Güzeli" Sembol oldu
Özellikle de Dolan Güzeli adı verilen kadın mumya tüm bu mumyaların sembolü haline gelir. Bu mumya aynı zamanda Çin’in bölge ile ilgili iddiaları karşısında Uygurlar için önemli bir simgeye dönüşür. Mumyanın resimleri ve bilgisayar üzerinden yaratılan illustrasyonları sıkça kullanılmaya ve Dolan Güzeli için şarkılar yazılmaya dahi başlanır. 
Daha sonraki yıllarda farklı grupların mumyalar üzerine yaptıkları çalışmalardan çıkan sonuçlar Çin resmi tarihindeki Çin medeniyeti algılaması konusunda daha fazla soru işaretleri ortaya çıkmasına sebep olmaya başlar.
Mesela Çin resmi tarihindeki Çin medeniyetinin tarihsel dönüşümünün son derece nevi şahsına münhasır bir şekilde ve diğer medeniyetlerle etkileşim halinde olmadan gerçekleştiği tezini yalanlayan bulgular keşfedilmeye başlanır.
Çin’in milliyetçi tarih tezinin aksine Çin medeniyeti ile Batı medeniyeti ve toplumları arasındaki etkileşimin çok öncelerden beri mevcut olduğu hakkında somut verilere ulaşılır ki bu da Çin medeniyetinin benzersiz biçimde saf ve katıksız olduğu fikrini zedeleyen bir bulgudur.
Tarım mumyalarının üzerinde genetik çalışmaların Çinli yetkililer tarafından önlenmeye devam edilmesi 1990’lı yılların sonlarına doğru bir kısım tarihçi ve arkeoloğu mumyaların üzerindeki dokumalar üzerinde araştırma yapmaya iter.
Bunların içinde en önemli çalışmayı da Elızabeth Wayland Barber yapar ve ‘The Mummies of Urumchi’ adıyla kitaplaştırdığı çalışmasında mumyalar üzerindeki dokumaların ancak Kafkaslarda karşılaşabilecek özellikler  taşıdığını ortaya çıkarır.
Gerek dokumada kullanılan yünler gerekse dokumaların üzerindeki şekil ve renkler eski Çinli toplumların üzerinde görülen kıyafet özellikleriyle örtüşmemektedir.
Mumyalar ile ilgili spekülasyonların gitgide resmi tarih savunucularını köşeye sıkıştırmaya başlaması üzerine Çinli yetkiller kendilerince bir açılım yaparak sınırlı sayıda araştırmacının mumyalar üzerinde genetik araştırma yapmasına izin verir.
Çalışmaların sonucunda mumyaların karışık bir ırki yapıdan gelme olasılığı güç kazanır ancak sonuçlar kesin değildir. Tüm bu tartışmalar mumyaların biz dizi sergi için Amerika Birleşik Devletleri’ne getirilmesi ile yeniden alevlendi.
Amerika’da iki kentte sergilenen mumyalar  Pennsylvania Üniversitesi Müzesi’ne geleceği sırada Çin Hükümeti alelacele bazı teknik detayları bahane ederek mumyaları sergiden çekmeye karar verdi.
Ancak Çin hükümeti her ne kadar kararın tarihi eserlerle ilgili yönetmeliklerinden kaynaklandığını iddia etse de bu iddia ne Amerikan medyası ne de konunun takipçileri tarafından kabul görmedi.
Uygurlara yönelik Çin baskısı da gündeme geliyor
Özellikle Amerikan medyasında çıkan konuyla ilgili tüm haberler Uygur meselesi ve mumyaların bu meseleyle olan ilişkisine dikkat çekti. Bu kararla Çin’in bölgede sürdürmekte olan baskı siyaseti ile başta internet olmak üzere yürüttüğü sansür uygulamaları da yeniden tartışılmaya başlandı.  Bunun üzerine Çinli yetkililer kısa bir süreliğine serginin açılmasına izin verdi.
Her ne kadar serginin açılışında sorunun teknik bir yanlış anlama meselesi olduğu söylense de mumyaların Çin hükümeti  için ne anlama geldiğini az çok bilen herkes asıl meselenin farkında.
Bölgede en son 2009 yılınının temmuz ayında meydana gelen etnik çatışmalardan sonra bölge uzun süreliğine karantinaya alınmış ve yüzlerce kişi idam edilmişti.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin tüm ahenkli ve uyumlu toplum iddialarına rağmen bölgede yaşayan Uygurların ne kadar zorluk ve baskı altında yaşadığının bu mumyalar sayesinde bir kez daha gündeme gelmiş olması Pekin’in milyarlarca dolar harcadığı propaganda çalışmaları için de oldukça yıkıcı bir etki yapmış oldu.
Mumyaların gerçek kimliği belki uzun bir süre ortaya çıkmayacak ve belki mumyalar beraberinde gömüldükleri sırları hiçbir zaman açığa çıkarmayacak.
Penn sergisi öncesi meydana gelen gelişmeler Çinli yetkillerin de uzun süre bu sırları ortaya çıkarabilecek araştırmalara izin verme niyetinde olmadığını gözler önüne seriyor.
Ancak mumyaların dna’sı kime yakın olursa olsun, mumyaların hayaleti Çin’in resmi tarih tezindeki gedikler açmaya devam edeceğe benziyor.
Uygurlar için ise mumyalar şimdiden Hobsbawm’ın ifadesiyle milli duygular için icat edilen bir geleneğe dönüştü. Bundan sonra nereye giderse gitsin mumyalar gittikleri yerde Doğu Türkistan’da yaşanan tartışma ve çatışmanın sembolleri olmaya devam edecek.
Kaynak: http://www.euractiv.com.tr
(*) Kılıç Buğra Kanat Ortadoğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra Milwaukee Marquette Üniversitesi’nde Uluslararası Çalışmalar Syracuse Üniversitesi’nde de Siyaset Bilimi Masterı yaptı. Halen Syracuse Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde doktora eğitimini devam ettirmektedir. Emaıl:kbkanat@maxwell.syr.edu

ÇEVRE FELAKETİ YAŞANIYOR
Mustafa Nevruz SINACI (*)
 "Dünya, elektrik üretiminde rüzgâr ve güneş enerjisi peşinde…"
Uluslararası Geochange Kurulu ve Ülkeler Deprem Kestirme Ağı Başkanı Prof. Dr. Elchin Khalilov “Yerkürede oluşacak olağanüstü değişimler” konulu raporunda, 2011 yılında sel, fırtına ve tornadoların yanı sıra, deprem ve yanardağ patlamalarında da artış olacağını belirterek, “2011 yılı dünyanın sismik ve volkanik aktivitesinin doruğa ulaşacağı bir yıl” dedi. Nitekim, Geçen yıl Avrupa da hava trafiğini felç eden Eyjafjallajokull Yanardağının ev sahibi İzlanda’da Bardarbunga isimli büyük volkan da patlama eşiğindeymiş (10.02.2011-Milliyet)
Ayrıca, geçen yıl ülkemizde Trakya, Marmara ve Karadeniz bölgelerinde, bu yıl da Bodrumda yaşanan, yine Avustralya’da büyük zararlara yol açan sel felâketlerinin, bizlere doğamızın son uyarıları olarak algılanmasını isterim. Bunun sonucu, ülkemizde özellikle önümüzdeki dönemde olası sel felâketlerine karşı gereken önlemlerin alınmasını halkımızdan, STK kuruluşlarından, tüm yerel yönetimlerden ve ilgili bakanlıklardan isteyelim!...
Ne yazık ki güzel ülkemizde siyasi yaşam gündemi, ya dinsel ya da etnik milliyetçiliğe dayalı hale geldi. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde çevre kirliliğine karşı duyarlı bir siyaset ve siyasi güç söz konusu değil. Oysaki dünyanın ve bölgemizin gündeminde çok acil olan birçok çevresel konu ve proje beklemekte.. Özellikle çevre kirliliği için alınması gereken önlemler gecikirse, çözümler zorlaşacaktır. Örneğin; Tuzlayı çürük yumurta ve yanık yumurta kokusu sardı. Tuzlada yaşan çevre kirliliğine dikkati çekmek için toplanan 20.000 imza TBMM ye sunuldu. Dericiler Organize sanayi bölgesine ait krom, sülfür, boya ve ağır metal içeren atıksuların arıtılmadan Umur deresine deşarj edildiği belirtiliyor (19.11.2010-Milliyet)
Ermenistan’daki eski model Medzamor nükleer santralından radyasyon sızmaları olduğu iddiası üzerine Iğdır, Ağrı, Muş, Tunceli, Hakkari ve Şırnak’ta 100 yerde ölçümler yapılıyor (25.01.2011-Milliyet). Ukrayna’da patlayan Çernobil nükleer santralının feci sonuçlarını lütfen hatırlayın ve Doğu bölgesindeki vatandaşlarımızın yaşamını ve sağlığını tehdit edecek bu riske karşı uyanık olalım.
Ülkemizde de, Mersin-Akkuyu’da Ruslar tarafından yapılacak nükleer santralın dünyada bir ilk olacağını ve 2007 de çıkardığımız yasada, kurulacak santralın kuracak şirketin ait olduğu ülkede 5 yıl denenmiş olması şartına uymadığı ortaya çıktı. (11.07.2010-Cumhuriyet)
Konya’nın Çeltik ilçesi Küçükhasan beldesindeki Akgöl, 1970’lerde DSİ Genel Müdürlüğü tarafından tarla açılmak amacıyla kurutuldu. Şimdi Türk-Alman bakanlıklarının işbirliği ile yeniden hayata döndürülüyor (10.2.2011-Cumhuriyet), 
Konya’da obruk alarmı: Konya da son iki yılda 10 ayrı bölgede yeni obruklar oluştu. Böylece obruk sayısı 100’e yükseldi. Yanlış sulama yüzünden açılan ve yeraltı suyunu tüketen 5500 artezyen kuyusunun ancak 935 tanesinin ruhsatlı. (02.01.2011-Haberkonya)  Sakarya Belediye Başkanı hakkında, Marmaray çalışmalarında çıkarılan 4.000 kamyon hafriyatı, Sapanca gölüne döktürdüğü iddiasıyla dava açıldı. (18.01.2011-Milliyet)
Zeytinin canına ot tıkayacaklar:
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılmasına dair yönetmelikte değişiklik yapılarak zeytinlik alanların üzerinde elektrik üretim tesisleri, madencilik, petrol ve doğalgaz arama ve işletme faaliyetleri, savunmaya yönelik stratejik girişimler yapılmasına imkân vermek için taslak yasa hazırladı. (27.01.2011-Cumhuriyet)
Sağlığımız açısından büyük risk taşıyan Nişasta bazlı şeker (NBŞ) Avrupa ülkelerinde yasaklanırken, bizde kotası arttırıldı (09.02.2011- Cumhuriyet). NBŞ ye karşı tüm dünyada tercih edilen Şeker pancarında, ülkemiz dünyanın en büyük 4. üreticisi. Bu üretimle ülkemizde tarım işçilerine umut olan ve işsizliğe çare sayılan şeker pancarının işlendiği şeker fabrikalarımız da ne yazık ki özelleştiriliyor.
Hatırlatma: “Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır” Mustafa K. ATATÜRK
***
ÇEVRE FELÂKETLERİ VE ÖZELLEŞTİRME
Mustafa Nevruz SINACI
Maçahel’de düğün var!
Geçen yıl olası çevre felaketleri için gereken önlemleri düşünmeden özelleştirme yüksek kurulu onayı ile satılan onlarca HES’ler için çevreye duyarlı vatandaşlar iptal davaları açtılar. Özellikle Rize bölgesinde birçok HES satışı için iptal kararı çıktı (09.02.2011-Cumhuriyet)
Yine Trabzon da üzerine 7 adet HES kurulacak olan Galyan dere havzasının tutsak hale geleceği belirtiliyor (07.02.2011-Cumhuriyet). Bu santrallerin yaratacağı çevre kirliliğinin ekosistemi tehdit ettiği ve içme sularının kalitelerinin tartışıldığı JMO toplantısında 10 yıl sürecek inşaat çalışmalarında pek çok kirleticinin suya karışacağı ifade edildi.
Güzel ülkemizde alınan maden arama izni ile binlerce dönümlük orman arazimiz ve yüz binlerce ağacımız katlediliyor. Son 4 yılda verilen maden ruhsat sayısı 45.000’e çıkarken, Türkiye’mizin üçte birlik alanı yabancılara tahsis edilmiş oldu (12.06.2010-Cumhuriyet). 1923-2004 arası verilmiş ve yaşayan yaklaşık 1500 ruhsat varken, Mayıs-2004 de yürürlüğe giren yasal düzenleme ile 4 yılda 43.500 ruhsat verilmiş!..
Ne yazık ki ülkemizde her seçim döneminde Orman affı çıkar ve birçok işgalci bu aftan yararlanır. Şimdi de 2B düzenlemesi ile sadece İstanbul’da 77.000 dönüm orman arazisi talana açılmış oluyor (06.02.2011-Cumhuriyet). 2B arazilerinin yasa çıkartılarak satılmasının Anayasanın 169 ve 170. Maddelerine aykırı olduğu ve konunun Anayasa Mahkemesine taşınması halinde daha önce 5 kez iptal kararı veren yargının bu satışları da iptal edeceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Yukarıda sayılan çevresel tehlikeler dışında, güzel işlerde oluyor.
Kırmızı telefon harekete geçirdi. Tarım Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü, Greenpeace’in başlattığı Kırmızı telefon eylemi sonunda harekete geçti. Greenpeace Akdeniz kampanyası ile yavru balık avının durdurulması için imza veren 272.000 kişi ve 5000 SMS ile 2070 arama sonuç vermiş (11.02.2011-Cumhuriyet) Yapılan yanlış özelleştirmeler sonucu faaliyeti neredeyse sona erdirilen EBK yeniden harekete geçirildi. 17 büyük kentimizde halkımıza ucuz, sağlıklı ve hijyenik et ve et ürünlerini franchising sistemi ile satmak için 100 adet mağaza açıyor. (11.02.2011-Milliyet)  Yerli tohum elden ele gezmeye başladı. Yerli tohum satışının Tohum Yasası ile yasaklanması ardından üreticiler, yüzyıllardır uyguladıkları yöntemle sakladıkları tohumları paylaştı. Seferihisar da düzenlenen Yarımada Tohum Takas Şenliğinde yerli üretimin önemine vurgu yapıldı. (06.02.2011-Cumhuriyet) Çöpten elektrik: Ekolojik enerji 8 yıl önce Kemerburgaz’da kurduğu TUBİTAK destekli merkezde tüm atıkları gazlaştırarak çöpten elektrik üretmeyi başardı. (09.02.2011-Cumhuriyet)
Tüm dünyanın yaşamsal açıdan korunması için gereken önlemlerin alınması sorunu sadece ülkemizde değil her ülkede ele alınmalıdır. Bunun için de geleceğin kentlerinin otomobilsiz ve çevreci olması gerekmektedir. Nitekim İngiliz Daily Mail gazetesi de kentleri kökten değiştirecek çevre korumalı projeleri uygulayan dünya ülkelerini yazdı. Londra, Tokyo ve Tayvan gibi kentlerde daha ekolojik bir yaşama geçilmesi ve daha az enerji tüketilmesi için güneş ve rüzgar enerjisinden faydalanılacağı, trafikteki araç sayısının düşürüleceği belirtildi (09.02.2011-Milliyet). Darısı başımıza diyerek, ülkemizde elektrik üretiminde rüzgâr ve güneş enerjisinden yararlanacak kurum ve kuruluşlarımızı hep birlikte destekleyelim. Umarım yukarıda sıralamaya çalıştığım çevre felaketlerine karşı çeşitli önlemleri hep birlikte alırız. Aksi halde dünyanın en güzel ülkesinin doğal yaşam olanaklarını göz göre göre kaybedeceğiz.
NOT: Japonya ve Kızılhaç, 1999 depreminin ardından Yalovada bir hastane yaptırdı. Amaç depremzedelere psikolojik destek verebilmekti. Ancak yapımı 7 yıl önce biten hastane bir türlü hizmete açılamadı. Modern cihazlarla donatılan hastane binası geçen sürede yıprandı ve yağmalandı. Şimdi binanın okula çevrilmesi isteniyor ama bürokratik engeller varmış.
(*)   Referanslar ve kaynak: Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR 
(**) Bu makaleler, 20 ve 21 Şubat 2011 tarihli (Ulusal) ANAYURT Gazetesi'nden alınmıştır.

21 Şubat 2011 Pazartesi

IZMIR TARIM GRUBU TARIM TEMSİLCİLERİ PARLAMENTOYA KAMPANYASI SON GELİŞMELER‏

Tarım ve tarımsal sanayide faaliyet gösteren 37 sektör temsilcisinin bir araya gelerek kurduğu, bu alanda Türkiye'nin ilk ve tek sivil toplum girişimi olan İzmir Tarım Grubu (İTG), gerek bugüne kadar gerçekleştirdiği etkinlik ve uygulamaya koyacağı projeler, gerekse takınmış olduğu gerçekçi tutum ve davranışları ile sektörde öncü konumunu sürdürüyor.
Nitekim kısa bir süre önce başlatmış olduğumuz "Tarım Temsilcileri Parlamentoya; Tarımcılar Meclise" kampanyamıza ülke çapında gösterilen ilgi artarak devam etmektedir. Daha önce de açıkladığımız üzere, hedefimiz Türkiye'de 100, İzmir'de ise 10 sektör temsilcisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girmesidir.
İzmir’de 2 Şubat 2011’de sivil toplum örgütlerinin geniş katılımı ile gerçekleştirilen basın toplantısı sonrası İTG, başta medya kuruluşları olmak üzere bütün kamuoyunu bilgilendirme ve söz konusu çalışmaya destek isteme faaliyetlerini artan bir tempo ile sürdürmektedir.
İzmir Tarım Grubu (İTG), Ankara ve İstanbul turlarından sonra, İzmir Valisi Sayın Cahit Kıraç ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Aziz Kocaoğlu’nu ziyaret etmiş, kampanyaya desteklerini almıştır. Grup son olarak da Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi İzmir İl Merkezlerini ziyaret ederek, temaslarda bulunmuştur.
CHP VE MHP İZMİR İL BAŞKANLARINDAN “TARIMCILAR MECLİSE” KAMPANYASINA AÇIK DESTEK
Grup üyeleri önce MHP İl Başkanı Hasan Ali Türkaslan, daha sonra ise CHP İl Başkanı Tacettin Bayır ile görüşerek, İTG'nin son dönemde hızlanan etkinlikleri ile ilgili bilgi vermiş ve "Tarım Temsilcileri Parlamentoya / Tarımcılar Meclise" kampanyasına destek istemişlerdir. Yapılan görüşmelerde gerek Sayın Hasan Ali Türkaslan ve gerekse Sayın Tacettin Bayır, dünyada ve Türkiye'de tarım sektörünün gittikçe artan stratejik önemi hakkında geniş bilgi sahibi olduklarını, ayrıca kendi partilerinin de tarıma büyük değer verdiğini ifade etmişler, son olarak da İzmir Tarım Grubu'nun kuruluşuyla birlikte sektörel farkındalığın yükseldiğini ve önümüzdeki genel seçimde İzmir'den seçilecek milletvekilleri arasında tarım sektörünü gerçekten bilen, temsil yeteneği olan adaylara seçilebilecek sıralarda yer verilmesi için ellerinden geleni yapacaklarını söylemişlerdir.
İzmir Tarım Grubu olarak, değerli MHP ve CHP İzmir İl Başkanlarına gösterdikleri yakın ilgiden dolayı teşekkür ediyoruz.
İZMİR TARIM GRUBU’NUN AÇIKLANMIŞ BİR ADAY ADAYI BULUNMAMAKTADIR
Bu süreçte, tarım ve tarıma dayalı sanayiden çok sayıda kişinin aday adayı olarak cesaretle ortaya çıkıp, tarım sektörünü temsilen Parlamentoya seçilebilmek için büyük bir mücadele içine gireceğine yürekten inanıyoruz. Dolayısıyla şimdiden bütün adaylara başarılar diliyoruz, ancak şu anda İzmir Tarım Grubu olarak kimseyi aday göstermiş değiliz. Sektör ve camia tarafından merakla beklendiğini bildiğimiz grubumuzun aday destekleme açıklamasını uygun bir zamanda yapmayı umuyoruz. Bu çerçevede çalışmalarımız büyük bir titizlikle sürdürülmektedir. Değerli kamuoyunun dikkatine sunarız.
Sumer Tömek Bayındır
İzmir Tarım Grubu (İTG) Başkanı
www.izmirtarimgrubu.org
www.tarimonemlidir.org

19 Şubat 2011 Cumartesi

SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIM YÖNTEMLERİ
VE BİR ÇİFTÇİ ÖRNEĞİ
Son yıllarda küresel ısınmayla birlikte çevre kirliliğinin artması, yanlış ve bilinçsiz uygulamalarla toprakların elden çıkarılması, bio çeşitliliğin azalması ve gelecek nesillere bozulmamış toprakların bırakılması gerekliliği sürdürülebilir tarımın önemini bir kat daha artırmıştır. Buradan yola çıkarak sürdürülebilir teknikleri başarıyla uygulayan Amerika’nın Pensilvenya Eyaleti Lancaster şehrindeki bir çiftçinin başarılarını sizlere aktararak “sürdürülebilir tarım” hakkında bilgi paylaşımında bulunmak istiyorum.
Yazımızın kahramanı Steve Groff isimli önder bir çiftçi. Steve Groff sahip olduğu topraklarda çiftçilik yapan üçüncü nesil bir çiftçi. Çiftliğinde eşi ve çocukları da üretime aktif olarak katılmaktadır. Groff ve ailesi domates, balkabağı, süt mısırı, silajlık mısır, soya fasulyesi, buğday ve bazı yem bitkilerini yetiştirmektedir. Arazisinin büyüklüğü yaklaşık 800 dönüm. Çiftliğinde aynı zamanda et üretimine yönelik sığır yetiştiriciliği de yapmaktadır. Tarlaları eğimi %3 ile %17 arasında değişen tepelik alanlarda bulunmaktadır. Çiftçinin işlemesiz tarıma geçmesinin en büyük nedeni, her yıl tonlarca toprağının erozyonla beraber elinden kayıp gitmense dur demek ve sahip olduğu toprakları kendisinden sonraki nesillere verimli bir şekilde aktarmaktır. Bu amaçla 1980’lerin başında tarlalarını sürmekten vazgeçmeye başlamış, sonraları toprağı korumanın diğer bir yolu olan örtü bitkisi (yem bitkileri gibi bitki çeşitlerinin para kazanmak veya yem elde etmek amacıyla değil sadece toprağın yüzeyinde örtü tabakası oluşturarak onu korumak amacıyla ekilmesi) kullanımına geçmiş ve verimliliği artırmak için de etkili münavebeler uygulamaya başlamıştır. Bazı tarlalarına neredeyse 30 senedir ekme haricinde hiçbir toprak işleme aleti girmemiştir. Pensilvanya’daki üniversite ve araştırma enstitüleri tarafından yürütülen çeşitli araştırma projelerinde yer almış, “ABD Sürdürülebilir Tarım Araştırma ve Eğitim Programı (SARE)” na katılarak sürdürülebilir çiftçi öğreticisi seçilmiştir. Steve Groff gerçekleştirdiği başarılı tarım faaliyetleri nedeniyle 1998’de “Temiz Su Kaynakları Ödülü” ve Lancaster Şehri Koruma Bölgesi Ödülü”, 1999 da “Sıfır İşlemeli Tarım Buluşçusu Ödülü”, 2001’de de “Pensilvanya Sürdürülebilir Tarım Önderliği Ödülü” nü kazanmıştır. Şimdi de tarla günleri düzenlemek, yayım ve eğitim projeleri hazırlamak, konferans, sempozyum ve toplantılara katılmak suretiyle ülke ve dünya çapında tecrübelerini çiftçilere aktarmaktadır.
Steve Groff, topraklarında işlemesiz tarım (toprağı ekim haricinde hiç işlememek, sıfır işleme) yapmak, örtü bitkisi kullanmak ve etkin münavebe uygulamak suretiyle, tarlalarındaki erozyonu önlemiş, toprak yapısı ve besin madde içeriğinin iyileşmesini sağlamıştır. Yabancı ot ilacı (herbisit), böcek ilacı (pestisit) ve yapay gübre gibi girdilerde önemli oranda tasarruf sağlamış, yetiştirdiği ürünlerin verimini de artırmıştır. Üstelik bunları gerçekleştirirken de toprak işlemesinden doğan masrafları azaltmış, çevre kirliliğini önlemiş, kaliteli ürün hasat etmiş ve daha da önemlisi kendisinden sonra aynı topraklarda çiftçilik yapacaklara tükenmemiş bir toprak bırakmıştır.
Steve Groff kendi tarım sistemini “Daimi Örtü Bitkisiyle Yetiştiricilik Sistemi” olarak tanımlamaktadır. Bu sistemde toprak hiçbir zaman boş bırakılmamakta ve kesinlikle sürülmemektedir. Sistemin üç ana öğesini sıfır işleme, örtü bitkisi ve etkin münavebe oluşturmaktadır. Bu öğelerin tek başına istenilen başarıyı sağlamadığı, ancak kombine bir şekilde kullanılmasıyla başarının tam sağlanabileceğini söyleyen Pensilvenyalı çiftçi, karlılığın artırılması, toprak ve su kalitesinin iyileştirilerek korunması, pestisit kullanımının azaltılması için bunların şart olduğunu vurgulamaktadır. Sistem, toprakta sürekli bitki örtüsünün bulundurulması sayesinde erozyonun önlenmesi, biyolojik canlılığının sürdürülmesi, yabancı ot ve zararlıların baskılanması, yavaş yavaş çürüme yoluyla toprağa besin maddesi sağlanması, azotu bağlayabilen bitkilerin örtü bitkisi olarak seçilmesiyle havadan toprağa azot bağlanması esasına dayanmaktadır. Bütün sebze ve tahıl çeşitleri örtü bitkilerinin oluşturduğu canlı maçlın (malç: ürünün kalitesi ve miktarını arttırmak, erkenciliği sağlamak için toprak yüzeyinin organik veya inorganik maddelerle örtülerek kaplanması) içine ekilebilmekte ve dikilebilmektedir.
Groff, 1980’den beri sürdürülebilir tarımla uğraşıyordu. Toprakları erozyona oldukça açıktı ve her yıl 14 ton toprak ve organik maddeyi erozyonla kaybetmekteydi. O yıl toprağa hiç işlemeden ekim yapabilen bir makineyi kiralayarak küçük bir alana mısır ekti. Bundan 2 yıl sonra da kendi makinesini satın aldı. Groff, birçok çiftçi gibi kendisinin de bu radikal değişikliği yaparken çok da emin olmadığını ve birçok zorluklarla karşılaşacağını önceden tahmin ediyordu:
Çiftçi bu sistemde topraklarının organik madde içeriğinin yükseldiğini,. Groff, bu yöntemle ilgilenen çiftçilere, öncelikle küçük alanda denemeye başlamalarını, sistemin her yönünü iyice öğrendikten sonra bunu daha büyük alana yaymalarını öğüt vererek şunları söylüyor:
“Çiftçiliği bu şekilde yapmanın birçok tekniği ve yöntemi vardır. Sistemi hemen anlayamayabilir ya da çeşitli zorluklarla karşılaşabilirsiniz. Ama ikinci senenin sonunda bu zorlukların nasıl üstesinden geleceğinizi öğrenirsiniz. En büyük mesele sistemin niçin ve nasıl çalıştığının bilinmesidir. Bu sistemin başarılı olması iyi yönetim gerektirir. Çiftçilerin topraklarının özelliklerini çok iyi bilmeleri, bu topraklarda ve bulundukları bölge şartlarında yetiştirebilecekleri örtü bitkisi seçimini iyi yapmaları gerekmektedir. Bu iş biraz sabır gerektirir. Birçok yetiştirici kendi topraklarına adapte olmuş örtü bitkilerini tespit edip başarıyla kullanmaktadır”.
Steve Groff’un benimsediği ve topraklarına göre en uygun rotasyon (münavebeli ekim sırası) programı: mısır, soya, sebze, mısır + alfalfa. Tarlaya sebze ekilecekse güzün tüylü fiğ ve çavdar tohumları örtü bitkisi olarak ekilmektedir. Baharda örtü bitkisi mekanik olarak silindirlenmekte, ihtiyaç varsa yabancı ot ilacı kullanılmaktadır. Groff örtü bitkisi farklı köklenme hareketlerinin de birbirini tamamladığına inanmakta.
Sıfır işlemeli domatesler?
Sıfır işlemeli tarım yapmak sebzelerde de mümkün müydü? İlk önceleri bir fikrim yoktu. 1993’te Abdul Baki adlı bir araştırıcı tüylü fiğin içine ekilen domates tarlasında patates böceğinin azaldığını ve erken yanıklığın geciktiğini öğrendim.Daha sonra bir araştırmacıda İlk olarak iki dönümlük bir alana domates dikti ve gerçekten de bir potansiyel olduğunu gördü. İkinci yıl 20 dönümlük bir alanda test ettiğinde, verimin %10 arttığını ve hastalık ve zararlılara daha az rastlandığını tespit etti. 1996’ya kadar 320 dönümlük sebze arazimizin tamamını sıfır işlemeliye çevirdi. Burada tüylü fiğ bize çok başarı sağladığını da öğenmiş olduk.
Sürekli örtü bitkisi kullanımı
1990’lı yıllarda tüylü fiğ ve çavdar ekerek daimi örtü bitkisi sistemine tamamen geçti. Domates ve balkabağında büyük başarı sağladık. Her zaman üzerinde durulan nokta sıfır işlemeli uygulamanın tek başına sihirli değnek olmadığı. Başarıda yukarıda bahsedilen 3 ana unsurun da eşit payı vardı. Bu uygulamalarla daha yüksek kar, zenginleştirilmiş toprak kalitesi ve zirai ilaç kullanımının azaltılmasını sağladık ve zirai ilaçların yerine kullanılabilecek yöntemleri uyguladık.
Başarının ekonomik açıdan değerlendirmesi
İşlemesiz tarımda işlemeli tarıma göre daha düşük olan giderler bizim daha fazla kar elde etmemizi sağlar. Sıfır işlemeli alana domates ekiminden dönüm başına 170 $ tasarruf edilir. Plastik malçı kullanmayarak -çünkü örtü bitkileri canlı malç yerine geçmekteydi- zamandan, işlemlerden ve sarf malzemelerinden hemen hemen dönüm başına 125 $ gelir sağlanır. Verim %10 artar. Üstelik tarlalarda erozyon kontrolü, toprak kalitesi ve organik madde içeriği de iyileştirilmiş olur. Toprak agregat stabilitesi, işlenen tarlalarda %16 iken, 10 yılı aşkın süredir işlenmeyen tarlalarda %67’ye ulaştı. İhtiyaç duyduğumuz pestisit miktarı yarı yarıya azaldı. Fungusit ve insektisit giderleri dönüm başına 50 $ dan 20 $ a düştü. Sistemin çalışması için sık, kalın örtücü bir bitki malçını kullanmamızın şart olduğunu öğrenmiş olduk. Kullanılan örtü bitkileri, patates böceğinin sevmediği bitkiler olduğu için bu zararlıyı baskılamada faydası olmaktadır. Mısır ve soyada yabancı ot ilacı giderleri dönüm başına 6 $’dan 4.5 $’a düştü. Örtü bitkisi uygulaması toprağın besin madde içeriğini artırdığından çavdar/fiğ uygulamasından sonra dönüm başına yaklaşık 6 kg, başına fiğ kullanımından sonra ise yaklaşık 9 kg’lık bir gübre uygulaması yeterli olmuştur.
Örtü bitkisini silindirlemek
Karışım oranı dönüm başına 3/3.5 kg’lık tüylü fiğ / çavdar karışımıdır. Fiğ tohumu biraz pahalı olduğundan kullanım için gerekli olan tohumu kendinizin üretilmesi ile geri kalanını da satabilirsinizde…
Tüylü fiğ/çavdar karışımını Eylül ayından Ekim ayının başlarına kadar, ilk donlardan 1 hafta 10 gün öncesinde bitecek şekilde ekilmelidir. Ekim sırasında genellikle bunu buğday ve süt mısırı izliyor. Çavdarlar 125 cm uzunluğa geldiğinde -yaklaşık olarak Mayıs’ın 10’una denk geliyor- fiğ/çavdar karışımını sığır gübresi ezme aracı ile silindirilmektedir. Mısır saplarını ezip parçalamak için dizayn edilmiş biçme makinesine benzer kesici parçalayıcı bıçakları olan bir makine kullanılmalıdır. Arkada ve önde 4 silindiri ve 8 bıçağı bulunuyor. Kayalıklı topraklarda biraz daha esnek olsun diye modifiye edilebilir. Sarılmaları önlemek için sıyırıcı demirler ilave edilebilir. Son 7 yıldır bu yöntem tamamen denendi. Örtü bitkisinin çok iyi gelişip toprak üzerinde kalın bir tabaka oluşturduğu zamanlarda yabancı ot ilacını hiç kullanmadığı da görülmüştür.. Eğer silindirlemeyi 60-70 cm boyundan önce yapılıyorsa esas ürünün ekiminden 3 gün önce ilaç uygulamaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Amerika’da örtü bitkisi kullanan çiftçilerin önderi durumunda olan Steve Groff dur durak tanımıyor. Sürekli değişik bitkileri deneyerek nasıl daha fazla fayda sağlanabileceğini tespit etmeye çalışıyor. Bu denemelerden turp bitkisi üzerinde çok durmuş ve diğer bitkilerle ekim yapmıştır. Elde ettiği sonuç çok memnun edici olmuştur. Steve Groff turp bitkisinin adeta pulluğun toprağı sürerek kabarttığı görevi yerine getirdiğini vurgulamaktadır. Turp bitkisi hiç mazot ve ekipman kullanmadan biyolojik yolla kökleriyle toprakta havalandırma kanalları açmakta, yabancı otları baskılamakta, solucanları cezbeden muhteşem bir bitkidir.
Steve Groff organik tarım yapan çiftçilerle karıştırılmaması gerektiğini, kendisinin pestisitlere daha az ihtiyaç gösteren, verimliliğin arttırıldığı sürdürülebilir tarımı yaptığını özellikle belirtmektedir:
“Yetiştirdiğiniz ürün ne olursa olsun, temel kavramlar iyi anlaşıldığı ve doğru ekipmanlar kullanıldığı zaman, sıfır işlemeli tarım çok kolaylaşmaktadır. Karlılığınızın artmasının yanında çevreyle barışık bir çiftçilik yapmış oluyorsunuz. En önemlisi sizden sonrakilere kendi bulduğunuzdan daha iyi bir toprak bırakıyorsunuz, bu harika bir şey”.
İster Amerika’da ister Türkiye’de olsun. İster çok büyük tarlalarda ister küçük tarlalarda olsun. Bu tecrübelerden çıkarılacak bir ders veya bilgi mutlaka vardır. Aslında yüzyıllardır toprakla didişip duruyoruz. Karnını yarıyoruz kazmayla, sabanla, pullukla. Toprağı kendi başına bıraksanız o yine sizin için çalışır. Bırakın doğa kendi yolunu bulsun.
Tüm çiftçi ve araştırmacılarımızın bu tecrübelerden yararlanmaları dileğiyle,